İhlâs, Sadâkat, Fedâkarlık ve Teslimiyetin Sembolü: Kurban İbadeti
Kurban, “yaklaşmak” “yakınlaşmak” manasına gelmekte ve Allah yolunda malın, canın, evladu iyâlin, her şeyin feda edilebileceğini, Allah’a teslimiyeti ve O’na karşı şükür hisleriyle dolu olmayı bu vesilelerle ona yakınlaşmayı ifade etmektedir.
İslam dininin şeâirinden[1] olan kurban, dünden bu güne Hazreti Adem’in oğullarında ihlâsın,[2] Hazreti İbrahim ve İsmâil’de de kahramanlık, sadâkat, fedakârlık, hasbîlik ve teslimiyetin sembolü olagelmiştir.[3]
Hazreti İbrahim (aleyhisselâm), davası yolunda kararlılık ve tavizsizliği nedeniyle, ateşe atılmayı göze almış,[4] yurdundan sürülmeyi sineye çekmiş, Allah’ın işareti üzerine biricik yavrusunu annesi ile birlikte çorak bir vadide bırakmış, imanını muhafaza etmek ve hak dini yaymak için gurbete çıkarak diyar diyar dolaşmıştı.[5] O, uğrunda yollara düştüğü Rabb’inden, kendisine imanlı bir nesil ve sâlih bir evlat nasip etmesi için el açmış, Rabbine içini dökmüş: “Ey Rabb’im! Bana sâlihlerden olacak bir çocuk bağışla!”[6] demişti. Allah (celle celâluhu), Hazreti İbrahim’in duasını kabul etmiş ve ona “aklı başında sâlih- halîm bir evlad”[7] vermişti. O da adını “İsmâil” koymuştu. Zira Allah onun duasını işitmişti; İsmâil, “Allah duasını işitti” demekti. “Sâlih” olmasını duasında kendisi istemişti, “hilm” vasfını da Allah vermişti. Hilm sahibi Hazreti İsmâil’in soyundan gelen Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ahlâkının da temelini oluşturmaktaydı.[8]
Hilim (hilm) sahibi manasında “halîm” kelimesi şu manaları ifade etmekteydi: yumuşak huylu, sabırlı ve temkinli, sebat üzere ve kararlı, akıllı, vakarlı ve ağır başlı, munis, anlayışlı, anında öfkelenip kızmayan, maruz kaldığı olumsuz bir davranış karşısında hemen ceza vermeye kalkışmaya yeltenmeyen, teennîyle hareket eden.
Hazreti İsmâil biraz büyüyüp onun yanında koşabilecek çağa erişince Hazreti İbrahim ona: “Evladım!” dedi. “Ben rüyamda seni kurban etmeye giriştiğimi[9] görüyorum, nasıl yaparız bu işi, sen ne dersin bu işe!” Gönlü imanla dolu sâlih ve halîm bir evlad olan Hazreti İsmâil’in Allah’ın emri karşısındaki duruşu netti, tereddütsüz bir şekilde: “Babacığım!” dedi, hiç düşünüp çekinme, sana Allah tarafından ne emrediliyorsa onu yap. Allah’ın izniyle benim de sabırlı, dayanıklı biri olduğumu göreceksin!”[10]
Baba ve oğul, Allah’ın emrine ve takdirine boyun eğerler. Ne İbrahim “Oğlumu nasıl keserim” diye emri uygulamaktan vazgeçer, ne oğlu “Baba, ne yapıyorsun? Böyle bir emir mi olur!” diye herhangi bir tepki gösterir. Hazreti İbrâhim bu konuyu oğluna açması, onunla konuşması ve karar süreci ve karardan sonra emri yerine getirmesi çok zor bir imtihandır.[11] Ama onlar emre itaatdeki inceliği kavrayan insanlar olduklarında ikisi de imtihanlarında başarılı olmuşlardır. Nitekim bu imtihan ne Hazreti İbrahim’in karşılaştığı ilk imtihandı ne de daha çocuk olan Hazreti İsmâil’in karşılacağı son imtihan olacaktı. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) de bunu şöyle ifade ediyordu: “İnsanların en çok musibete uğrayanları evvela peygamberlerdir.”[12]
