Ezanın Başlangıcı

918

Mekke, şiddet soluyup kin kusan bir yapıya sahipti ve burada müşterek namaz kılmak, ancak sessiz ve kuytu yerlerde mümkün olabiliyordu. Ancak Medine, daha mûnis ve beraberce cemaat oluşturmaya çok müsaitti. Üstüne üstlük burada, Mescid-i Nebevî de inşa edilmiş; cemaatle namaz kılınmaya hazır bekliyordu.

Namaz vakitleri de belliydi; ancak, bu vakitleri insanlara hatırlatıp onları namaza çağıracak, ortada henüz bir yöntem yoktu. Bunun için önce, Yahudilerde olduğu gibi bir borazan çalma meselesi gündeme getirildi; uygun bulunmadı. Ardından, Hristiyanlarda olduğu gibi bir çan konuşuldu; bu da uygun değildi ve reddedildi. Anlaşılan, yeni bir haber bekleniyordu.

Derken, hem de namaza davetin konuşulduğu bu günlerden birinde Abdullah İbn Zeyd, Efendimiz’in huzuruna gelmiş rüyasını anlatıyordu:

– Yâ Resûlallah! Bu gece rüyamda, üzerinde iki parçadan oluşan yeşil elbiseli bir adam yanıma geldi; elinde, büyük bir çan vardı. Ben kendisine:

– Ey Allah’ın kulu! Bunu bana satar mısın, diye sordum.

– Onu ne yapacaksın, dedi. Ben de:

– Onunla insanları namaza çağıracağım, cevabını verdim.

– Bundan daha hayırlısını sana öğreteyim mi, dedi.

– Nedir o, deyince de, şunları söyleyerek insanları namaza çağırmamı söyledi:

– Allahü Ekber, Allahü Ekber, Allahü Ekber, Allahü Ekber

Eşhedü en lâ ilâhe illallah, eşhedü en lâ ilâhe illallah

Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah, eşhedü enne Muhammeden Resûlullah

Hayye ale’s-salâh, hayye ale’s-salah

Hayye ale’l-felâh, hayye ale’l-felâh

Allahü ekber, Allahü ekber

Lâ ilâhe illallah.

Bunları dinler dinlemez Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Şüphesiz ki bu, doğru ve hak bir rüya, dedi önce. Belli ki, anlatılanlar çok hoşuna gitmişti.

Derken, birden Cibril’in havası hissedilmeye başlandı mecliste. Belli ki, yeni bir haber geliyordu. Vahyin emareleri ortadan kalkıp da meclis sükûn bulunca, Hz. Abdullah’ı yanına çağırıp ardından da şunları söyledi:

– Kalk ve bunları Bilâl’e de öğret! Bunlarla insanlara o seslensin! Çünkü onun sesi, seninkinden daha gür.

Çok geçmeden Hz. Bilâl, ezanla insanları namaza davet ediyordu.

Beri tarafta ise Hz. Ömer, Efendimiz’in arkasında namaz kılmak için evinden çıkmak üzereydi. Gördüğü rüyayı O’nunla paylaşmak için can atıyordu; çünkü bu rüya, birkaç gündür konuşulup da bir türlü çözüme kavuşturulamayan namaza davet meselesini çözecek bir rüya idi. Tam, bu duygularla dolu iken kulağına, birden Hz. Bilâl’in yanık sesi geliverdi. Şaşırmıştı; zira bu ses, gördüğü rüyada kendisine söylenilen cümleleri tekrar ediyordu. Yoksa bütün bunlar, birer rüya değil de gerçek miydi!? Veya, hâlâ rüya mı görüyordu?

Eteklerini topladı ve hızlı adımlarla Mescid-i Nebevi’ye doğru koşturmaya başladı. Huzura geldiğinde soluk soluğa kalmış, Efendimiz’e şöyle diyordu:

– Ey Allah’ın Nebi’si! Seni Hak ile gönderene yemin olsun ki, bunun aynısını ben rüyamda görmüştüm!

Senden daha fazlasına ben şahit oldum dercesine bir duruşu vardı Allah Resûlü’nün ve Hz. Ömer’e dönerek, iltifat yüklü şu cümleyi söyledi:

– Bu konuda vahiy senin önüne geçti, Ardından da:

– Bundan ve Ömer’in rüyasından dolayı Allah’a hamd olsun, buyurarak Allah’a hamd edecekti.1Bkz. Ebû Dâvûd, Sünen, 1/189 (499); İbn Hibbân, Sahîh, 4/573 (1679); Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, 1/390 (1704); İbn Hişâm, Sîre, 3/40-42

Artık bundan böyle, mü’minler için namaza çağrı meselesi tebeyyün etmiş ve günde beş defa semalar, Allah ve Resûlü’nün adıyla şenlenmeye başlamıştı. Ve, namazın alemi haline gelen bu uygulamaya bundan sonra, ‘ezan’ denilecekti.


Yazar: Dr. Reşit Haylamaz

Dipnot:

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.