Resûlullah’ın Kervanına İltihak Edenler ve Boykot Yılları

435

Dünya iyi-kötü herkesin imtihana tâbi tutulduğu bir meydandır. Vereceği hesabın korkusu ve endişesiyle yaşayıp günahlarından arınarak, tertemiz kalanların Allah’ın huzuruna gitmeye, Cennet ve Cemalullah’ı görmeye hazırlanacakları bir meşherdir.

Cenâb-ı Hakk bizlerden şükür meyvesini almak ve Rızası’nın ulvî ifadesi olarak Cennet’ine koymak için şu imtihan yurduna göndermiştir. Burada okuma, öğrenme, imtihan sancıları çekme; hesabın,mizanın ve kabir aleminin endişeleriyle yaşama; ahirete intikal öncesi defteri temiz kapamak için muhasebeyle meşgul olma; Rahman ve Rahim olan Allah’ın huzuruna böylece hesapla ve düsturla gitme. Bu hâller düşmemek, kirlenmemek hata yapmamak ve günah işlememek demek değildir. Günahı ve hatayı biliş, acısını ve ızdırabını duyuş demektir. Hergün tatlı bir korku ve endişeyle yatıp-kalkmak demektir. İnsan Allah’tan korkup,kendinden endişe ederek yaşadığı müddetçe tatlı bir huzurla yaşar. Tıpkı şimşekler ve gök gürültüleri ardından sökün eden rahmet damlalarıyla gelen huzur, sükûn ve bereket gibi.

Resûl-ü Ekrem, o mübarek günahsızlar ordusunu yetiştirirken bizim maruz kaldığımız belâların bin mislini çekti ve onlara katlandı. Defalarca başı yarıldı, ayakları parçalandı, üzerine topraklar saçıldı, işkembeler konuldu. Kendisine inananlar hiçbir devirde görülmemiş işkencelere, eziyetlere eza ve cefalara uğratıldı. Sonunda zulmet bulutları dağıldı, rahmet tebessüm etti.. gökyüzü ve yıldızlar pırıl pırıl tebessümler yağdırmaya başladı.. sular çağıldadı, etraf gülşene, lalezâra döndü. Yirminci asrın insanı da böyle bir imtihana tâbi tutulmuttur. Ya dayanacak, neticede gül devrini görecek, ya da dünyada hicran ve hasretle ukbada ise muhrumiyet ve mücazatla, yatayacak.

Bi’setin yedinci senesi. Resûl-ü Ekrem ve O’na inananlara karşı korkunç bir boykot ilan edildi. Haşim oğullarından kız alınıp- verilmeyecek; çarşıda, pazarda, ticaret yapılmayacak; panayırlardan istifade ettirilmeyecek; çarşıda, sokakta gezinmelerine müsaade edilmeyecekti… Bu hususları muhtevi, bir avuç müslümanın üzerine hücum edip, köklerini kazımanın ma’nâsı olan bir metin kudsileştirilip, Kâbe’nin duvarına asılmıştı. Bunu yazan Mansur İbni İkrime’nin ise kolu kurumuş, mefluç hale gelmişti. Ama hadise çok ağırdı, müslümanlar fevkalade sıkıntı çekiyorlardı.

Boykot tam üç sene sürdü. İzdivaç yok; gökte yağmur, yerde nebat yok; alışveriş yok, yardım yok, yiyecek yok, ilaç yok… Müslümanlar sabır ve metanetle güneşin doğacağı Peygamber’in “Meta nasrullah.- Yardım ne zaman Ya Rabbim?” diyeceği; Allah’ın “Ela inne nasrullahi karib.- işte şimdi yardım.” (Bakara Sûresi 2/214) diyeceği anı bekliyorlardı.
Müslümanlara el altından yardım edenler ise, müşrikler tarafından zincire vuruluyor, eziyete maruz bırakıyorlardı. Onlardan biri Hişam’dı. Yardımının mükâfatını görmüş, müşrik iken hidayete erdirilmiş, îmanla şereflenmiştir. Hayatını, Resûlullah’ın bayrağı altında yetmiş parça olarak şehadetle hitama erdirmişti. Bir diğeri de Ebu Süfyan’dı. O’da ahir ömründe îman ve Kur’ân nuruyla tenevvür ederek İslâm halkası içine girmiştir.

