Hz. Meymûne Validemizle Evliliğin Hikmet Boyutu

606

Bir önceki yıl Hudeybiye’den dönmek zorunda kalan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), anlaşma gereği bundan bir yıl sonra, umre yapabilmek için ashâbıyla birlikte Mekke’ye gelmişti; üç gün içinde ibadetlerini yapacak ve sonra da geri döneceklerdi. Aynı zamanda bu, o güne kadar kendilerini yanlarına bile yaklaştırmayan Mekkeliler için ilk sıcak temas anlamına geliyordu; inanan bir gönlün engin dünyasını yakından görecek, temsil keyfiyetinin bir insanı nasıl değiştirebileceğine şahit olacaklardı. 

Acı-tatlı hâtıraların tazelendiği yerdi Mekke ve yakın körlüğü hâlâ devam ediyordu; o kadar şartlı bakıyorlardı ki “etkileniriz” endişesiyle dağların başına çıkmış, ayaklarına gelen Rahmet Peygamberi’ne uzaktan bakmayı tercih etmişlerdi!

Bu sıralarda Efendimiz’in yanına amcası Hazreti Abbâs[1] gelmiş ve O’na (sallallahu aleyhi ve sellem), kocası[2]vefat eden baldızı Hazreti Meymûne (radıyallahu anhâ)[3] ile evlenmesini söylüyordu.[4] O güne kadar Mekke’de olmasına rağmen süreci çok iyi değerlendiren ve aynı zamanda Mekkelilerin nabzını iyi tutabilen bir insan olarak Hazreti Abbâs’ın (radıyallahu anh) bu teklifi, çok stratejik bir yerde duruyordu; zira her şeyden önce Hazreti Meymûne, Hicâz’daki en muteber kabilelerden birisine mensuptu.[5] Aynı zamanda onun (radıyallahu anhâ), on kız kardeşi[6] vardı ve onlar arasında, İslâm’a erken uyanma ve Allah yolunda hizmet açısından bilhassa dört tanesi çok öne çıkıyor, göz dolduruyordu ki onlar için Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), “mü’mine kız kardeşler” demiş, hizmetlerini takdir ederek iltifatta bulunmuştu.[7]

Böyle bir evliliğin gerçekleşmesi durumunda Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve selem), Mekke’nin en tepesinde bulunan önemli isimlerle akrabalık bağı kurmuş olacak ve bugüne kadar çaldığı bütün kapıları kapatan Mekkelilerle arasında, kapanmayacak kapılar açmış olacaktı. En başta Mekke reisi Ebû Süfyân’ın annesi Safiyye, Hazreti Meymûne’nin halası oluyordu.[8] Annesi Hind Bint-i Avf o gün, soy-sop itibariyle Araplar arasındaki en şerefli kadın olarak bilinmekteydi.[9] Onunla evlendiği gün Fahr-i Kâinât Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), aynı anda on kabileyle akraba olacaktı; o gün hayatta olmasalar bile Velîd İbn-i Mugîre ve Übeyy İbn-i Halef gibi başı çeken insanlarla bacanak olacak, onların kardeş ve çocuklarıyla akrabalık tesis edecek, bu vesileyle bir kez daha dikkatlerini çekmiş olacaktı. Zira bu evliliğin gerçekleşmesi durumunda Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), başta Hâlid İbn-i Velîd[10] olmak üzere Velîd İbn-i Mugîre’nin diğer çocukları; Ziyâd İbn-i Abdillâh ve Übeyy İbn-i Halef’in oğulları; Hazreti Abbâs, Hazreti Hamza, Hazreti Ca’fer ve Abdullah İbn-i Cahş’ın (radıyallahu anhüm) çocuk­larının enişteleri olacaktı.[11] Aynı zamanda bu, Hazreti Abbâs ve ailesinin elini güçlendirecek, İslâm’a karşı düşman duran bu ailelere daha rahat gidip gelebilecekler, en azından oturup konuşabilecekler ve gereksiz yere düşmanı oldukları İslâm’ın şefkat yüzünü onlara da gösterme imkânı bulacaklardı.  

Başka bir açıdan bakıldığında bu evlilik, etrafı bu kadar din düşmanıyla çevrili olan ve kocasının vefatından sonra korumak için kendisine sahip çıkan mü’min bir yakını[12] kalmayan Meymûne Validemiz’i (radıyallahu anhâ), Mekke’deki sıkıntılardan kurtarmak anlamına da gelecekti. 