Artık Allah’ın emrine âmade baba ve oğul bu emri yerine getirecekti; emir hayat bulacaktı. Her ikisi de Allah’ın emrine teslim oldular, Hazreti İbrâhim oğlunu şakağı üzere (yüzükoyun/ alnı üzeri) yere yatırdı, bıçağı çekti.[13] Hazreti İbrahim bir babaydı ve keseceği kurban da oğlu bu sebeple iç dünyasında herhangi bir tepki doğmaması için yüzünü görmemek istemiş, onu alnı üzerine yatırmıştı. Tam bıçağı boğazına çalacaktı ki o sırada, Cenâb-ı Hakk, ona: “İbrâhim! Rüyanın gereğini yerine getirdin; onu kurban etmekten seni muaf tuttuk.” diye seslendi. Şüphesiz biz muhsinleri, Allah’ı görmedikleri halde, O’nu görüyormuş gibi hareket edip emrini yerine getirenleri (çünkü O’nun kendilerini gördüğünü yakinen bilmektedirler), iyileri, işte böyle ödüllendiririz!”[14]
Cenâb-ı Hak, onlara sınavı başardığını söylüyordu.. Hem ilahî hem dünyevi iki sevinci bir arada yaşadılar. Bu haber onlar için bir bayramdı. Bir taraftan her ikisi de Allah’a karşı sözlerini yerine getirmişler, emrine kayıtsız şartsız itaat ettiklerini ortaya koymuşlar; diğer taraftan da tekrar birbirlerine kavuşuşlardı. İşte Kurbân Bayram’ı onların yaşadığı bu sevinç üzerine başlar.
Hazreti İbrahim ile İsmâil’in yaşadığı bu olay, büyük bir imtihandır.[15] Hiçbir baba oğlunu kesmeyi göze alamaz. Bir baba bıçağı kendi göğsüne saplayabilir ama oğlunu kesmesi bambaşka bir şey. İnsan kimsenin kendisinden iyi olmasını istemez, ama çocuğunun kendisinden iyi olmasına çalışır. Ve hiçbir çocuk babası tarafından, babası eliyle kurban edilmek istemez. Ama bu seçkin iki insan bu çetin sınavı başardılar.
Bu imtihanın hikmeti neydi? Niçin böyle bir şeye gerek görülmüştü? Allah, neden Halîl’im dediği Hazreti İbrahim’i böylesine ağır bir imtihana tabi tutmuştu. Onun kalbinde Allah’tan başka hiç kimsenin veya hiçbir şeyin sevgisi yoktu. Allah’a olan güveni, tevekkülü sonsuzdu. Ateşe atılırken bir an olsun dahi pişman olmamıştı. Rabb’i onu kurtaracak veya hakkında hayırlı olan neyse onu nasip edecekti. Sonraları Kenan iline hicret ederken Rabb’inden sâlih bir bir çocuk istedi. O da ona İsmâil’i armağan etti. İsmâil duasının karşılığıydı. Yine Allah’ın emriyle İsmâil ve annesi Hacer validemizi, ileride insanlığın kıblegâh’ı olacak Kâbe’nin inşa edileceği, çorak ve ıssız bir vadi olan Bekke vadidinde bırakmıştı. Bırakmıştı ama içinde fırtınalar kopmuştu. Genç bir kadını küçücük bir çocukla ıssız bir çöle terk etmek nasıl bir şeydi acaba? Kim bunu göze alabilirdi? Arkasından umutsuzca “Nereye bizi bırakıp gidiyorsun İbrahim?” diye seslendiğinde ayağının altından yer çekiliyordu sanki: “Bunu Rabb’in mi emretti?” İbrahim büyük bir güven, sarsılmaz bir imanla “Evet” demişti, genç kadın “Öyleyse git, O istemişse bizi zayi etmez.” demişti. Demişti, ama bırakıp gitmek kolay mıydı? Bu olay dolayısıyla biraz da belki oğluna karşı mahcubiyet içindeydi. Onu görmeye geldiği sınırlı zamanlarda onunla neşeleniyor, mutlu oluyordu. Belki her hareketi, her gülüşü, her koşup kucağına gelişi, çağıldayarak sesler çıkarması, ilk konuşması içine tarifsiz sevinçler doğuruyordu. İsmâil O’nun için hayattı, dünyanın neşesi, zevki, mutluluğuydu. Belki de İbrahim’in ruhunda İsmâil dünya sevgisine, dünya hayatının sevgisine dönüşmüştü.
