Asr-ı Saâdet’te Bayram
Asr-ı Saâdet’te Ramazan ve Kurban bayramları,[1] hicretin ikinci senesinden itibaren kutlanmaya başlanmıştır.[2] Müslümanların kutladığı ilk bayram, bu senenin Ramazan bayramıdır.[3] Bu yıl Şâban ayında, Ramazan orucu farz kılınmış ve Ramazan ayını oruçlu geçiren mü’minler sonraki ay olan Şevval ayının ilk üç gününü bayram olarak kutlamışlardır. Kurban bayramı[4] da yine ikinci senede, Zilhicce ayının onu itibariyle dört gün olarak kutlanmaya başlanmıştır.
Bayramların Belirlenmesi
Bayram coşku ve heyecanını hisseden çocuklardan biri olan Hazreti Enes (radıyallâhu anhâ), Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ramazan ve Kurban bayramlarını nasıl belirlediğini şöyle anlatır:
Allah Resûlü Medine’ye geldiğinde halk senenin iki gününde[5] oynayıp eğleniyordu. “Bu iki gün nedir?” diye Medinelilere sordu. Onlar da “Câhiliye döneminde o günlerde eğlenirdik.” dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Sizin de eğleneceğiniz iki gününüz vardır. Allah, Câhiliye’deki bu günlerin yerine size daha hayırlısını verdi. Bunlar Ramazan ve Kurban bayramı günleridir.”[6]
Bu iki bayram, iki önemli ibadete bitişik olarak tayin edilmişti; birincisi oruç ibadetinin yapıldığı Ramazan ayına, diğeri de hac ibadetinin yapıldığı hac günlerine. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ramazan bayramını, Müslümanların orucu birlikte tamamladıkları gün, Kurban bayramını da birlikte kurban kestikleri gün olarak tarif ediyordu.[7]
Ramazan ve Kurban bayramları, Müslümanlara has günlerden olması sebebiyle İslam’ın şeârindendir. “Kim Allah’ın şeairini tazim ederse, şüphe yok ki bu, kalplerin takvâsındandır.”[8] Âyeti kerimesi gereğince de bu günlere Müslümanların gerekli ehemmiyeti göstermeleri gerekmektedir.
Ramazan boyunca oruç tutup namaz kılan, Kur’ân ile hem hal olan, zenginse zekât ve fıtır sadakası verip fakirlerin sıkıntılarını gideren, kısacası gufranla tüllenen bir ayı ibadetle geçiren ve yaptığı güzel işlerle Allah’ın rahmet ve mağfiretini ümit eden Müslümanlar, hayrı, bereketi, neşesi sıkıştırılmış bir gün diyebileceğimiz bayrama kavuşurlar. Sonra ikinci bir mutluluğu da Hac mevsiminde yani Kurban bayramında yaşarlar. Hazreti İbrahim’in gördüğü bir rüya üzerine oğlunu kurban etmek istemesi, oğlunun babasına itaati ve onların bu sadakatine karşılık verilen kurbanın[9] hatırası böylece Müslümanlar tarafından her yıl yâd edilmeye başlamıştır.
Asr-ı Saâdet’te Bir Bayram Günü
Musalla’da Bayram Namazı ve Bayramlaşma
Bayram günleri, erkek, kadın ve çocuk bütün Müslümanların katılımıyla musallâda[10] kılınan bayram namazlarıyla başlardı.[11] Bayram günleri için “Bugün yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır.”[12] buyuran Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ramazan ve Kurban bayramı günlerinde gusül abdesti alır[13] ve ashâbına da gusül abdesti almaları yönünde tembihte bulunurdu.[14]
Sabah namazını Mescid-i Nebevî‘de kıldıran Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), güneş belli bir mesafeye gelince evinden çıkar ve tekbirlerle musallâya doğru giderdi.[15] Ramazan bayramı ise evden çıkmadan, birkaç hurma ile ağzını tatlandırır. Kurban bayramında ise bayram namazından dönmedikçe bir şey yemezdi.[16]
Namazın kılınacağı yere giderken Necâşî tarafından hediye edilen bir asâ veya mızrak (aneze) birlikte götürülür ve bayram namazı kıldıracağı yerin önüne sütre olarak dikilirdi. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve selem) bayram namazında normal namaz tekbirlerine ilâve tekbirler alır,[17] namazda sesli olarak A’lâ ve Gâşiye Sûrelerini okur,[18] ardından bayram hutbesini irad eder[19] ve sonra da tüm Müslümanlara dua ederdi.[20]
Namazdan sonra ilk bayramlaşma, bayram namazını eda edildiği musallâda olurdu. Musallânın ibadet edilen bir mekân olması yanında kadın, erkek, küçük büyük herkesin katılımıyla sevinç, birlik ve beraberlik içinde bayramın kutlandığı bir yerdi. Müslümanlar birbiriyle, “Allah bizden de sizden de kabul etsin” (تَقَبَّلَ اللَّهُ مِنَّا وَمِنْكَ) diyerek bayramlaşırlardı.[21]
Allah Resûlü musallâya giderken ve gelirken farklı yollar kullanırdı.[22] Bundan dolayıdır ki bayram namazına yürüyerek gitmek, dönüşte de farklı bir yoldan gelmek ve yolda tekbir getirmek Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) sünnetidir.
