Veda Zamanı
Artık, vakit tamamdı; yolculuk emareleri iyice belirmişti Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), dünya ile ahiretin arasındaki incecik perdenin öbür tarafına geçmek üzereydi. Mübarek başlarını, Âişe Validemizin sinesine yaslamış, siyah gözlerini de tavana dikmişti.
Bu sırada huzura, Hz. Ebû Bekir’in oğlu Hz. Abdurrahman girdi; elindeki misvak dikkatini çekmişti. Feraset sahibi Hz. Âişe, çok hoşlandığı misvağı arzuladığını anlamış ve:
– Onu senin için alayım mı, demişti.
Resûlullah:
– Evet, dercesine başını sallıyordu.
Hz. Âişe kardeşinden aldı ve onu, Âlemlerin Efendisi’ne vermek istedi. Ancak, misvak çok sertti. Bunun üzerine Âişe Validemiz:
– Onu senin için ıslatıp yumuşatayım mı, diye teklif etti. Yine mübarek başları hareket ediyor ve:
– Evet, diyordu. Belli ki, artık dil sükûta başlamış, gözler konuşuyordu.
Maksat anlaşılmıştı; hemen misvağı ağzına aldı ve onu ıslattıktan sonra Efendiler Efendisi’ne uzattı. Aldı onu ve inci misal dişleri üzerinde gezdirmeye başladı. Ebedî âleme giderken bile, dişlerini temizliyordu. Bir taraftan da:
– Lâ ilâhe illallah! Gerçekten de ölüm için ciddi sekerât var, diyordu.
Bir aralık, sıhhat ve afiyet bulması için elinden tutup da dua etmek isteyen Âişe Validemize baktı:
– Hayır, diyordu. Belli ki, aslî vatana giderken burada kalmayı talep uygun değildi. Onun için elini şiddetle geri çekiverdi.
Yine bayılmıştı.
Bir müddet sonra, yeniden kendine geldi.
Bu arada parmağını da yukarıya doğru kaldırmıştı. Gözleri tavana yeniden yönelmişti ve dudakları da hareket ediyordu. Duymak için kulağını fem-i mübareklerine doğru yaklaştıran Âişe Validemiz, Resûlullah’ın şunları söylediğine şahit olacaktı:
– Peygamberler, şehitler, sıddîkler ve salihlerden kendilerine nimette bulunduklarınla beraber, Beni de affet ve rahmetinle kucakla! Artık Beni, ‘refîk-i a’lâ’ya, yüce dostluğuna kabul buyur! Allah’ım, yüce dostluğunu istiyorum! Allah’ım, yüce dostluğunu istiyorum! Allah’ım, yüce dostluğunu istiyorum!
Altmış üç yıl önce bir pazartesi günü başladığı bu yolda, yine bir pazartesi günü son noktayı koyuyordu. Vahyin sağanak olup yağdığı yirmi üç yıllık hayatında, kıyamete kadar karşılaşılacak her türlü ihtiyaca cevap verecek dolu dolu bir hayat yaşamıştı. Tebliğ vazifesini de arkadakilere emanet ederek yoluna devam ediyordu.
Odaya, enfes bir koku yayılmıştı.
Derken eli, bir kenarda duran su kabının üstüne doğru akarken, mübarek parmakları arasında duran misvak da, yere doğru kayıvermişti!
Yolu ve yolcuları arkadakilere emanet eden Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), artık arzuladığı vuslata ermiş ve ebedî âleme pervaz etmişti.
Artık O’nun emanet ettiği sancak, Hz. Üsâme gibi fütüvveti temsil edenlerin omuzlarında ve kıyamete kadar dalgalanacaktı!