Savaş izni, kolluk kuvvetlerinin oluşturulması ve ilk güvenlik devriyeleri
Savaş İzni
Mekke müşrikleri her türlü şiddete başvursa da, bugüne kadar Müslümanların, buna karşı şiddet kullanma izni yoktu. Belki de bu dönemde, yapılan her türlü haksızlığa rağmen sükût edip sessiz kalmak en büyük güçtü. Bunun için de, defalarca Efendimiz’e müracaat edip izin isteyenler, bir türlü taleplerine müspet cevap alamamışlar ve üstüne üstlük müşriklerden yüz çevirmekle yetinmeleri emrolunmuştu.1 Bir müddet sonra bu yasak, temelinde yumuşaklık ve mülâyemet olan tatlı bir münakaşa ile insanlara hitap etmeye verilen izinle hafifletilmiş, yine de şiddete karşı şiddet izni verilmemişti.2
Şimdi ise durum değişmiş ve artık meselenin hüviyeti farklılaşmıştı. Bundan sonra konu, ferdi çabalardan öte uluslararası bir hassasiyet gerektiriyordu. Göz göre göre büyük bir tehlike geliyordu. Yer ve yurtlarına el koyup kendilerini ana vatanlarından çıkmak zorunda bıraktıkları yetmiyormuş gibi bir de tutmuş, Medine’ye yerleşenlere tehditler yağdırıyor, canlarına okuyacaklarını ilan ediyorlardı. Üstelik bu tehdit, sadece Muhâcirleri de kapsamıyordu; onlara imkân hazırlayan Ensârı da içine alan bir tehditti bu. Öyleyse, böyle bir zeminde, ihtiyaç duyulduğunda vatanı müdafaa, yapılması gereken önemli bir vazifeydi.
Bu arada yeni bir vahiy daha gelmişti. Âyette haksız yere kendilerine zulmedilip de yurtlarından çıkarılanlara savaşma izninin verildiğini anlatıyordu:
– Kendilerine savaş açılan mü’minlere, savaşmaları için izin verildi. Çünkü onlar, zulme maruz kaldılar, Allah onlara zafer vermeye elbette kadirdir.3
Evet, bu bir emir değildi; ancak, Mekkelilerin şiddetinden bunalan mü’minler için önemli bir çıkış yolunu ifade ediyordu. Demek ki bundan böyle, ihtiyaç duyulduğunda savaşa da başvurulacak ve bu dilden anlayanlara anladıkları dilden cevap verilmiş olacaktı.4
Kolluk Kuvvetlerinin Oluşturulması
İşte, beklenen bu güvenli ortamı sağlama adına Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Medine dışına yönelmiş, Arap Yarımadasını kontrol altına almaya çalışıyordu. Bunun için de, sayıları değişen müfrezeler tertip etmiş ve asayişi temin etme yoluna gitmişti.
Bu tür güvenlik tedbirlerinde, Medine etrafındaki asayiş ve güvenliği sağlamak, istihbarat toplayıp yeni gelişmelerden Efendimiz’i haberdar etmek, yolu Medine’den geçen Kureyş’in iştahını köreltip bu sırada Medinelilere zarar verme ihtimalini ortadan kaldırmak, Medine yakınlarına kadar gelmeye başlayan Mekke güçlerini geri püskürtmek, Müslümanların da güç sahibi olduğunu ilan ederek düşmana gözdağı vermek, etraftaki kabilelerle anlaşma zemini araştırıp sulh yapmak, herhangi bir olumsuzluk karşısında meseleye acil müdahalede bulunmak ve irşad ve tebliğ vazifesini Medine dışına da taşımak gibi faydalar hedefleniyordu. Savaş izni de geldiğine göre insanların, böyle bir zemine hazır olmaları gerekiyordu ki, bu türlü hareketlenmeler, aynı zamanda muhtemel savaşlar için fiili bir eğitim manası da taşıyordu.