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Kurban bayramında namazın ardından musallâ yakınında kurbanını keserdi.[23]
Bayram namazından önce başka namaz kılmayan Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bayram namazını kılıp evine döndükten sonra iki rekât namaz kılardı. [24]
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), sadece erkeklerin değil, genç ihtiyar, evli bekar bütün kadınların da bayram namazına katılmasına önem verir, toplumun hiçbir ferdinin, böylesine önemli bir günün bereketinden mahrum kalmasını istemezdi. Hatta bayramlık elbisesi olmayan hanım sahabîlerin bir arkadaşından ödünç elbise alarak musallâya gelmelerini söylerdi.[25]
Ensar hanımlarından Ümmü Atıyye (radıyallâhu anhâ), o günleri şöyle anlatmaktadır: “Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), genç yaşlı, evli bekâr bütün hanımların bayram günü, bayram namazının kılındığı musallâya gelmesini, hatta âdetli olanların da buraya gelerek namaz kılmaksızın bir kenarda durmalarını, tekbirlere iştirak etmelerini; hutbeyi dinleyip oradaki hayır, bereket ve duadan nasiplenmelerini isterdi.”[26]
Peygamber Efendimiz’in (sas) Hanım Sahabîlerle Bayramlaşması
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), namaz sonrasında bir sahabî efendimizi yanına alarak hanım sahabîlerin bulunduğu yere gelir ve onlara bayramlaşırdı. Bir bayram namazından sonra Hazreti Bilâl’i yanına alarak hanım sahbîlerin bulunduğu mekâna gelmiş ve onlara, “Ey hanımlar topluluğu! Sadaka verin, bilin ki sadaka sizin için daha hayırlıdır!” buyurmuş; yoksullar için onlardan yardım talep etmişti. Resûlullah’ın bu çağrısına kadınlar yüzüklerini ve çeşitli ziynet eşyalarını bağışlamak suretiyle karşılık vermişlerdi.[27]
Sadaka Toplanması
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bayram namazından sonra sadece hanım sahabîleri değil, tüm Müslümanları “Sadaka veriniz!” sözüyle hayır ve hasenata teşvik etmiştir. Cömertliğiyle meşhur sahâbîlerden Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallâhu anh), Resûlullah’ın bayram günleri insanlara iki rekât namaz kıldırdıktan sonra ayağa kalktığını ve saflar hâlinde oturmuş olan cemaate doğru dönerek “Sadaka veriniz!” buyurduğunu ve bu durumlarda en çok sadaka verenlerin hanımlar olduğunu bizlere haber vermektedir.[28]
Yine bir Kurban Bayramında, çöl halkından birçok fakir gelmişti bayram namazını kılmaya. Onların ihtiyaç içerisinde olduğunu bilen Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ashâbına “Kurban etinden üç gün yetecek kadarını ayırın ve kalan kısmını sadaka olarak dağıtın.” emrini vermiş ve fakirlerin çok olması sebebiyle kurban etlerinin dağıtılmasını istemişti.
Sevinç ve Neşe ile Geçen Bayram Günleri
Asr-ı Saâdet’te bayram günleri, tüm mü’minlerin bir arada kutladıkları hayır, bereket, sevinç ve neşe günleriydi. En güzel ve en temiz elbiseler giyilir ve musallada hep beraber bayram namazı eda edilirdi. Herkes birbiri ile selamlaşıp bayramlaşır ve birbirlerine ikramda bulunurdu. Bugünlerde at ve deve yarışları yapılır, çocuklar oyunlar oynar, tüm Müslümanlar meşru dairede eğlenirlerdi.
