Çile ve İmtihan Boyutuyla Asr-ı Saadet Hicretleri
Rahimde kalan çocuk, tohumda kalan ağaç, yumurtasında kalan civciv, dağında kalan maden, sedefinde kalan inci, kaynağında kalan su, kafada kalan fikir, indirildiği yerde kalan din, inkişaf edemez, büyüyemez ve insanlığa mal olamaz. Doğum, filiz verme, çatlama, çıkarılma, ayrılık, akma, davet ve hicret, dinamik hale gelmenin, dünyaya açılmanın ve geleceğe yürümenin bir başka adıdır. Ama bunların hepsinde acı, emek, mücadele, işlenme, imbiklerden geçme, hüzün, hasret ve ıstırap vardır. Bunları yaşamadan ve zahmet çekmeden, varlık bulmak mümkün değildir. Ve bu yolda bazen acıları sen çekersin bazen de seni gün yüzüne çıkaran. Sünnetullah böyledir ve böyle işler.
Bu çerçevede İslam’ın insanlığa ulaşması, kıtalara, gönüllere ve kafalara yayılması da hicretle olmuştur. Habeşistan ve Medine hicretleriyle Allah Resûlü, Mekkelilerin inşa ettiği zulüm duvarlarını aşmış ve mesajını, yeni insanlara ve diyarlara taşımıştır. Fakat yukarda da ifade edildiği üzere bu, hiç de kolay olmamış; hicret yolunda değişik acılar ve çileler yaşanmıştır. Müminler doğup büyüdükleri evlerini, birikimlerini, sevdiklerini ve Beytullah’ı arkada bırakmak zorunda kalmışlardır. Peşlerine düşülmüş, gecenin karanlığında, akreplerle ve yılanlarla dolu çölün gündüz sıcağında gece soğuğunda yürümüş, denizde korsanların karada ödül avcılarının nefesini enselerinde hissetmiş, çoğu itibarıyla elleri avuçları boş bir şekilde yeni yurtlarına ulaşmışlardır.
Arkada Bırakılan Aileler
Kırmızı listeye alınıp ölü ya da diri başlarına 100 deve ödül konulan Allah Resûlü ve Hz. Ebû Bekir, Medine’ye hicret ederlerken aile fertlerini yanlarına alamamış ve onları, gözü dönmüş ve köşe bucak kendilerini arayan Mekkelilerin arasında bırakmak zorunda kalmışlardı. Hatta Allah Resûlü, hicret için ilk adımlarını atarken içerisinde ailesinin bulunduğu ev, kendisini öldürmek için gelen cellatlarla sarılıydı.1 Hane-i Saadet’in sakinleri (Hz. Sevde Validemiz ve çocukları, Hz. Fatıma, Hz. Ümmü Gülsüm, Hz. Ali, Hz. Ümmü Eymen…) endişe içerisinde evde beklerken kulaklarına Mekkelilerin bağırıp çağırmaları, hakaretleri geliyordu. İçerisinde Efendimiz’in nişanlısı Hz. Âişe’nin de bulunduğu Hz. Ebû Bekir’in evi de aynı şekildeydi. Üstelik çok geçmeden Ebû Cehil, adamlarıyla gelip kapıya dayanmış; Hz. Esma’ya bir de tokat indirmişti.2
Sevr dostlarının gözleri Medine yolunda olsa da gönülleri arkada bıraktıklarında kalmıştı. Ve iki hanenin sakinleri de uzun zaman bu atmosferde yaşamış ve hicret eden Allah Resûlü’ne ve Hz. Ebû Bekir’e kavuşmaları aylar sürmüştü. Efendimiz’in ilk kızı Hz. Zeyneb’in ise bu ortamda bekleyişi neredeyse iki yılı bulmuş; Mekkeliler Bedir hezimeti sonrası babasını ortadan kaldırmak için intikam yeminleri ederken o bütün bunlara şahit olmuştu. Babasına kavuşmak için Medine’ye giderken yolda saldırıya uğramış ve devesinden bir taşın üzerine düşmüş ve rahmindeki çocuğunu kaybetmişti. Hatta ilerleyen yıllarda vefatı da hicreti esnasında yaşadığı bu hadiseden aldığı yara sebebiyle olmuştu.3
Dağılan Aileler