Dolayısıyla amcası Hazreti Abbâs’ı dinleyen Allah Resûlü de (sallallahu aleyhi ve sellem), bu kadar maslahatı bünyesinde toplayan Meymûne Validemiz ile evliliği kabul etti. 

Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisiyle evlenmek istediğini duyduğunda Meymûne Validemiz, devesinin üzerindeydi ve ilk tepkisi:

– Deve de üzerindeki de Allah ve Resûlü’nündür, şeklindeydi.  

Bu evliliğin baş aktörü, Hazreti Abbâs idi; Hazreti Meymûne (radıyallahu anhâ), kız kardeşi Ümmü Fadl’ı, o da kocası Hazreti Abbâs’ı tevkîl etmiş ve mehir bile talep etmeksizin bu evlilik gerçekleşmişti.

Bu evliliğin ne türlü kapıları açacağı daha ilk günden belli olmuştu; zira evliliğin haberini alan Mekkelilerin tepkisi: 

– Demek ki Muhammed, hemşehrilerine hâlâ dostluk ve hayır duyguları besliyor, şeklindeydi.  

Mekke’de kalacağı üç günün bitiminde Allah Resûlü’nün yanına Süheyl İbn-i Amr ve Huveytıb İbn-i Abdiluzzâ gelmiş ve:

– Artık vakit geldi ve süre tükendi; haydi burayı terk et, diyorlardı. Elindeki bütün imkânları davası istikametinde kullanan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), söz konusu evliliği nazara vererek onlara:

– Bana birkaç gün daha mühlet verseniz de aranızda size bir velîme yapsam, teklifinde bulundu. Ancak Mekke temsilcileri: 

– Bizim, Senin yemeğine ihtiyacımız yok, diyorlardı. “Aramızdan bir an önce ayrıl ve git! Üç gün doldu ve Allah aşkına yâ Muhammed! Seninle yaptığımız anlaşmada, yurdumuzu hemen terk etmenden başka bir seçenek de yok!”

Onların Allah Resûlü’ne kaba davrandıklarını gören Sa’d İbn-i Ubâde ileri atıldı; çok kızmıştı ve:

– Ey anasız kalasıca, diye seslendi. “Burası ne senin toprağın ne de babanın yeri! Vallahi de Resûlullah buradan, ancak anlaşmanın gereklerine uyarak çıkar; yoksa sizin zorlamanızla değil!”

Hazreti Sa’d’ın bu çıkışı, Allah Resûlü’ne tebessüm ettirmişti. Ancak durumun nezaketi bunu kaldıracak gibi değildi ve belli ki Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), nezaketiyle muhataplarını eritmek istiyordu. Onun için Hazreti Sa’d’e döndü ve:

– Ey Sa’d, buyurdu. “Bizi kendi konağımızda ziyaret eden bu insanları incitme!”[13]

Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbından Ebû Râfi’e seslenerek yolculuk emri verdi. Zira muvakkat bir buluşmadan sanra Kâbe’den ayrılık vakti gelmişti. Ancak bu ayrılık, bundan sonra da buraya gelebilmenin kapılarını aralayan geçici bir ayrılıktı. Zira Mekke’de buz kesen yüzler yavaş yavaş erimeye durmuş ve zihinlerde de farklı soru işaretleri belirmeye başlamıştı. Şimdi Kâbe’de, Ebû Râfi’in sesi yankılanıyordu:

– Akşama kadar Müslümanlardan burada kimse kalmasın![14]

Yüreği Kâbe’de kalan Allah Resûlü de Kasvâ’ya binerek yine yola koyuldu. Bu sırada arkadan bir kız çocuğunun yanık sesi duyulmaya başlamıştı:

– Amca! Amcacığım!

Arkasını dönüp sesin geldiği yöne baktı Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem); bu ses, amcası ve süt kardeşi Hazreti Hamza’nın emâneti Ümâme’den başkası değildi! Yürek yakan bir manzaraydı; gözlere yaş yürümüş ve gönüller de rikkat kesilmişti! Uhud’un aslanı ve şehîdlerin efendisi Hazreti Hamza’nın yetim Ümâme, o gün teyzesiyle evlenen Resûlullah’a koşuyor, kendisini de götürmesini istiyordu! 

Duruma şahit olan Hazreti Ali (radıyallahu anh), bir çırpıda koşmuş ve Ümâme’nin elinden tuttuğu gibi Efendimiz’in yanına getirmişti; bir taraftan da:  

– Amcamızın kızını ne diye müşriklerin arasında yetim bırakalım ki, diyordu!

