Hz. Sa’d İbn-i Muâz’ın (ra) hakemliği

641

Benî Kurayza açısından her geçen süre kendi aleyhlerine işliyordu; atalarının, emredilen buzağıyı kurban etmemek için akla hayale gelmedik bahaneler üretmeleri gibi bunlar da değişik vesilelere tevessül etmişlerdi ama bunların her birisinin, şartları daha da ağırlaştırmaktan başka bir faydası olmamıştı. Bütün yollar kapalıydı ve sonunda, Resûlullah’ın vereceği hükme razı olduklarını bildirerek teslime mecbur oldular.

Esirlerin derlenip toparlanması için Muhammed İbn Mesleme görevlendirilmiş, kadınlarla çoluk çocuğun başına ise, Yahudi âlimi iken Müslüman olan Abdullah İbn Selâm tayin edilmişti.

Kalelerine girilip de mal varlıkları ortaya çıkınca, bin beş yüz kılıç, üç yüz zırh; iki bin mızrak, bin beş yüz kalkan ve daha birçok savaş malzemesiyle karşılaşacaklardı! Bütün bunlar, Allah davasına karşı duruşlarının bir göstergesiydi ve bunların hepsi de, Resûlullah’a karşı kullanılmak için stoklanmıştı! Ayrıca az sayıda deve ve bir miktar da koyun vardı; bunların hepsine el konuldu.

Bunun yanında kalede, çok miktarda kap kacak, sıra sıra küplere doldurulmuş çok miktarda ve her çeşidinden içki de vardı; Resûlullah’ın emriyle bunların hepsi dökülecek ve kimse onlara el sürmeyecekti.

Henüz ortada verilmiş bir hüküm yoktu; ancak herkes, Benî Kurayza’nın ölümü çoktan hak ettiğini düşünüyor ve Resûlullah’ın da benzeri bir hüküm vermesini bekliyordu. Onun için eskiden beri Benî Kurayza’nın müttefiki olan Evsliler, büyük bir telaş içinde Allah Resûlü’nün yanına geldiler:

– Yâ Resûlallah, diyorlardı. “Bunlar, Hazreç’in değil, bizim müttefiklerimizdir; daha dün denecek kadar yakın bir zamanda İbn Übeyy’in müttefiki olan Benî Kaynukâ’ya yaptığın muameleyi de biliyoruz; onların, dört yüzü zırhlı olmak üzere yedi yüz adamını bağışlamıştın! Şimdi bizim bu müttefiklerimiz, anlaşmayı bozduklarına bin pişman olmuşlardır; onları da bizim hatırımıza bağışla!”

Resûl-ü Kibriyâ Hazretleri sükût ediyordu; neredeyse Evs’in tamamı bir araya gelmiş ve ısrarla, Benî Kurayza’ya da öncekilerin hükmünün verilmesini istiyorlardı. Dünyaya fazilet taşıyacak bir cemaatte bu türlü iltimasların olmaması lazımdı! Ancak bunun için de, benzeri hadiselerle karşılaşılması ve böylesi durumlarda Resûlullah’ın ortaya koyacağı tavrın görülerek arkadan gelenlere örnek olunması gerekiyordu. Onun için Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), onlara döndü ve:

– Onlar hakkında verilecek hükmün, aranızdan birisine havale edilmesini ister misiniz, buyurdu. Rahat bir nefes almışlardı; demek ki bu kadar endişe taşımaları beyhûdeydi! Allah’ın Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), dostluklarının temeli mazinin derinliklerine dayanan Benî Kurayza hakkında verilecek hükmü bizzat kendilerine vermişti; onun için hemen:

– Evet, diye cevapladılar. Bunun üzerine Efendiler Efendisi:

– Öyleyse, ashâbım arasından dilediğinizi seçin, buyurdu.1 Sevinçten gözlerinin için parlamış, birbirlerine bakıyorlardı. Gözleriyle anlaşmışlardı; çok geçmeden de, reisleri olan Sa’d İbn Muâz’ı seçtiklerini bildireceklerdi ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de, söz verdiği vechile bu tercihe rıza gösterecekti.