Medine’ye hicret niyetiyle yola koyulan Ebû Seleme ve ailesinin, akrabaları tarafından yolları kesilmişti. Ebû Seleme, Abdulesedoğullarına; hanımı Ümmü Seleme ise Muğîreoğullarına mensuptu. Benî Muğîre, göçüp gitmesine izin veremeyeceklerini söyleyerek Ebû Seleme’nin elinden hanımını çekip almışlardı. Bu duruma sinirlenen Benî Abdulesed de Ümmü Seleme’nin elinden oğlu Seleme’yi almışlardı. Emniyet ve huzura kavuşmak isteyen Ebû Seleme’nin ailesi hicret yolunda parçalanmış ve o, Medine’ye ailesini bu halde bırakarak hicret etmek zorunda kalmıştı. Oğlundan ve eşinden ayrı düşen Ümmü Seleme, tam bir yıl boyunca her sabah Ebtah’a gelerek ağlayıp durmuştu. Nihayet amcaoğullarından birisi bu manzaraya ve zulme daha fazla dayanamamış; bir yıldır yaşanan ayrılığa ve acıya son vermek için devreye girmişti. İnsafa gelen Muğîre ve Abdulesedoğulları, önce oğlunu Ümmü Seleme’ye teslim etmiş ardından da bir yıldır ayrı düştüğü eşinin yanına gitmesine izin vermişlerdi.4
Yolda Zehirli Su İçip Ölenler
Hicret sürecinde müminleri zorlayan bir husus da yolculuk için tercih ettikleri güzergahtaki tehlikelerdi. Takip edildikleri için rahat yol alamayan Muhacirler, çoğunlukla gece hareket ediyor; çölün ve coğrafyanın beraberinde getirdiği birçok tehlikeyle karşı karşıya kalıyorlardı. Mesela ilk Müslümanlardan Hz. Hâris İbn-i Hâlid’in hanımı Hz. Rayta Bint-i Hâris, oğlu Musa, kızları Âişe, Zeyneb ve Fâtıma Habeşistan hicreti sürecinde yolda içtikleri zehirli su sebebiyle vefat etmişlerdi.5
Yılan Tarafından Sokulanlar
İlklerden olan Hz. Hâlid İbn-i Hizâm, hicret ederken yolda kendisini bir yılan ısırmış ve Habeşistan’a varamadan vefat etmişti. Bu hadise üzerine “Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim evinden Allah’a ve Resûlüne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa o da mükâfatı hak etmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir. Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).”6 ayeti nazil olmuş ve Hz. Hâlid gibi yolda kalanların Allah tarafından ötelerde özel olarak mükafatlandırılacağı haber verilmiştir.7
Aynı şekilde ilk Müslümanlardan Hz. Mistah İbn-i Üsâse de hicret ederken Hishâs isimli mevkide bir yılan tarafından sokulmuş ve Medine’ye, nöbetleşe Hz. Ubeyde, Hz. Tufeyl ve Hz. Husayn İbn-i Hâris’in sırtında gelebilmişti. Bu üç kardeş onu, neredeyse 400 km sırtlarında taşımıştı.8
Servetine El Konulanlar
Hz. Süheyb İbn-i Sinan, yıllardır çalışıp biriktirdiği parasını, Mekkelilerin gaspından gizlemek için bir yere saklamış ve Medine’ye hicret etmek için yola koyulmuştu. Müslümanları dinlerini yaşama hususunda rahat bırakmayanlar hicret yolunda da boş durmuyorlardı. Mekke’deki hareketliliği yakından takip ediyor ve birisinin hicret ettiğini haber alınca peşine düşüp yolunu kesiyorlardı. Şimdi de Hz. Süheyb’in karşısına dikilmişlerdi. Gözleri Süheyb’in alın teriyle yıllardır kazanıp biriktirdiği servetindeydi. Hz. Süheyb, onlardan kendisini ve ailesini, parasını sakladığı yeri söyleyerek kurtarmış ve hicretine devam etmişti. 15 gün süren yolculuğu boyunca sadece bir kez yemek yiyebilmiş ve gözleri iltihaptan neredeyse görmez hale gelmişti. Üstelik o, birçok muhacir gibi 500 km’lik hicret yolunu yürüyerek katetmiş ve Kuba’ya ulaşmıştı. O’nun yolda başına gelenleri öğrenen Efendimiz, üç kere “Süheyb kârlı çıktı!” buyurmuştu.9 Bu hadise üzerine “İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah’ın rızasını kazanmak için kendisini feda eder. Allah da kullarına pek merhametlidir.”10 ayeti inmiş ve Allah yolunda yapılan fedakarlıkların karşılıksız bırakılmayacağı haber verilmişti.11
Eli, Ayağı Parçalananlar
Yukarda da ifade edildiği üzere Medine’ye hicreti birçok sahabî yaya gerçekleştirmişti. Onlardan birisi de Hz. Ali idi. Mekkeliler kendisini üç gün hapsetmiş ardından da serbest bırakmışlardı. O da Allah Resûlü’ne kavuşmak için hemen yola koyulmuştu. Kuba’ya vardığında ayakları kan revan içerisindeydi. Onun bu halini gören Rahmet Peygamberi, gözyaşlarına tutamayıp ağlamıştı.