Haksız değildi ve şimdi küçük Ümâme’de, teyzesi Meymûne Validemiz ile birlikte Medîne yolcuları arasındaydı.[15]

O güne kadar Ebtah’ta kalan ashâbın, Medîne’ye hareket için buluşacağı yer, Serif idi ve burada Allah Resûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) çadır kurulmuştu ki Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Meymûne Validemiz ile burada zifafa girecekti.[16]

İlk Semere

Medîne’ye dönüş yolunda Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), yanına Hâlid İbn-i Velîd’in kardeşi Velîd İbn-i Velîd’i[17] çağırdı ve ona: 

– Hâlid ne yapıyor, diye sordu.

Az zamana çok işin sığıştırıldığı bu üç günün içinde, diğer­leri gibi Hâlid İbn-i Velîd de dağlara çıkmış, “zillet” olarak al­gıladıkları bu süreci gözleriyle görmemek için gözden kaybolmuştu. Dolayısıyla Hazreti Velîd:

– Bilmiyorum yâ Resûlallah, buyurdu. “Göremedim ve konuş­ma fırsatım olmadı!”

Ancak Resûlullah’ın bildikleri vardı. Tuttu, kardeşinin yanında Hâlid İbn-i Velîd’i anlatmaya başladı; başta zekasının kıvraklığı ve şecaatı olmak üzere me­ziyetlerini sıralıyor, yere göğe sığdıramadığı Hâlid İbn-i Velîd’e, âdeta destan kesiyordu! Bir müddet sonra ona yine döndü ve: 

– Hâlâ gelmeyecek mi, diye sordu. Bununla da kalmadı ve ilave etti: 

– Hâlid gibi akıllı bir in­sanın, İslâm’a câhil kalması düşünülemez! Hem, gelse onu biz, baş tâcı yapar, izzet ü ikrâmda bu­lunuruz![18]

Ne kadar açık bir davet, aynı zamanda açık bir çek demekti bu! Hiç, zâyi edilir miydi!

Resûlullah’ın yanından ayrılır ayrılmaz Velîd İbn-i Velîd, kardeşi Hâlid’e bir mektup yazdı:

– Sen, bize çektirmedik sıkıntı bırakmadın ya, diyordu. “Dönerken Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), bana seni sordu. Ancak ben, senin hakkında O’na bir şey diyemedim. Fakat O (sallal­lahu aleyhi ve sellem), senin hakkında çok şey söyledi!”[19]

Kardeşinin yüreğine seslenen Hazreti Velîd (radıyallahu anh), Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisi için îrâd buyurduğu bütün beyanlarını sıraladı ve:

– Çabuk gel, mesajıyla bitirdiği bu mektubu hemen Mekke’ye gönderdi. 

 Beri tarafta mektubu okuyan Hâlid İbn-i Velîd’in bütün buzları erimişti; zira o güne kadar uzaktan bakmayı tercih ettiği ve elindeki kılıçla hücum edip yok etmeye çalıştığı bir yerden kendisine mektup gelmiş, üstelik ilti­fat dolu muhtevasıyla yüreğine sesleniyordu! Buğulu gözleriyle açıp bir daha okuyor, dönüp yeniden okuyordu! Onun bu halini gören anne Lübâbe’nin[20] sevincine diyecek yoktu; zira oğlu Hâlid’i, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) evlenen kardeşi Meymûne’nin ilk semeresi olarak devşirmek üzereydi!

Hâlid İbn-i Velîd için bu evlilik, bir dönüm noktasıydı; bundan böyle Hazreti Hâlid de Medîne yolcusuydu![21]


Dipnotlar:

[1] Hazreti Abbâs’ın bu teklifini, yedi yıldır aralarında kaldığı Mekke’nin nabzını tutan bir insanın çözüm adına getirdiği çok önemli bir strateji olarak değerlendirmek gerekmektedir ki sonuç, aynen onun düşündüğü gibi cereyan etmiştir. 

[2] Hazreti Meymûne (radıyallahu anhâ), önce Mes’ûd İbn-i Amr ile evlenmiş, ondan boşanınca da Ebû Ruhm Ferve İbn-i Abdiluzzâ ile evlilik yapmıştı. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) umre için Mekke’ye gelmeden önce Ebû Ruhm da ölmüş, yalnız kalmıştı.