Hazreti İbrahim hiçbir zaman Allah’ı unutmadı, oğlu İsmâil’i sever veya onunla eğlenirken herhangi bir ibadetini ihmal etmedi. Ama İbrahim tek başına bir ümmetti, Ulu’l-Azm peygamberlerden biriydi.
Mal-mülk, servet; şehvet; güç ve iktidar; makam ve statü; şöhret, çocuk ve bol miktarda taraftar… Bunların hepsi insanın asıl amacı olan Allah’a bağlılığını gölgeleyen, insanı Allah’ı zikretmekten, kalbini tümüyle O’na vermekten alıkoyan faktörler olabiliyordu. İşte Hazreti İbrahim ile Hazreti İsmaîl’in yaşadığı bu olay da, İbrahim “El İnsan”, İsmâil “Ed-Dünya” rolünü oynuyordu. İbrahim ademdi, İsmâil dünyaydı. İbrahim tertemiz bir peygamberdi, ama insanlığı temsil ediyorsa, onun da dünyaya ilişkin bir zaafı olmalıydı. Bu onun oğluna olan düşkünlüğüydü. Oğlu, en sevdiği varlık, bakınca gözleri aydınlanır, içi sevinçle dolardı.
Ama yeryüzünün halifesinden beklenen her şeyini Allah’a adaması değil miydi?
Kur’an da meşru sınırları aştıklarında yakınların, eşlerin, çocukların birer “fitne-imtihan” unsuru olduğunu; haksız kazanç ve suistimale sebep olduklarında mal ve çocuğun insanın fitnesi olduğu “Biliniz ki mallarınız ve evlatlarınız, sadece birer imtihan konusudur. Büyük mükâfat ise, âhirette Allah nezdindedir.”[16] “Mal ve çocukları kendisini Allah’ı zikretmekten alıkoyan, kalbi tutkuya kapılan (kişi) ziyana uğrar.”[17] şeklinde ifade edilir. Bu bir “insanlık durumu”dur. Hazreti İbrahim, bu insanlık durumunu insanlık adına yaşamış, içinden geçmiştir. Sâlih olduğu halde, Allah ona oğlu İsmâil’i bir sınav aracı (fitne) kılmıştır. İsmâil’i bıçağın altına yatırmak ateşin içinden geçmekten daha zordur.
Hazreti İbrahim, beşeriyeti temsilen bir kere daha imtihana tabi tutuldu ve örnek rol model olarak sınavı başardı. Yani en sevdiği oğlunu Allah’a kurban etme emrine karşı çıkmadı. Amaç, İsmâil’in canını almak değildi, Allah’tan başka hiçbir şeyin daha sevgili, daha değerli, daha kabule şayan olmadığını ortaya çıkarmak, bunu fiilen kanıtlamaktı. Böylelikle “İbrahim’in Hanif dini (Millete İbrahim’e hanifen)” Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) dilinden kıyamete kadar şöyle formüle edildi: De ki: “Benim namazım da, her türlü ibadetlerim de, hayatım da ölümüm de hep Rabbülalemin olan Allah’a aittir. Eşi ortağı yoktur O’nun. Bana verilen emir budur. O’na ilk teslim olan da benim.”[18]
İşte insanın Allah’a yakınlaşmasını sağlayan kurban ibadeti, kişinin en sevdiği şeyi Allah yolunda feda edebilecek derecede yüksek takva sahibi olduğunun ifadesidir. Yani kurbandan asıl maksat dünyada her neyi en çok seviyorsak, her neye çok değer veriyorsak, onu Allah’a feda etmeye hazır olduğumuzun göstergesidir. Tabii ki dünyada en çok sevdiğimiz şey bir koyun, keçi, inek veya deve değildir. Zaten Allah’ın da kana ve ete ihtiyacı yoktur. “Unutmayın ki ne onların etleri, ne de kanları asla Allah’a ulaşacak değildir. Lâkin Ona ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz takvâdır, Allah saygısıdır.”[19] Bunun için de Allah, Hazreti İbrahim’e İsmâil’i sembolize eden bir koçu kesmesini ona emretti. Rahmân u Rahîm, İbrahim’i “İsmâil’i kurban etme doruğu”na çıkardı; ama İsmâil’i kurban ettirmeden zirveyi fethettirdi. İbrahim’in torunlarından da et ve kan değil, niyetlerinde hulûs, samimiyet ve takva istedi.