Hz. Seleme İbn-i Hişâm, Hz. Ayyâş İbn-i Ebî Rebîʻa ve Hz. Velîd İbn-i Velîd, Medine’ye hicret etmek için yola koyulduklarında bazı Kureyşliler, onları geri getirmek maksadıyla peşlerine düşmüş ama yakalayamamışlardı. Zahru’l-Harre’ye vardıklarında Hz. Velid İbn-i Velid’in parmağı kesilmiş ve kanamaya başlamıştı. Bunun üzerine o şunları söylemişti:
“Sen kanayan bir parmaktan başka nesin?
Allah yolundadır, senin karşılaştığın…”12
Evi Barkı, Malı Mülkü Gasp Edilenler
Hicret sürecinde birçok sıkıntı yaşayan Muhacirleri hüzne gark eden bir gelişmede Mekke’nin o zor şartlarında yapıp inşa ettikleri ya da baba yadigarı, içerisinde doğup büyüdükleri evlerinin ve eşyalarının Mekkeliler tarafından gasp edilip satılmasıydı. Ailecek Müslüman olan, Habeşistan’a ve Medine’ye hicret eden Cahş ailesinin evi, Mekkenin ileri gelenleri tarafından yağmalanmıştı. Evin kendisi de bu ailenin dünürü Ebû Süfyan tarafından gasp edilip başkalarına satılmıştı. Bu gelişmeyi haber alan Abdullah İbn-i Cahş, koşup Allah Resûlü’nün yanına gelmiş; Efendimiz de onu ve ailesini, gasp edilen evlerine karşılık Cennet’te kendilerine verilecek köşkle müjdelemişti.13
Aslında Allah Resûlü’nün durumu da diğer Muhacirlerden farklı değildi. O’nun da babasından kendisine miras kalan doğduğu ev ile Hz. Hadîce’nin kendisine hediye ettiği ve içerisinde 27 yılını geçirdiği, çocuklarının dünyaya geldiği, Kur’ân’dan birçok sûrenin indiği evi, amcasının oğlu Akîl tarafından gasp edilip satılmıştı.
Gurbette Ölenler
Muhacirlerin bu süreçte yaşadığı bir imtihan da yakınlarını gurbet diyarında ötelere yolcu etmek olmuştur. Özellikle Habeşistan Muhacirlerinin vefatları ayrı bir mana taşımaktaydı. Zira onlar, hicretlerinden sonra Allah Resûlü’nü bir daha görememişlerdi. Hz. Urve İbn-i Abdilüzzâ, Hz. Adiyy İbn-i Nadle, Hz. Abdullah İbn-i Hâris, Hz. Hâtıb İbn-i Hâris ve kardeşi Hattâb İbn-i Hâris, Hz. Muttalib İbn-i Ezher, Hz. Cehm İbn-i Kays’ın hanımı Ümmü Hermele ve iki oğlu Hz. Amr ile Hz. Huzeyme, Hz. Amr İbn-i Ümeyye İbn-i Hâris, Amr İbn-i Saîd İbn-i Âs İbn-i Ümeyye’nin hanımı Fâtıma Bint-i Safvân İbn-i Ümeyye, Habeşistan’da vefat etmiş ve ruhlarını rahmet-i Rahman’a bir muhacir olarak teslim etme bahtiyarlığına nâil olmuşlardı.
Yine Necaşî’nin Allah Resûlü’nü ziyaret etmeleri ve Medine’ye dönen Habeşistan Muhacirlerine eşlik etmeleri için gönderdiği, içerisinde oğlunun ve akrabalarının da bulunduğu 60 kişilik bir gemi yolda batmış ve aralarından kurtulan olmamıştı.