O günlerin manzarası çok hazindi. Kediler, koyunlar, keçiler açlıktan birbirini yiyecek hâle gelmiş, bağırışıyorlardı. Mahrumiyet, sıkıntı, açlık, hastalık ve türlü musibetlerle boğuşan müslümanların yüzüne hiç kimse bakmıyordu.Ama bıyığı henüz terlemiş Mekke’li gençler babaları gibi yapmıyorlardı.Mus’ab’lar, Habbab’lar, Süheyl bin Rumi’ler ve daha niceleri… Babalarının evlerindeki yumuşak döşeklerini bırakıyor birkaç küçük eşyayı omuzluyor, Mekke’nin sokaklarında Resûlullah’a doğru koşuyorlardı. Bir müşrik, Sa’b-i Ebi Talib onlarla karşılaşınca, alık alık yüzlerine bakıyor “Nereye?” deyince de “Resûlullah’ın bulunduğu hapishaneye. Peygamber nerede, biz de oradayız” cevabını alıyordu.Her gece bir genç yatağını omuzlayıp: “Resûlullah nerede, ben de oradayım” diyor.Ölümün, acının, ızdırabın hükümferma olduğu, sokaklarında yavruların ve hayvanların bağırıştığı mahrumiyet bölgesine gidiyordu.

Allah çok merhametli idi. Ama İslam’ı omuzlamaya namzet kimseler o yükü taşıyabilecekler miydi? Yoksa tepetakla devrilecek kimseler miydi? İmtihanı verip, kendilerini isbat etmeleri, acı ve ızdırap yüklü imtihanlara katlanmaları gerekiyordu. Nihayet Cibril-i Emin, Resûl-ü Ekrem’e haber verdi: “Ya Muhammed, onlara söyle ki “Bismikellahümme- Allah’ım senin adınla” kelimesinden başka o namedeki yazılanları güveler yedi. Bunu haber ver” dedi.

“Elâ inne nasrallahi karib- İyi bilin ki, Allah’ın yardımı yakındır” (Bakara Sûresi 2/214) âyeti ızdırapların ve çilelerin ufkunda ulviyetle tecelli etti. Gittiler, o nameye baktılar. Allah’ın adından başka her tarafını güveler yemişti. Cenâb-ı Hakk onun hükümsüzlüğünü bizzat ilan etmiş, müslümanlar da muhasaradan kurtulmuşlardı. İmtihan çilesinin zevali, muvaffakiyet lezzetine inkilâb etmiş. Allah’ın rızasını kazanma, Resûlullah’ın makbulü olma sevinci ve saadetine kavuşmuşlardı.

Bulutlu günün kasveti gibi, ızdırap ve çileyle gelen kasvet de neticede yağmurla gelen rahmet ve tatlılık gibi güzelliklere, huzura kalbolur. Bu keyfiyeti idrak edemeyen ve hissedemeyen insan aslî duygularını kaybetmiş demektir. Ümmet-i Muhammed’in huzuru ve İslâm Dünyası’nın kurtuluşu için ızdırap çekmenin lüzumuna inanmayan insan, İslamî hüviyetten uzak demektir. Allah’ın huzuruna gelip, secde etmenin ulviyetini idrak eden mü’minler yeni bir oluş ve doğuşun nüveleridir. Varlarını, yoklarını omuzlayıp Resûlullah’ın bulunduğu ufka gidenlere alem gülse bile, O’nlar Hazret-i Muhammed’i tanıdıkları için “Arkadaş göç var, Resûlullah’ın kervanına iltihak var. Ebed yolculuğu, Allah’a gidiş var” diyerek omuzlarındaki yükle koşarcasına gideceklerdir.

Bugün de gençliklerinin en heyecanlı devrelerinde, dünyanın binbir cazibesi ve nefsanî anaforların itiş-çekişlerine rağmen üniversite koridorlarındaki, lise çağlarındaki yüzlerce, binlerce gencin eşyalarını omuzlayıp Resûlullah’ın olduğu çile, ızdırap ve mahrumiyet semtine gittiklerini görüyoruz. Sessiz, sakin ama vakur ve emin adımlarla yürüyen Mus’ab’lar ordusunun, Habbab’lar ordusunun yeniden teşekkül ettiğini müşahede ediyoruz.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.