[3] Hazreti Meymûne’nin (radıyallahu anhâ) ismi daha önce Berre idi; Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) onu, uğurlu, yümün ve bereketli manasına gelen Meymûne ile değiştirmiştir. Bkz. İbn-i Sa’d, Tabakât 8/108; Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ 11/207

[4] Bazı kaynaklar, Meymûne Validemiz’in Efendimiz’e haber gönderip kendisiyle evlenmek istediğini, bunun üzerine söz konusu evliliğin gerçekleştiğini söyler. Aynı zamanda, “Ey Peygamber! Biz, şu gruplara dâhil kadınları sana helâl kıldık: Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana harp esîri olarak verdiği câriyeleri, seninle beraber hicret eden amcan kızlarını, halan kızlarını, dayın ve teyzen kızlarını, bir de mehir istemeksizin kendisini Peygamber’e hibe eden ve Peygamber’in de kendisini nikâhlamak istediği mü’min kadını, diğer mü’minlere değil, sadece sana mahsus olmak üzere helâl kıldık. Bizim, mü’minlerin eşleri ve ellerinin altındaki câriyeler hakkında gerekli kıldığımız mehir gibi hususlar, zaten malumumuz olup onları bildirmiştik. Hibe yoluyla mehirsiz evlenmeyi sana mahsus kılmamız, nikâh konusunda senin için bir güçlük olmaması içindir. Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).” (Ahzâb Sûresi 33/50) mealindeki âyetin de bu münasebetle nâzil olduğu söylenmektedir. Bkz. Hâkim, Müstedrek 4/35 (6803). Buna göre Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), evlilik işlerini yürütmek için Ebû Râfi’ ile birlikte ashâbından bazılarını önceden Mekke’ye göndermiş ve onlar da gelip Meymûne Validemiz’i Hazreti Abbâs’tan istemişlerdir. Bkz. Mâlik, Muvatta’1/348 (771); İbn-i Sa’d, Tabakât 8/105

[5] Annemiz’in mensup olduğu Benî Âmir İbn-i Sa’saa kabilesi, Benî Âmir, Rebîa, Nümeyr, Hilâl ve Süvâe adlı dört ana koldan teşekkül etmiş büyük bir Arap kabilesidir. Çok geniş bir coğrafyaya yayılmışlardır. Hevze İbn-i Hâlid ile oğlu ve yeğeni Medîne‘ye gelerek müslüman olup biat etmişlerdi. Huneyn zaferinden sonra Medîne’ye gelen Benî Âmir’e mensup çeşitli hey’etler de müslüman oldular. Bkz. Kehale, Mu’cemu Kabâili’l-Arab 2/708-710

[6] Bu kız kardeşlerden bazıları ana-baba bir, bazıları ise sadece ana bir kardeş oluyordu; ana-baba bir olanlardan Ümmü Fadl Lübâbe Bint-i Hâris (Lübâbetü’l-Kübrâ), Hazreti Abbâs; Izzet Bint-i Hâris, Ziyâd İbn-i Abdillah; Asmâ Bint-i Hâris (Lübâbetü’s-Suğrâ’nın adı olduğu da söylenmektedir), Übeyy İbn-i Halef; Lübâbe Bint-i Hâris (Lübâbetü’s-Suğrâ), Velîd İbn-i Mugîre (Hâlid İbn-i Velîd’in annesi) ve Ismet de Übeyy İbn-i Halef ile evliydi. (Muhtemelen Asmâ ve Ismet’in, Übeyy İbn-i Halef ile aynı anda veya farklı zamanlarda evli olup olmadıkları konusunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır ki her ikisi de muhtemeldir. Zira Câhiliyye döneminde iki kız kardeşle aynı anda nikâh uygulaması vardı ve bunu, Cibrîl’in getirdiği mesaj ile İslâm yasaklamıştı). Ayrıca Necid’de yaşayan Hufeyde Bint-i Hâris adında bir kız kardeşinden daha bahsedilmektedir.