O halde kurbandan asıl maksat, Allah’a yaklaşmak, Allah’ın her türlü emrine boyun eydiğimizi ve eyeceğimizi göstermek ve gerekirse dünyada en sevdiğimiz şeyi, evladı, malı, makamı, serveti, statüyü, kabileyi, vs. feda edebilme cesaretini ortaya koymaktır.
Kurban ibadetinin dolaylı sonucu ise kurban etiyle sağlanan faydadır. Mademki hayvan kesilmiştir, bu fiille maksat ve anlam tahakkuk etmiştir, kesilen hayvanın etinden ve derisinden istifade edilecek, bir kısmı ev halkına ayrıldıktan sonra diğeri yoksullara dağıtılacaktır. Kurban vasıtasıyla elde edilen et, kurban ibadetinin maksadı ve anlamı değildir; dolaylı bir öneme sahiptir. Buna göre birisi sadece yoksullara et dağıtmak üzere hayvan kesecek olsa, kurban ibadetini yerine getirmiş olmaz, sadece hayırlı bir iş yapmış olur. İbadette temel taş niyettir. Çünkü ibadetlere en önemli anlam vederinliği katan ve aynı zamanda onları taklitlerinden ayıran husus niyettir.
Kurban ibadeti, bize hayat nimetini bahşeden ve sayısız nimetlerle serfiraz kılan Rabbimizi hatırlamanın, O’na şükrün, Hakka teslimiyetin, O’nun emirlerine inkıyadın, yeri gelince nelerden nasıl fedakarlık yapabileceğinin bir göstergesidir. Zira temeli itibariyle Hazreti İbrahim’den istenen fedakarlık çok büyüktü. Belki de bu ehemmiyetinden ötürü Resûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: مَنْ كَانَ لَهُ سَعَةٌ وَلَمْ يُضَحِّ فَلَا يَقْرَبَنَّ مُصَلَّانَا “Kimin geçim durumunda bir genişlik olur da kurbanını basite alıp kesmezse, o kimse bizim namazgâhımıza yaklaşmasın!”[20]
عَمِلَ آدَمِىٌّ مِنْ عَمَلٍ يَوْمَ النَّحْرِ أَحَبَّ إِلَى اللَّهِ مِنْ إِهْرَاقِ دَمٍ وَإِنَّهُ لَيَأْتِى يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِى فَرْثِهِ بِقُرُونِهَا وَأَشْعَارِهَا وَأَظْلاَفِهَا وَإِنَّ الدَّمَ لَيَقَعُ مِنَ اللَّهِ بِمَكَانٍ قَبْلَ أَنْ يَقَعَ فِى الأَرْضِ فَطِيبُوا بِهَا نَفْسًا “Hiçbir kul, kurban bayramı günü, Allah indinde, kurban kanı akıtmaktan daha sevimli bir iş yapamaz zira kesilen hayvan, kıyamet günü boynuzlarıyla, kıllarıyla tırnaklarıyla gelecektir. Kesilen kurbanın kanı yere düşmeden önce Allah nezdinde yüce bir mevkiye ulaşır. O halde, gönül hoşluğu ile kurbanlarınızı kesin.”[21]
Konuyla ilgili diğer bir rivayette ise kurbanın sevabı hakkında bir soruya Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): بِكُلِّ شَعَرَةٍ مِنَ الصُّوفِ حَسَنَةٌ “Yünün her tüyüne karşılık bir hasene var.” buyurmuştur.[22]
Başka bir hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kurbanı kesilecek olan Hazreti Fâtıma’ya: قُومِي إلَى أُضْحِيَّتِك فَاشْهَدِيهَا فَإِنَّهُ يُغْفَرُ لَكِ عِنْدَ أَوَّلِ قَطْرَةٍ مِنْ دَمِهَا كُلُّ ذَنْبٍ عَمِلْتِيهِ “Kalk kurbanının yanına git ve onu izle. Onun akıtılacak ilk damlası ile senin geçmiş günahların affedilecek.”[23] buyurmuştur.