İlk güvenlik devriyeleri: Seriyye ve Gazveler
Bu maksatla gönderilen ilk seriyye, otuz kişilik bir güce kumanda eden Hz. Hamza seriyyesiydi. Hicretin üzerinden henüz yedi ay geçmişti. Kureyş’in, Müslümanlara karşı güç oluşturmak için meydana getirdiği kervanı kontrol altında tutmak üzere bir heyet hazırlanmış ve başlarına da, komutan olarak Hz. Hamza tayin edilmişti. Amaç, söz konusu kervanın karşısına çıkıp Medine’nin medeni bir yapıya kavuştuğunu, güvenliği temin adına her türlü önlemin alındığını göstermekti. Aynı zamanda bu, Medinelilerin Mekkelilere bir güç gösterisiydi.
Söz konusu kervanda, Ebû Cehil’in de aralarında bulunduğu üç yüz kişi bulunuyordu. Seyfü’l-Bahr denilen yere kadar geldiklerinde kervanla karşılaşmışlar, onların gelişinden rahatsızlık duyan Mekkelilerle kısa süreliğine bir gerginlik yaşanmış ve araya giren ve iki tarafın da ortak dostu olan Mecdî İbn Amr’ın gayretleriyle ortalık yatıştırılarak geri dönülmüştü.
Şevval ayıydı; Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Ramazan ayında gerçekleşen Hz. Hamza seriyyesinin hemen arkasından bu sefer, amca oğlu Ubeyde İbn Hâris’i görevlendirerek atmış kişilik bir ekibi, başlarında Ebû Süfyân’ın olduğu iki yüz kişilik Kureyş gücüne karşı gönderdi. Râbiğ denilen yerde karşılaşan iki birlik, karşılıklı ok atışları olsa da sıcak temas olmadan ayrılıp geri geldiler.
Bu seriyyenin en büyük kazancı; Mekkelilerle birlikte Râbiğ’e kadar gelen ve baskı altında Müslümanlıklarını açıklayamayan iki sahabe Utbe İbn Gazvân ve Mikdâd İbn Amr’ın Müslümanların safına katılmaları olmuştu.
Bu seriyyeden yaklaşık bir ay sonra, Zilkâde ayında ise, Sa’d İbn Ebî Vakkâs komutasında yirmi kişilik bir ekip oluşturulacak ve o da Kureyş kervanını takip etmek için Harâr denilen mevkiye kadar gidip geri dönecekti.
Bu arada Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de bu birliklere katılıyor ve bazılarında bizzat bulunuyordu.5 Seriyyelerde hedeflenen maksatlar, bunlar için de geçerliydi. Tek farkla ki, bunlarda komuta doğrudan Resûlullah’a aitti.
Hicretin üzerinden bir yıl geçmişti. Safer ayı girdiğinde Resûl-ü Kibriyâ Hazretleri, Medine’de yerine Sa’d İbn Ubâde’yi bırakarak yetmiş kişilik bir müfreze ile birlikte bizzat kendileri yola çıktılar. Sancağı, Hz. Hamza taşıyordu. Hedefte yine Kureyş’in kervanı vardı. Zira bu kervan, Muhâcirlerin Mekke’de bırakmak zorunda kaldıkları mallarını taşıyordu; Mekke müşrikleri, el koydukları bu malları Şam’da satmak için develere yüklemiş, karşılığında yine onları vuracak savaş malzemesi tedarik etmeye çalışıyordu.
Nihâyet, Veddân denilen yere kadar ulaşmışlardı. Ancak, mü’minlerin gelişini haber alan kervan çoktan uzaklaşmıştı. Bir müddet burada bekleyen ordu yeniden Medine istikametinde yol almaya başlayacak ve on beş gün sonra yeniden Medine’ye ulaşacaktı.
Bu gazve sebebiyle Efendiler Efendisi, Ebvâ’da emanet ettiği annesi Âmine validemizin mezarını da ziyaret etme fırsatı bulmuştu.
