Hudeybiye Anlaşması ve Hz. Ömer’in Feveranları (23 Zilkâde 6 Hicrî)
Hudeybiye’de prensipte üzerinde anlaşılan maddeler, mü’minlere çok ağır gelmişti; bir yandan ayak diretip de hiç taviz vermeyen Süheyl, diğer yanda ise bunları karşı tarafa verilmiş tavizler olarak değerlendiren mü’minler vardı; maksatları Allah Resûlü’ne tepki değil, meselenin bütün yönleriyle vuzuha kavuşturulmasıydı. Çünkü bugüne kadar Allah ve Resûlü’nden öğrendikleri arasında, inanan bir mü’minin imansız bir kâfir veya müşrikten üstün olduğu da vardı ve şu anda karşılaştıkları husus, sanki bu bilgiyle çelişir gibi duruyordu. Bilhassa Hz. Ömer hızını alamayıp huzur-u risalete gelmiş:
– Yâ Resûlallah, diye sesleniyordu. Sen, gerçekten Allah’ın peygamberi değil misin?
– Evet; Ben Allah’ın Resûlü’yüm, diye cevapladı Allah Resûlü Hz. Ömer’i. Ancak o, bu cevapla teskin olacak gibi değildi ve sorularına devam etti:
– Bizler hak üzere iken onlar ise bâtılı temsil etmiyorlar mı?
– Evet!
– Bizim ölülerimiz Cennet’te, onlarınki ise Cehennem’de değiller mi?
– Evet!
– Öyleyse biz, dinimiz konusunda bu tavizi onlara niye veriyor; onlarla aramızdaki hükmü Allah vereceği âna kadar mücadele etmeden niye geri dönüyoruz?
– Ben Allah’ın kulu ve Resûlü’yüm; O’na asla isyan etmem! O da Beni asla zorda bırakmaz; zira her durumda Bana yardım eden O’dur!
– Beytullah’a gidip de onu gerçekten tavaf edeceğimizi Sen söylememiş miydin?
– Evet; Ben söylemiştim! Ancak Ben sana hiç, “Bu yıl gideceksin” dedim mi?
– Hayır!
– Unutma ki bir gün sen, mutlaka oraya girecek ve Beytullah’ı da tavaf edeceksin!
Fıtrat itibariyle müteheyyiç bir yapıya sahip olan Hz. Ömer, sadece o günü düşünüyor ve savaşın olmadığı zeminlerin, istikbalde karşılarına ne türlü fırsatlar çıkaracağını hesap etmeden fevrî tepki veriyordu. Hatta hızını alamayacak ve Hz. Ebû Bekir’in yanına giderek benzeri şeyleri ona da söyleyecekti. Sadakatin zirve insanı Hz. Ebû Bekir, kendisine sorulan her soruyu büyük bir temkinle yaklaşıp cevaplıyor ve her cevabında da Resûlullah’ın sözlerine paralel bir netice ortaya koyuyordu. Nihâyet Hz. Ömer’e döndü ve:
– Behey adam, dedi. Şüphe yok ki O, Resûlullah’tır; Allah’a isyan edecek değil ya!
– O’nun Allah’ın Resûlü olduğunu ben de biliyorum, diye cevaplamak istedi Hz. Ömer. Ancak Hz. Ebû Bekir devam ediyordu:
– Hem O’nun yardımcısı Allah’tır; ölünceye kadar sen, O’nun peşinden bir milim ayrılma! Allah’a yemin olsun ki O, her zaman hak üzeredir.
Belli ki bugün Hz. Ömer’in şahsında Allah (celle celâluhû), ümmet-i Muhammed için benzeri olaylar karşısında nasıl bir tavır takınılması gerektiğinin örneğini gösteriyor ve sadece o günü düşünerek tepki verilmeyip sonuç itibariyle elde edileceklerin nazara alınarak itidal içinde olunması gerektiğini fiilen gösteriyordu. Zira yıllar sonrasında Hz. Ömer, bugün attığı bu adımlar ve yaptığı bu konuşmalardan dolayı bin pişman olacak ve kendini affettirmek için de sürekli nafile namaz kılıp oruç tutacağını, sadaka verip köle azat edeceğini söyleyecekti.
Zaten o gün Hz. Ömer’in bu kadar ısrarına şahit olan bir başka sahabî Ebû Ubeyde İbn Cerrâh, ona dönecek ve:
– Ey Hattâboğlu, diye seslenecekti. “Resûlullah’ın ne dediğini duymuyor musun? En iyisi mi sen, şeytanın şerrinden Allah’a sığın ve eleştireceksen kendi düşünceni eleştir!”
Bunun üzerine Hz. Ömer:
– Huzur-u ilahîden kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım, diyerek tekrarlamaya başlayacak; duyguları itibariyle sükûnet bulamamış olsa da, mantık ve akıl yönüyle teslim olup bundan sonrası için de duygularını bastırmaya çalışacaktı.