“Üç şey, mü’minin kalbine kin ve kıskançlık sokmaz…” (10 Zilhicce 10 Hicrî)
Mina’da kurbanların kesimi bitmişti. Havanın sıcaklığına ve günün yakıcılığına rağmen sabahın erken saatlerinden beri sürekli bir hareket halinde olan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), yorulmuştu. Ashâbından bir kısmıyla birlikte az ileride bir mekâna giderek oturdu ve burada dinlendiler.
Bir müddet sonra buradan ayrılan Allah Resûlü’nde bir değişiklik vardı; ihramını çıkarıp gömleğini giymiş ve güzel kokular sürmüştü! “Tahallül-ü evvel” adıyla literatüre geçecek olan bir adım atmış ve ailevî münasebetler dışındaki ihram yasaklarının, bu dakikadan itibaren kalktığını ifade etmektedir. Diğer taraftan bunun anlamı, ihrama girdiği andan itibaren bu yasaklara direnen ve kan-ter içinde geçen yolculuktan sonra ashâbının bir nebze nefes alabilmesi için Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), onlara şefkatinin bir neticesi olarak işin kolay tarafını göstermiş, henüz ifâza tavafı ve sa’y yapmadan önce, belli şartlara riayet etmek suretiyle ihramdan çıkılabileceğini göstermişti. Zaten bunu açıkça ifade ediyordu:
“Akabe cemresini taşlayıp kurban ve tıraş işlemini de yaptığınızda, eşlerinizle birleşmek dışında size herşey helâl olur!”
Ashâbıyla oturduğu bu demlerde gelip de Resûlullah’a soru soranlar oldu; onlardan birisi, “Ben, kurban kesmeden önce tıraş oldum! Ne yapmam gerekir” diye sormuştu. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ona, hiçbir müeyyide gerekmez, mahzuru yok manasında, “Kurbanını kes; zorluk yok!” buyurdu.
Başka birisi, “Sıralamayı bilemediğim için cemreden önce kurbanımı kestim?” diyerek hâlini arz etti; cevap yine aynıydı:
“Olsun; mahzuru yok!”
Bir diğeri gelmiş, “Yâ Resûlallah! Ben de traş olmadan önce tavafımı yaptım?” diyordu. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ona da aynı cevabı verdi:
“Şimdi traş ol; mahzuru yok!”
O gün öne alınan veya geriye bırakılan her meseleye, “Olsun; mahzuru yok!” şeklinde cevap veren Allah Resûlü’nü takip edenler, bugün hangi konu hakkında ve ne türlü soru sorulursa sorulsun O’nun aynı cevabı vereceğini düşünmeye başlamışlardı. Habîbullah (sallallahu aleyhi ve sellem), şöyle buyurdu:
“İzzet ve celâl sahibi Allah (celle celâlühü), -haksızlıkta bulunup müslümanın gıybetini yapan hâriç- kullarından zorluğu kaldırdı. Çünkü haksızlıkta bulunup müslümanın gıybetini yapanlar zâlim konumundadır ve helâk olmuştur!”
Ardından şöyle devam etti:
“Yüce Allah (celle celâlühü), ihtiyarlık hariç indirdiği bütün dertlerin devasını da indirmiştir!”
Aslında Resûl-ü Ekrem’in bu cevaplarında, yine ümmetine olan şefkati nümâyândı. “Hac menâkisini benden alın!” buyurup onları tatbikî bir süreçten geçiren Habîbullah (sallallahu aleyhi ve sellem), zayıf olanların ayağıyla yürüyor ve işin kolay taraflarını da göstermiş oluyordu. Zira O (sallallahu aleyhi ve sellem), daima kendisine arz edilen veya gündemine gelen iki hususun, kolay olanını tercih ederdi! Sonra ashâbına şunları söyledi:
“Şunu iyi biliniz ki üç şey, mü’minin kalbine kin ve kıskançlık sokmaz; Allah’a ihlas dolu bir yürekle ibadet, emir sahiplerine nasihatte bulunmak ve Müslüman cemaatine tâbi olmak ki onlar dua ettiğinde duaları makbuldür ve arkadakilere de şamildir!”
Minâ’da bulunduğu sırada Has’am Kabilesi’nden bir kadın gelmişti; yanındaki oğlunu gösterip mârûzatını arz ediyor ve “Bir çare!” dercesine yardım talep ediyordu; “Yâ Resûlallah!” dedi. “Bu, benim tek oğlum; ailemden geriye tek o kaldı. Ancak o da konuşamıyor!”
Kadının samimi ve çaresiz hâline muttali olur olmaz su istedi. Getirilen su ile önce mübarek ellerini yıkadı ve ardından o suyun bir miktarını mübarek ağızlarına aldı. Biraz çalkaladıktan sonra yeniden kabın içine boşalttı. Bir müddet sonra Has’amlı kadına döndü ve hasta oğluna içirip üzerine dökmesi için bu suyu ona verdi ve ona şifa vermesi için Allah’a dua etmesini tavsiye etti. Resûlullah’ın verdiği suyu alıp giderken kadının sevincine diyecek yoktu. Tavsiye yerine getirilince çocuk iyileşmekle kalmamış aklıyla da temayüz eden bir gence dönüşmüştü.!
Bu arada başka birisi, fırsatı değerlendirmek istercesine yaklaştı ve “İnsanlara ihsan edilen en faziletli şey nedir?” diye sordu. Efendimiz’in cevabı kısa ve netti:
“Güzel ahlaktır!”