Ana-bir kardeşlerden Esmâ Bint-i Umeys, Hazreti Ca’fer; Selmâ (Seleme olduğu da söylenmektedir) Bint-i Umeys, Hazreti Hamza; Selâme Bint-i Umeys, Abdullah İbn-i Ka’b ve Hüzeyle de ismini bilemediğimiz bir bedevi evliydi. “Ümmü’l-Mesâkîn” olarak bilinen annemiz Zeyneb Bint-i Huzeyme de onun kız kardeşleri arasındaydı. Bkz. İbn-i Hacer, Tehzîb 12/399

[7] Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ismini zikrettiği kız kardeşler, Hazreti Meymûne, Hazreti Ümmü Fadl, Hazreti Selmâ ve Hazreti Esmâ idi. Bkz. İbn-i Sa’d, Tabakât 8/109; İbn-i Hacer, Tehzîb 12/399

[8] Bkz. İbnü’l-Esîr, Üsdül-Gâbe 2/14; İbn-i Hacer, İsâbe 3/412; İbn-i Abdilberr, İstîâb 3/255; Mizzî, Tehzîbul-Kemâl 13/119

[9] İbn-i Hacer, İsâbe 8/95

[10] Meymûne Validemiz, Hâlid İbn-i Velîd’in teyzesi oluyordu ki Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) onun teyzesi Hazreti Meymûne (radıyallahu anhâ) ile evliliği, Hâlid İbn-i Velîd’in gelişinde kilit nokta­yı oluşturmuştur.

[11] İbnü’l-Esîr, Üsdül-Gâbe 2/140

[12] O gün her ne kadar Mekke’de olsa da Hazreti Abbâs ve ailesi, vazifeleri gereği müslüman olduklarını gizliyorlardı. 

[13] O günlerde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashâbı, Ebtah’ta kurduğu çadırlarda kalıyordu.

[14] Bkz. İbn Hişâm, Sire 2/230; Süheylî, Ravdu’l-Unuf 4/117; Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ 11/208

[15] Medîne’ye geldiklerinde, Ümâme için aralarında ihtilâf çıkacak ve bu ihtilâfı da yine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) çözecekti. Hazreti Zeyd, Hazreti Ali ve Hazreti Câfer’in faziletlerini sıraladıktan sonra Ümâme’nin teyzesinin Hazreti Câfer ile evli olduğunu belirterek onun Hazreti Câfer ile birlikte kalmasının daha doğru olacağını ifade edecekti. Bkz. İbn-i Sa’d, Tabakat 8/159; Vâkıdî, Megâzî 504; İbn-i Hacer, İsâbe 7/706

[16] Ne büyük tevafuktur ki Annemiz’in vefatı da yine aynı yerde gerçekleşmiştir ki mezarı da burada bulunmaktadır. 

[17] Daha önce ifade edildiği gibi Velîd İbn-i Velîd, Bedir sonrasında Müslüman olmuştu. O günden sonra diğer kardeşleriyle birlikte Hâlid İbn-i Velid’in de çok işkence etti­ği Hazreti Velîd için de Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Medîne’den dua etmiş ve namazlarında kunut okumuştur. Daha sonra bir fırsatını bulup Medîne’ye gelen Hazreti Velîd, bir daha da Mekke’ye dönmemiştir. Bkz. Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ 4/79

[18] Farklı kaynaklardaki bilgiler birleştirilerek ve bir sıraya tabi tutularak verilmiştir. İfadelerde takdim ve tehirler söz konusu olsa da mahiyette bir değişiklik yoktur. Bkz. İbnü’l-Esîr, Üsdül-Gâbe 5/423, 424; Beyhakî, Delâil 4/350; İbn-i Kesîr, Bidâye 4/258

[19] Bkz. İbnü’l-Esîr, Üsdül-Gâbe 5/423, 424; Beyhakî, Delâil 4/350; İbn-i Kesîr, Bidâye 4/258; Suyûtî, Hasâis 1/412; Hamidullah, Vesâik 85, 86

[20] Suğrâ olarak bilinen anne Lübâbe’nin, kocası Velîd İbn-i Mugîre’ye rağmen daha Mekke yıllarında iken gizlice gelip Müslüman olduğu da ifade edilmektedir. Bkz. İbn-i Habîb, Muhabber 409

[21] Mektubu okuduktan sonra Hazreti Hâlid, Mekke lideri Ebû Süfyân’ın yanına gitti; “Gel, beraber gidelim!” dedi. Ancak o, henüz o gün hazır değildi veya misyo­nu gereği, belki de Mekke’de yapması gereken başka işler vardı! Sonra, eniştesi Safvân İbn-i Ümeyye’nin kapısını çaldı; o da “Hayır!” diyordu. Ardından Osmân İbn-i Talha ile anlaştı ve birlikte Medîne’nin yoluna düştüler. Yolda onları, bir başka yolcu bekliyordu ve Amr lbn-i Âs ile cemaat olup Allah Resûlü’nün ya­nına, İslâm’ın aydınlık dünyasına geldiler.

Yazar: Dr. Reşit Haylamaz

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.