Allah rızası için kesilen kurbanların ahirette geçilmesi çok zor olan sırat köprüsünde sahibi için bir binek vazifesi göreceği de hadislerde zikredilen hususlardandır. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: اِسْتَفْرِهُوا ضَحَايَاكُمْ فَإِنَّهَا مَطَايَاكُمْ عَلَى الصِّرَاطِ “Hayvanın iyi ve güzelini kurbanlık olarak seçin, çünkü o sırat köprüsünde size bineklik yapacaktır.”[24]
Mevla merhameti gereği Hazreti İbrahim’e evladını ve bizlere de kimbilir olabilecek nice ağır mükellefiyetleri bağışladı, aczimize göre muamelede bulunup yaparken hiç zorlanmayacağımız mükellefiyetle bizi memur etti. Yani, O bize Kendisine kurbiyet yollarını kolaylaştırdı. Belki, basit bir irade ile türlü türlü vesileleri bulup O’na yakın olmayı bize bahşetti.
Şimdi biz de bu devrin ibrahimleri olarak “kurban” emriyle muhatabız, peki ya bizim İsmâilimiz kim veya ne, kimler veya neler?
Makamımız mı, şerefimiz mi, konumumuz mu, kariyerimiz mi, sevdiğimiz dünyalık şeyler mi? Paramız evimiz, bahçemiz, bilgimiz, mesleğimiz, gençliğimiz ya da güzelliğimiz mi? Yoksa, nefsimiz, onun arzu ve istekleri, enâniyetimiz, benliğimiz mi?
O zaman gelin şöyle diyelim: Ey nefsim,! Gel, sen de kurban et beklentilerini, dünyevî taleplerini ve Cânan’a götürmeyen, O’nu hatırlatmayan her şeyi. Hazreti İbrahim vazife mesuliyetini babalık şefkatine tercih etti; sen de dava düşünceni, Allah yolunda yürümeyi bütün beklentilerinin önüne geçir; arzularını kurban ver; yoksa fedakarlıktan, O’nun yoluna kurban olmaktan bahis açma…
İste her Kurban Bayramı bize bunları hatırlatmalı, kurbanlarımız kesildikten sonra iki rekat şükür namazı kılıp arkasindan ellerimizi kaldırıp şöyle dua etmeliyiz:
“Rabbim! halilim dediğin Hazreti İbrahim’e (aleyhisselâm), Allah için kurban olmaya razı olan Hazreti İsmâil’e (aleyhisselâm) ve her iki peygamberin ihlâs, sadâkat, teslimiyet ve fedakarliğını evrensel bir bayrama dönüştüren Efendiler Efendisi Muhammed Mustafa’ya (sallallahu aleyhi ve sellem) sonsuz salât ve selâm olsun.
Ya Rabbi! Senin bir emrini ifa ettim ve senin için yapabileceğim fedakarlığı yaptım. Sana ben öylesine içten bağlıyım ki gerekirse senin rızan için canımı, malımı, beni dünyaya bağlayan herşeyi… veririm. Bu ibadeti benden kabul buyur, günahlarımı affeyle ve beni sâlih kulların arasına kat. Ailemize, milletimize ve içinde yaşadığımız dünyaya huzur ve barış ihsan eyle!”
Dipnotlar:
[1] Kur’ân’ı Kerim’de, وَالْبُدْنَ جَعَلْنَاهَا لَكُمْ مِنْ شَعَائِرِ اللَّهِ لَكُمْ فِيهَا خَيْرٌ “Biz kurbanlık büyükbaş hayvanları da sizin hakkınızda Allah’ın dininin şeâirinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır.” Hac Sûresi, 22/36. buyrularak kurbanın dinin bir şeâiri olduğuna açık bir şekilde vurgu yapılmıştır. Şeâir: Görülünce ve haklarında düşünülünce Allah Teâlâ’yı hatırlatan, onlara saygı göstermeye ve kulluk vazifelerini onlar vesilesiyle yapmaya davet edildiğimiz şeylere denir.