Bu sırada Sa’d İbn Muâz, Hendek’te aldığı yara sebebiyle Kuaybe Binti Süayd’in çadırında2 tedavi görmekteydi. Bu kararın üzerine Evsliler, alelacele mescide koştular. Hz. Sa’d’ın, ayakta duracak hâli yoktu; dünya ile ukba arasındaki ince çizginin üzerinde durduğu her hâlinden belliydi! Buna rağmen Evsliler, liderleri Sa’d İbn Muâz’ı bir merkebin üzerine bindirdiler; Efendimiz’in bulunduğu yere getirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı! Yolda ilerlerken ona dönüyor ve:

– Ey Ebâ Amr! Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), müttefiklerin hakkında iyi davranasın diye onlar hakkındaki hükmü sana havale etti; İbn Übeyy’in kendi müttefiklerine karşı nasıl davrandığını sen de biliyorsun. Ne olur, onlara karşı sen de insaflı ol, diye telkinde bulunuyorlardı. Sanki adalet anlayışını bir kenara bırakmış, yüzyıllardır karşı karşıya gelip de savaştıkları Hazreçlilerin müttefiklerine yapılanlarla kıyaslara giriyor ve şartlarını nazara almadan başkasının üzerinden kıyaslar yaparak sonuca gitmeye çalışıyorlardı. Hâlbuki Benî Kurayza’nın durumu, ne Benî Kaynukâ ne de Benî Nadîr’e benziyordu; mesele sadece bir karşı duruştan da ibaret değildi! Hâlâ bir kenara bırakılamayan kavmiyet düşüncesinin baskısıyla hareket ediliyordu ve bu baskı altında hükümde isabet kaydetmenin imkânı da yoktu.

Bütün bunlara karşılık Hz. Sa’d, sükûtu tercih ediyor ve fikrini bir türlü beyan etmiyordu. Onun bu tavrı Evslileri iyiden iyiye endişelendirmeye başlamıştı. Bütün ısrarlarına rağmen liderleri Hz. Sa’d, oldukça kararlı gözüküyordu. Çok üzerine geldikleri bir sırada Hz. Sa’d:

– Sa’d için işte şimdi kınayanın kınamasından endişe edip yılmama vakti geldi, deyivermişti! Daha bu sözü duyar duymaz Dahhâk İbn Halîfe:

– Vah o kavmin başına gelenlere, diye feryâd ü figâna başlayıverdi! Anlamıştı; ısrarlar sonucu değiştirmeyecek ve Hz. Sa’d, doğru bildiği yoldan asla taviz vermeyecekti! Aynı zamanda Dahhâk, bir çırpıda koşarak kavminin arasına dönmüş ve Benî Kurayza’nın başına geleceklerden dolayı çoktan taziyelere başlamıştı!

Nihâyet Sa’d İbn Muâz, yanındakilerle birlikte Efendimiz’in bulunduğu yere yaklaşınca Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), yanında bulunan ashâbına seslenerek:

– Haydi, efendinizi karşılamak için ayağa kalkın, buyurdu. Bunun üzerine ashâb, iki saf hâlinde ayağa kalkmıştı ve Sa’d İbn Muâz, Efendimiz’in yanına geleceği ana kadar herkes ona ‘hoş geldin’ deyip selamlıyordu.

Huzura gelip de bir miktar soluklanınca Allah Resûlü ona:

– Onlar hakkındaki hükmünü ver, ey Sa’d, buyuracaktı. Buna mukabil edep insanı Hz. Sa’d:

– Hüküm verme konusunda gerçek hak sahibi, Allah ve Resû­lü’dür, dedi. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), ona:

– Onlar hakkında senin hüküm vermeni Allah emretti, buyurdu. Demek ki bu hüküm, aynı zamanda Zât-ı Bâri tarafından da kabul görmüştü. Öyleyse bu, şahsî bir teşebbüs değil, Allah rızası kazanılarak gerçekleştirilecek bir vazifeydi ve bu durumda, sadece O’na tevekkül edilmeli ve O’nun için en doğru olan hüküm verilmeliydi.

Yine etrafını Evsliler almış:

– Ey Ebâ Amr! Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), müttefiklerin hakkında hüküm verme işini sana havale etti; onlar konusunda insaflı ol ve onların, bir zamanlar senin için nasıl mücadele ettiklerini hatırla, diye baskı kurmaya devam ediyorlardı. Bunun üzerine onlara döndü ve:

– Benî Kurayza hakkında vereceğim hükme rıza gösterecek misiniz, diye sordu. Belli ki, hükmünü verdikten sonra farklı seslerin çıkmasını engellemek, olası ihtilafların da önüne geçmek istiyordu. Bunun için bir kez daha teyit etmek istemişti. Hep birlikte:

– Evet, diyorlardı. “Hükmüne razıyız! Zaten sen burada yokken de seni, Benî Kaynukâ’ın müttefiklerinin, kendi dostları hakkındaki davranışları gibi senin de bizim müttefiklerimiz hakkında iyilik tarafını tercih etmen için seçtik; bugün senin himmetine muhtacız ve iyiliğini bekliyoruz; çünkü biz, ortaya koyacağın iyi muameleye her zamankinden daha çok muhtacız!”