Bu gazvede dikkat çeken en önemli konu ise Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem), Müslüman olmamalarına rağmen Damraoğulları’nın reisi Amr İbn Mahşiyy ile dostluk anlaşması yapmış olmasıydı. Buna göre, din adına yapılan savaşlar dışında düşmana karşı Damraoğulları’na yardım edilecek, onlar da Müslümanların yardımcısı olacaklardı. Böylelikle, Medine çevresindeki güvenlik çemberi genişletilmiş oluyordu.
Rebîülevvel ayında iki yüz kişilik yeni bir birlik daha tertip edilmiş, Ümeyye İbn Halef’in başkanlığındaki Kureyş kervanını takip için Buvât denilen yere kadar gelinmişti. Yüz kişinin bulunduğu kervan, iki bin beş yüz deveden meydana geliyordu. Anlaşılan Kureyş, büyük bir hazırlık içindeydi.
Bu birliğin başında da, bizzat Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) vardı; Medine’de yine Sa’d İbn Muâz’ı vekil bırakmış, sancağı da Sa’d İbn Ebî Vakkâs’a vermişti.
Yine aynı ay içinde (Rebîülevvel) Kureyş’ten Kürz İbn Câbir’in komuta ettiği bir birlik, Medine yakınlarına kadar gelmiş ve Müslümanlara ait bazı koyunları alarak geri kaçmıştı.
Yerine Zeyd İbn Hârise’yi vekil bırakan Efendiler Efendisi, yanına aldığı yetmiş kişilik bir birlikle hemen yola çıktı ve hadisenin olduğu yere doğru yöneldi. Sancağı Hz. Ali taşıyordu. Bedir yakınlarındaki Safevân vadisine geldiklerinde Kureyş’in çoktan uzaklaşıp gittiği anlaşılmış ve onlar da buradan geri dönmüşlerdi.
Cemâziyelevvel ayının son günleriydi; Medine’de Ebû Seleme’yi vekil bırakan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), sancağı da Hz. Hamza’ya vererek Medine’den hareket etti. Zira Kureyş’in, otuz develik yeni bir kervanla yola çıktığı, Şam’a gidecek olan bu kervanla savaş malzemesi tedarik edilerek Medine’ye saldırılacağı haberleri Medine’ye ulaşmıştı. İş, her geçen gün biraz daha ciddiyet kazanıyordu. Belli ki Kureyş, büyük bir plan içindeydi.
Durumdan haberdar olan Efendimiz de, yüz elli kişilik bir grupla6 birlikte yola çıktı. Zü’l-Uşeyre denilen yere kadar geldiklerinde kervanın, birkaç gün önce Şam cihetine doğru ilerleyip gittiği bilgisine ulaştılar ve buradan geri döndüler.
Bu seriyye dolayısıyla, bu güzergâhta bulunan ve Damraoğullarının müttefiki olan Müdlicoğullarıyla da bir anlaşma yapıldı ve böylelikle, Medine civarında yeni bir güvenlik koridoru daha oluşturuldu.
Yazar: Dr. Reşit Haylamaz
Dipnot:
- Bkz. Hıcr, 15/94
- Bkz. Nahl, 16/125
- Bkz. Hac, 22/39
- Daha sonra gelecek âyetlerde bu iznin kapsamı daha da genişletilecek ve düşman için caydırıcı güç hâline gelmekten, Allah yolunda mal ve canla cihad etmeye kadar geniş bir alanı kapsayacaktı. Bkz. Enfâl, 8/60; Mâide, 5/35, Tevbe, 9/41; Hacc, 22/78
- Efendimiz’in ashâbından birisini komutan olarak görevlendirip tayin ettiği güvenlik güçlerine ‘Seriyye’; kendisinin içinde bulunup da bizzat komuta ettiği bu türlü hareketlere de ‘Gazve’ denilmektedir.
- Bu sayının iki yüz olduğu şeklinde de rivâyet vardır. Bkz. İbn Seyyidinnâs, Uyûnu’l-Eser, 1/298; İbn Kayyım, Zâdu’l-Meâd, 3/146