Medine’de bir Kurban Bayramı günü idi. Hazreti Âişe’nin yanında ensardan iki küçük kız def çalıp şarkı söylüyor, Medine’nin İslâm’la şereflenmesinden önce yaşanan Buâs Günü’nü anlatan şiirlerden oluşan şarkıları söylüyorlardı. Bu iki küçük kız şarkıcı da değillerdi. Allah Resûlü ise aynı odada örtüsüne bürünerek istirahata çekilmişti. Tam bu esnada içeriye Ebû Bekir girdi ve muhtemelen istirahat hâlindeki Allah Resûlü’nü rahatsız ettikleri düşüncesiyle, ‘Allah Resûlü’nün evinde şeytan işi çalgılar ha!’ diyerek kızı Âişe’ye çıkıştı.[29] Ebû Bekir’in bu tepkisi üzerine Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) yüzünü açtı ve “Ey Ebû Bekir! Onlara ilişme! Çünkü bu günler bayram günleridir.”[30] buyurdu ve “Her toplumun bir bayramı vardır. Bu da bizim bayramımızdır.”[31] diyerek bayramların özel, müstesna günler olduğunu ifade etti.
Müslümanlar bayramları neşe ve mutluluk içinde geçirirlerdi. Küçük kızların şarkılar söylediği bayram gününün bir başka vaktinde Allah Resûlü, Habeşlilerin mescidde sergiledikleri mızrak kalkan oyunlarını eşi Hazreti Âişe ile birlikte seyretmiş,[32] gösterilere müdahale etmek isteyen Hazreti Ömer’e engel olmuş[33] ve gösteri yapanları rahatlatmıştı.[34]
Bayramlarda eğlence düzenleme âdeti daha sonra da sürdürülmüş, hatta sahâbeden Iyâz İbn-i Amr el-Eş’arî, Fırat’ın sol kıyısında sıralı şehirlerden biri olan Enbâr’da neşesiz geçen bir bayram gününe şahit olunca, alışık olmadığı bu durum karşısında, “Neden Resûlullah’ın huzurunda kız ve erkek çocuklarının çalgılar eşliğinde oynadığı gibi sizin de oyunlar oynadığınızı göremiyorum?” diye uyarma ihtiyacı hissetmişti.[35] Çünkü ona göre bayramlarda eğlenmek Allah Resûlü’nün bir sünneti idi.[36]
Bayramda Birlik, Beraberlik ve Kardeşlik Ruhu
Bayramlar, birlik ve beraberlik düşüncesinin öne çıktığı; birbirlerini sevme, birbirlerine merhamet ve şefkat gösterme hususunda bir insan bedenine benzetilen[37] Müslümanların gönüllerini birbirlerine açtıkları, tüm Müslümanların kardeş olduğu vurgusunun güçlü bir şekilde hissedildiği günlerdir.
Nitekim, Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ramazan Bayramı’nı, Müslümanların orucu birlikte tamamladıkları gün, Kurban Bayramı’nı da birlikte kurban kestikleri gün olarak tarif ediyordu.[38]
Bu günlerde kardeşlik ruhuna ters olan, güvensizliği çağrıştıracak, bayramın ruhuna aykırı hiçbir davranışa mahal verilmemelidir. Mesela bayramda her hangi bir kazaya sebebiyet verme ihtimalinden dolayı silah taşımak yasaklanmıştır.[39]
Yeme İçme ve İkramda Bulunma günleri
Bayramın hürmetine küsler barıştırılır, dargınların gönlü alınır, büyükler ziyaret edilir, akrabalık ve dostluk bağları tazelenir.
Bayramlar birlikte yeme, içme ve ikramda bulunma günleridir.[40] Bayramlar için “Bugünler yeme içme günleridir.”[41] buyuran Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve selem), bayram günlerinde oruç tutulmamasını yasaklamıştır.[42] İnsanlar birbirlerine tebessüm teâtisinde bulunur, fakiri-fukarayı gözetiyor ve eşe-dosta yemek yedirirlerdi.