[2] Kur’ân’da Hazreti Âdem’in iki oğlunun Allah’a “kurban” takdim ettiklerini, bunlardan birisinin kurbanı kabul edilirken diğerinin kurbanının kabul edilmediğinden bahsetmektedir. Mâide Sûresi, 6/27-29.
[3] Cenâb-ı Hak, Hazreti İbrahim ve İsmâil’in başından geçen Kurban olayını, Kur’an’da Sâffât Sûresi’nin 100-113 âyetlerinde anlatarak bizleri de haberdar etmiştir.
[4] Bkz.: Sâffât Sûresi 37/88-97
[5] “İbrâhim dedi ki: “Ben, Rabbimin gitmemi emrettiği yere doğru gidiyorum, O, elbet bana yol gösterecektir.” Sâffât Sûresi 37/99
[6] “Ya Rabbî, sâlih evlatlar lütfet bana!” Sâffât Sûresi 37/100
[7] “Biz de ona aklı başında bir oğul müjdeledik.” Sâffât Sûresi 37/101
[8] Ebû Dâvûd’un es-Sünen’inde “Kitâbü’l-Edeb”in ilk babı “el-Hilm ve ahlâku’n-nebî” başlığını taşır. Bu başlık, Resûlullah’ın ahlâkının temelini hilmin oluşturduğuna işarettir. Burada onun hoşgörüsünü, affediciliğini ve sabrını anlatan hadisler yer alır.
[9] Âyetteki ifade de ince nokta Hazreti İbrahim, rüyasında Hazreti İsmâil’i kurban ettiğini değil, kurban etme girişiminde bulunuduğunu görüyor ve oğlu İsmâil’e durumu anlatıyor. Hazreti İsmâil de ona terddütsüz “emrolunduğun şeyi yap” diyor.
[10] Sâffât Sûresi 37/102
[11] “Bu, gerçekten pek büyük bir imtihandı.” Sâffât Sûresi 37/106
[12] Bkz: Buhari, Merdâ, 3; İbn-i Mâce, 23; Dârimi, Rikâk, 67; Müsned, 1/172, Tirmizi, Zühd 57
[13] Sâffât Sûresi 37/ 103-104
[14] Sâffât Sûresi 37/105; Bu âyetlerden, peygamberlerin rüyasının vahiy şekillerinden biri olduğu anlaşılıyor. Aksi takdirde Allah onu uyarır ve Kur’ân’da böylesine bir yanlış anlaşılmaya engel olurdu. Kurbanlık çocuğun adı Kur’ân’da açıklanmaz. Müfessirlerden İsmâil diyenlerin yanında İshak olduğunu söyleyenler de vardır. Ekseriyet birinci görüştedir. Yahudi – Hıristiyan geleneği ise İshak olduğunu söyler.
[15] “Bu, gerçekten pek büyük bir imtihandı.” Sâffât Sûresi 37/106
[16] Enfal Sûresi, 8/2; “Öyle bir gün gelir ki ‘Yakın akraba ve çocuklar fayda sağlamaz.’” Mümtahine Sûresi 60/ 3; Ayrıca bkz.: Tegâbûn Sûresi 64/15
[17] Münafikun Sûres, 63/ 9
[18] Enâm Sûresi 6/162
[19] “Biz kurbanlık büyükbaş hayvanları da sizin hakkınızda Allah’ın dininin şeâirinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Onlar boğazlanmak üzere saf halinde dururken onları kestiğiniz zaman Allah’ın adını anın! Yanı üstü yere yıkılınca da onlardan hem siz yiyin, hem kanaat gösterip istemeyene, hem de isteyen fakire yedirin! İşte böylece onları size âmâde kıldık ki şükredesiniz. Fakat unutmayın ki ne onların etleri, ne de kanları asla Allah’a ulaşacak değildir. Lâkin Ona ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz takvâdır, Allah saygısıdır. O bu hayvanları size âmâde kıldı ki, sizi doğru yola eriştirdiği için O’nun yüceliğini ilan edesiniz. Öyleyse güzel davrananları müjdele!” Hac Sûresi 22/36-37
[20] İbn Mâce, edâhî 2; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 2/321.
[21] Tirmizî, edâhî 1.
[22] İbn Mâce, edâhî 3.
[23] Hâkim, el-Müstedrek 4/247.
[24] Münâvî, Feyzu’l-kadîr 1/634 (992).