Kıvam tamdı ve vereceği hüküm konusunda kavmi arasında çatlak bir ses gözükmüyordu. Ancak Hz. Sa’d çok ihtiyatlıydı ve yeniden onlara dönerek:

– Sizin için elimden geleni yapacağım, buyurdu. Anlamamışlardı; bu sözle vereceği hüküm arasında nasıl bir bağlantı vardı ve niye bu kadar ısrarcı davranıyordu? Merakla:

– Bu sözünle neyi kastediyorsun, diye sordular. Hz. Sa’d, şunları söyledi onlara:

– Onlar hakkında vereceğim hükmün, benim vereceğim hüküm olacağı hususunda sizden Allah adına ahid ve söz almak istiyorum!

– Evet, Allah için söz veriyoruz, diyorlardı. Bu kadarı yeterliydi; bu kadar söz verip de yeminle kararlılık gösterdikten sonra geri dönemezler, dönseler de onları kimse dinlemezdi. Ardından, içlerinde Allah Resûlü’nün de bulunduğu topluluğa doğru yöneldi; edebinden Allah Resûlü’nün yüzüne bakamıyordu. Şöyle seslendi:

– Burada bulunanların da, aynı şekilde vereceğim hükme rıza göstermeleri gerekir!

Oradan da:

– Evet, vereceğin hükme hepimiz razıyız, sesleri yükseliyordu. Öyleyse şimdi sıra, herkesin beklediği hükmü ilan etmeye gelmişti; kelimelerin üstüne basa basa şunları söylemeye başladı Hz. Sa’d:

– Ben, onlardan ergenlik çağına gelen erkeklerin öldürülmesine, kadınlarıyla çocuklarının da esir alınmasına, yurtlarının, Ensâr hariç sadece Muhâcirler arasında paylaştırılmasına ve mallarının da ganimet olarak mü’minler arasında taksim edilmesine hükmediyorum!

Hz. Sa’d, kitabın ortasından konuşuyor ve kimseden çekinmeden verilmesi gereken hükmü veriyordu. Onun için Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) ona yöneldi ve:

– Onlar hakkında sen, yedi kat yücelerden Allah’ın verdiği hükm-ü ilâhî ile hükmettin, buyurdu. Çünkü o günün seher vaktinde melek gelmiş ve Benî Kurayza hakkında verilmesi gereken hükmün mahiyetini bildirmişti.

Aynı zamanda bu, Hz. Sa’d’ın duasına Allah’ın (celle celâluhû) bir teveccühü mahiyetindeydi; zira yaralarının derinleştiği ve acılarının da tahammül edilmez noktalara ulaştığı o gece ellerini kaldırıp da, Benî Kurayza hakkında gözü aydın oluncaya kadar canını almaması için Rabbine yalvarmıştı.


Yazar: Dr. Reşit Haylamaz/EFENDİMİZ isimli kitabından alınmıştır.

Dipnot:

  1. Başka bir rivâyette Efendimiz’in Sa’d İbn Muâz’ı seçtiği ifade edilmektedir. Bkz. İbn Hişâm, Sîre, 4/198; Taberî, Tarih, 2/100
  2. Hz. Kuaybe (r.anhâ), dağılan aileleri bir araya toplayan, kimsesizlere yardım eden ve muhtaçları gözetip kollayan hayırsever bir hanım sahabî idi; yaralılarla da ilgilenirdi. Allah Resûlü (s.a.s.), mescitte onun için bir çadır kurdurmuş ve yaralıları burada tedavi etmesini istemişti; bunun yanında aynı zamanda O (s.a.s.), Sa’d İbn Muâz gibi Allah yolunda yara alan ashâbını sık sık ziyaret etmeyi murad ediyordu. Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, 8/291; Vâkıdî, Meğâzî, 1/510, 525; İbn Hacer, el-İsâbe, 8/94 (11682)
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.