Sılada Yaşanan Vefatlar
Hicret sürecinde yaşanan ağır bir imtihan da Muhacirlerin, sıla da vefat eden anne baba ya da akrabalarının son anlarında yanlarında bulunamamaları, bulunup da dünya gözüyle onları son bir defa görememeleri, defnine iştirak edip ötelere uğurlayamamalarıydı. Efendimiz’in kızı Hz. Rukayye, eşi Hz. Osman ile birlikte Habeşistan’da bulunduğu için annesi Hz. Hadîce Validemizin cenazesine iştirak edememişti. Üstelik annesini de Mekke’deki zulümlerden dolayı en son beş yıl önce görmüştü. Beş yıllık hasret yerini bir anda hüzne bırakmıştı. Haliyle Hz. Osman’da hem validesinin hem de kayınvalidesinin defnine iştirak edememişti.
Hicret diyarında yaşarken sılada ki yakınlarının vefatıyla hüzünlenenlerden birisi de Habeşistan muhacirlerinin sözcülüğünü yapan Hz. Ca’fer İbn-i Ebî Tâlib’ti. O, hem babası Ebû Talib’in hem de annesi Hz. Fatıma Bint-i Esed’in cenazesine katılamamıştı. Babasını, en son 5 yıl; annesini de 12 yıl önce görmüştü.
Efendimiz, eşini, amcasını ve kendisine annelik yapan Hz. Fatıma Bint-i Esed’i defnederken onlar da hüzünlerini sinelerine gömmüş, hicret diyarında hizmetlerine devam etmişlerdi. Vuslat, ötelere kalmıştı. Bu da hak yolunda yürümenin ayrı bir çilesi; cennete, cemale ve rızaya giden yolun ayrı bir cilvesiydi.
Sonuç
Cenâb-ı Hak, Ankebût Sûresi’nde “Müminler sadece ‘İman ettik.’ demeleri sebebiyle kendi hallerine bırakılıverileceklerini, imtihana tâbi tutulmayacaklarını mı zannettiler? Biz elbette kendilerinden önce yaşamış olanları denedik. Allah elbette şimdiki müminleri de imtihan edip iman iddiasında sadık olanlarla, samimiyetsiz olanları elbette bilecektir.”14 buyurur ve bir sünnetullahı haber verir: İmtihan! Bu çerçevede Müminler hayatlarının her anında ve aşamasında değişik imtihanlara tabi tutulmaktadır.
Hicret süreci de ayrı bir imtihandır. Öncesinde meydana gelen zulüm ve baskılar, hicrete çıkarken arkada bırakılanlar, yolda karşılaşılan zorluklar ve yaşanan kayıplar ve sonrasında gidilen yerlerde muhatap olunan bin bir sıkıntı, hep birer imtihan vesilesidir. Müslümanlara düşen bu gerçeğin farkında ve şuurunda olup dişini sıkmak, Allah yolunda yaşanan kayıpların ebedi hayat adına en büyük kazanç vesilesi olduğunu düşünüp sabretmek, yolda vefat edenlerin niyetlerinin karşılığını mutlaka alacaklarına inanıp Allah’a güvenmek ve sonrasında yaşanan problemlerin bir müddet sonra yerini huzur, emniyet, refah ve feraha bırakacağını bilip iman, ümit ve kararlılıkla yola devam etmektir. Ashâb-ı Kiram da çekilen onca çileye ve yaşanan acıya rağmen tam olarak böyle yapmış; evrensel Kur’ân mesajını, İslam dinini ve medeniyetini insanlığa taşımışlardır.
Bu acıları yaşatanlara gelince yine aynı sûrede yukardaki ayetlerin devamında Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Kötülükleri işleyenler hükmümüzden kaçıp kurtulacaklarını mı zannettiler? Ne fena hükmediyorlar!”15
Dipnot:
- İbn-i Hişâm, Sîre 222
- İbn-i Hişâm, Sîre 225
- İbn-i Hişâm, Sîre 312, 313
- İbn-i Hişâm, Sîre 215, 216
- Bkz. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe 213, 214; İbn-i Hacer, İsâbe 254
- Nisâ Sûresi 4/100
- Hâkim, Müstedrek 6052. hadis; İbn-i Sa’d, Tabakât 4/96
- İbn-i Sa’d, Tabakât 3/38
- İbn-i Sa’d, Tabakât 3/171
- Bakara Sûresi 2/207
- İbn-i Sa’d, Tabakât 3/172
- İbn-i Hişâm, Sîre 219; İbn-i Sa’d, Tabakât 4/105
- İbn-i Hişâm, Sîre 231
- Ankebût Sûresi 29/2, 3
- Ankebût Sûresi 29/4