Asr-ı Saâdet’te Bayram namazlarından sonra cemaate tatlı veya yemek ikram edilirdi. Bir Kurban Bayramı günü bayram namazı kılınmış ve ortaya tirit yemeği getirilmişti. Halk hemen yemeğin başına toplandı. Ancak oturanların sayısı artıp sıkışınca herkesle birlikte sofraya oturmaktan çekinmeyen Resûlullah da diz çökmek zorunda kalmıştı. Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu oturuşunu yadırgayan bir bedevi, “Bu oturuş da neyin nesi?” diyerek şaşkınlığını dile getirmişti. Onun bu sözüne karşılık Allah Resûlü, “Şüphesiz ki Allah beni mütevazı bir kul olarak yarattı, zorba ve inatçı biri olarak değil!” karşılığını vermişti.[43]
Peygamber Efendimiz’in (sas) Bayramdaki Tevazusu
Kâinatın İftihar Tablosu Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) tevazusunu ve tabiîliğini hiçbir zaman kaybetmemiş, her zaman ashâbı kirâmın arasında onlardan birisi gibi yaşamıştı. Ne kıyafetinde, ne oturup kalkmasında ne de yiyip içmesinde diğer insanlardan farklı gözükmek istemez ve kendisine farklı muamele yapılmasını da reddederdi. O (sallallâhu aleyhi ve sellem), kendisini onlardan farklı birisi olarak göstermek istemiyor, bir kul olduğunu her fırsatta dile getiriyordu. O, yemek yerken yere oturur ve “Ben bir kul yediği gibi yer ve kulun oturduğu gibi otururum.” derdi.[44] Arkadaşlarıyla birlikte iken, giyimiyle ya da tavırlarıyla dikkat çekmez, tam anlamıyla onlardan biri gibi görünmeyi tercih ederdi.
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) farklı konularda maslahata uygun gördüğü teklifleri kabul ederken Hazreti Ömer’in (radıyallâhu anh) bayramlarda ve heyetler geldiğinde “ipek elbise giymesi” hususundaki önerisini geri çevirmişti.[45]
Bayramda Ev Ziyareti
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bayram günlerinde ashâbından bazılarını yanına alarak ev ziyaretlerinde bulunurdu. İşte böyle bir bayram günü ashâbından bazılarıyla birlikte bayramlaşmaya çıkmıştı. Ebû Kesîr’in evine vardıklarında, avluda kasapların toplandığını ve Câhiliye günlerini yâd ettiklerini gördü. Allah Resûlü onlara, “Alım satım işlerinizi nasıl yaparsınız?” diye sordu. Onlar da, “Şöyle alır, şöyle satarız.” diye ticarî usullerini anlattılar. Resûlullah onlara, “Dilediğiniz gibi alın satın fakat sakın kendi ölmüş hayvanın etini, kesilen hayvanın etine karıştırmayın!” buyurdu ve sözüne şöyle devam etti:
“Ey insanlar! Şu söyleyeceklerimi iyi belleyin: Karaborsacılık yapmayın. Müşteri kızıştırmak için fiyat artırmayın. Satış için pazara mal getiren yabancı tüccarın malını, pazara girip fiyatları öğrenmeden satın almayın. Şehirde oturan (piyasayı bilen) kişi, (piyasayı bilmeyen) köylü namına satış yapmasın. Hiç kimse kardeşinin pazarlığı bitmeden müşteriye yeni fiyat teklif etmesin!”[46]
Bayramda İbadetü Taât
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve selem) bayram günlerinde tekbir (Allahu ekber), tehlîl (Lâ ilâhe illa Allah) ve tahmîdlerin (Elhamdulillah) çoğaltılmasını istemiştir.[47] Nitekim Kurban bayramlarında Arefe Günü sabah namazından başlayarak bu bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar her farz namazın ardından teşrik tekbirleri okumak vaciptir. Bayram gecelerinin de namaz, dua, zikir..ile ihya edilmesi konusunda Müslümanları teşvik eden Efendimiz, “Kim Ramazan ve Kurban bayramı gecelerini karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek (namaz, dua ve zikirle) ihya ederse, kalblerin öldüğü günde onun kalbi ölmez.”[48] buyurmuştur.
Dipnotlar:
[1] Arapçada, îdü’l-fıtr ve îdü’l-adhâ şeklinde adlandırılır.
[2] Bozkurt, Nebi, “Bayram” DİA, 5/259
[3] Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve selem) Ramazan ve Kurban bayramları Hicret’in birinci yılının sonlarına doğru belirlemiş ama her iki bayram da ilk defa Hicret’in ikinci yılında kutlanmıştı. Çünkü bayramların belirlenmesinden sonra, o senenin Ramazan ve Zilhicce ayları geçmişti.
[4] Kurban bayramıyla özdeşleşen hac ibadeti ise Hicrî dokuzuncu yılda farz kılınmıştır.
[5] Bu günlerle alakalı bkz.: Süyûtî, Şerhu Süneni İbn Mâce, 123
[6] Nesâî, Salâtü’l-îdeyn 1; Ebû Dâvûd, Salât 239
[7] Ebû Dâvûd, Sıyâm 5
[8] Hacc Sûresi, 22/32
[9] Bkz.: Sâffât Sûresi, 37/102-107.
[10] Musalla, “namazgâh” demektir. Yerleşim merkezlerinin dışında bayram, yağmur duası (istiskā) ve cenaze namazlarının kılındığı açık, geniş yerler için kullanılır. Resûl-i Ekrem, Mescid-i Nebevî’nin Mescid-i Harâm’dan sonra en faziletli mescid olduğunu belirtmesine rağmen daha fazla cemaatin katılabilmesi için bayram ve cenaze namazlarında ve yağmur duasında musallâya çıkardı. Bkz.: N. Bozkurt, “Namazgâh”, DİA, 32/357.
[11] Ebû Hüreyre’nin rivayetine göre, bayram namazlarını hemen her zaman musallâda kılan Efendimiz, bir bayram yağan yoğun yağmur sebebiyle musallâya çıkamamış, namazı mescidde kıldırmıştır. ( Ebû Dâvûd, Salât 248, 251)
[12] Buhârî, Îdeyn 3; Müslim, Edâhî 7
[13] Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 4/79 (16840)
[14] İbn Mâce, İkâmetü’s-salavât 169
[15] Bayram musallâsı Medine’nin üç vadisinden biri olan Buthân’da olup Mescid-i Nebevî’ye yaklaşık 500 m. mesafedeydi.
[16] İbn Mâce, Sıyâm 49
[17] Dârimî, Salât 220; İbn Mâce, İkâmetü’s-salavât 156
[18] Ebû Dâvûd, Salât, 234, 236; Nesâî, Salâtü’l-îdeyn 13
[19] Buhârî, Îdeyn 8, Müslim, Salâtü’l-îdeyn 8
[20] Buhârî, Îdeyn 12
[21] İbn-i Hacer, Fethu’l-bârî 5/119; Süyûtî, el-Hâvî fi’l-fetâvâ 1/109. Bazı rivayetlerde, Peygamber Efendimiz’e (sas) insanların bu şekilde bayramlaştığı söylendiğinde Efendimiz’in bunun ehli kitabın bir adeti oladuğunu söylediği ve bu davrnışı kerih gördüğü yer alır. Bkz.: Beyhâkî, Sünen 3/320.
[22] Buhârî, Îdeyn, 24, Tirmizî, Cum’a 30; Tirmizî, Cum’a 37; İbn Mâce, İkâmetü’s-salavât 161,162
[23] Buhârî, Îdeyn 24
[24] İbn Mâce, İkâmetü’s-salavât 160
[25] Ebû Dâvûd, Salât 238, 241
[26] Buhârî, Salât 2, Îdeyn 15; Müslim, Salâtü’l-îdeyn 12
[27] Müslim, Salâtü’l-îdeyn 2
[28] Müslim, Salâtü’l-îdeyn 9; İbn Mâce, Salavât 158
[29] Buhârî, Îdeyn 2; Müslim, Salâtü’l-îdeyn 16
[30] Buhârî, Îdeyn 25; Müslim, Salâtü’l-îdeyn 17
[31] Buhârî, Îdeyn 3;Müslim, Salâtü’l-îdeyn 16
[32] Efendimiz (sas), Âişe Validemiz’i omuzuna alıp Mescid’de gösteri yapan Habeşlileri seyrettirmiştir. Müslim, Salâtü’l-îdeyn 19; Buhârî, Îdeyn 2
[33] Buhârî, Menâkıb 15
[34] Buhârî, Îdeyn 25
[35] İbn Mâce, İkâmetü’s-salavât 163
[36] Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ 10/366
[37] Müslim, Birr ve sıla 66
[38] Ebû Dâvûd, Sıyâm 5
[39] İbn Mâce, İkâmetü’s-salavât 168
[40] Müslim, Sıyâm 138
[41] Ebû Dâvûd, Savm 50; Tirmizî, Savm 59; Nesâî, Menâsik 195
[42] Buhârî, Savm 66, 67; Müslim, Sıyâm 138, 142
[43] Ebû Dâvûd, Et’ıme 17
[44] Abdürrezzâk, Musannef 10/ 415 (19543)
[45] Buhârî, Cum’a 7; Müslim, Libâs ve zînet 6
[46] Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 22/382 (19472)
[47] Şevkânî, 3/354, Dârekutnî 2/49
[48] İbn-i Mâce, Zekât 68