Veda Hutbesi ve İnsan Hakları

1.203

Dünya tarihinde insan hakları ile alâkalı ilk metin, Veda Hutbesi’dir. Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), vefatından kısa bir süre önce, Milâdî 632 yılında, Mekke’de yüz bin kadar insana Veda Hutbesi olarak bilinen tarihî bir konuşma yapmıştır. Avrupa’da ilân edilen ilk insan hakları metni ise 1215 tarihli Magna Carta’dır. Veda Hutbesi ile Magna Carta arasında 583 yıl bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannâmesi ise, 1948 tarihlidir ve Veda Hutbesi’nden tam 1316 yıl sonra kabul edilmiştir.

Veda Hutbesi

Veda Hutbesi’nde; insan, aile, toplum ve bütün insanlığı içine alacak şekilde hak ve özgürlükler ifade edilmektedir. Bu haklardan yaşama hakkı, mülkiyet hakkı ve ailenin korunması hakkı Veda Hutbesi’nde açık bir şekilde ifade edilmektedir: “İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mukaddes bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.”

Cahiliye devrinde en fazla mağduriyete uğrayanlar, kadın ve çocuklardı. O dönemde kadın, hiçbir değeri olmayan bir meta veya eğlence aracı idi. Müşrikler, kadını bazen bir utanç sebebi, bazen de bir eğlence aracı olarak görür ve kabullenirlerdi. Veda Hutbesi’nde, kadının sahip olduğu hak ve hürriyetler, kadınların ve erkeklerin vazifeleri en güzel şekilde düzenlenmiştir: “İnsanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan sakınmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, onların aile yuvasını sizin hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları te’dib edebilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru bir şekilde, her türlü yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını karşılamanızdır.”

Veda Hutbesi cihanşümul bir insan hakları belgesi olarak bütün insanlığı içine alacak şekilde insan haklarını düzenlemiştir. İslâm’a göre din, dil, ırk, renk, cinsiyet ayrımı yapılmaksızın bütün insanlar eşittir. Din, dil, ırk, renk ve cinsiyet sebebiyle üstünlük iddiasında bulunmak, İslâmiyet’e tamamen aykırıdır: “Ey insanlar! Rabb’iniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır.”

İnsan Hakları Beyannâmesi

Avrupa tarihinde ilk insan hakları metni 1215 tarihli Magna Carta’dır. Bu belge ile İngiltere’de Papa III. Innocent, Kral John ve baronlar arasında yetki paylaşımı yapılmış, bu arada sıradan insanlara da cüz’î bazı haklar tanınmıştır. Aradan asırlar geçtikten sonra 1774 yılında Amerika kolonilerinin İngiltere’ye karşı verdiği bağımsızlık mücadelesi başarı ile neticelendirilmiş ve 1776 tarihli Virginia Haklar Bildirgesi’nde yer alan insan hakları ilân edilmiştir. Amerikan bağımsızlık mücadelesinin de tesiri ile, 1789 Fransız İhtilâli gerçekleşmiş ve Fransa’da İnsan ve Vatandaşlık Hakları Bildirisi ilân edilmiştir.

İkinci Dünya Savaşı’na kadar, Batı ülkelerinde insan haklarının kabulü yukarıda özet olarak anlatıldığı şekilde, her devletin kendi sınırları içerisinde kalmıştır. Devletler insan haklarını kendi iç meseleleri olarak görmüş ve insan haklarını vatandaşlarına verdikleri bir lütuf değerlendirmişlerdir. Nazizm, Faşizm, Komünizm gibi insanlık için tehlike arz eden rejimlerin Avrupa ülkelerinde iktidara gelmesi, İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca insanın ölmesi, Yahudiler ve Çingeneler gibi bazı milletlere soykırım uygulanması, insan haklarının dünya çapında bir mesele olarak düşünülmesini zaruri kılmıştır. Bunun için İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı, 1948 tarihinde İnsan Hakları Evrensel Beyannâmesi’ni kabul etmiştir. Bu beyannâme, günümüzde hemen her ülkede kabul edilen insan hak ve hürriyetlerinin özeti gibidir. Otuz maddeden oluşan Beyannâmede, temel haklar ve hürriyetler yer almıştır. Türkiye, İnsan Hakları Beyannâmesi’ni 6 Nisan 1949 tarihinde kabul etmiştir.

Veda Hutbesi ve İnsan Hakları Beyannâmesi

Her iki metin de insan hakları ile alâkalı olmakla birlikte, kaynakları itibariyle farklıdır. Veda Hutbesi, İlâhî kaynağa dayanmakta ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından beyan edilmektedir. İnsan Hakları Beyannâmesi ise, beşerî bir metindir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler, insan hakları konusunda geçmişteki birikim ve tecrübeyi bir araya getirerek İnsan Hakları Beyannâmesi’ni hazırlamıştır.

Veda Hutbesi’nde yer alan haklar, hem hukukî hem de dinî mahiyette haklardır. Bu haklar, İslâm hukuku açısından bir hukuk kuralı olmasının yanında, İslâm dini açısından da din kuralıdır. Dolayısıyla İslâm’a göre bir insan hakkını çiğnemek hem bir suç, hem de günahtır. Meselâ, bir kadına işkence yapmak hem suç, hem de günah olmaktadır. Batı hukukunda ise, insan hakları ihlâlleri suç olsa da günah değildir.

İslâm hukukunda insan hakları, aynı zamanda kul hakkı sayılmaktadır. Dolayısıyla insan haklarının ihlâli, kul hakkının da ihlâli olmakta ve günah kabul edilmektedir. Bu özellik, İslâm hukukunda yer alan insan haklarının sayısını artırdığı gibi, insanların hak ve hürriyetleri konusunda daha hassas olmalarını da sağlamaktadır.

İslâm hukukunda insan hakları, başlangıçtan beri evrensel mahiyettedir. Veda Hutbesi’nde Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bütün insanları muhatap almış ve “Ey İnsanlar!” diye sözlerine başlamıştır. Pek çok âyet ve hadîs de, “Ey İnsanlar!” diye başlar ve bütün insanlığı muhatap alır. Batı’da ise insan hakları, her ülkenin kendi sınırları içerisinde ortaya çıkmış; ancak çok sonraları bütün insanları kuşatacak hâle gelmiştir.

İslâm dünyasında ve Batı ülkelerinde insan haklarının gösterdiği gelişme seyri de, farklı olmuştur. İslâm dünyasında insan hakları daha Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde âyet ve hadîslerle tespit edilmiştir. Müslümanlara düşen, âyet ve hadîslerde yer alan insan haklarını yaşadıkları dönemin medeniyet seviyesine göre uygulamak olmuştur. Batı’da ise, insan haklarının bugünkü hâle gelmesi çok sancılı devirlerden geçilerek mümkün olabilmiştir. 1215 tarihli Magna Carta’da insanlara cüz’î bir kısım haklar verilmiş, daha sonra 18. Yüzyılda İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa gibi ülkelerde temel insan hakları metinleri kabul edilmiş, günümüzdeki mânâsıyla insan haklarının kabulü ise 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannâmesi ile olmuştur.

Veda Hutbesi ile İnsan Hakları Beyannâmesi arasındaki mühim bir fark da, insan haklarının tanınmasında görülmüştür. İslâm dünyasında, insan haklarının tanınmasında değil, uygulanmasında sıkıntılar yaşanmıştır. Çünkü insan hakları, İslâmiyet’in ilk devirlerinden itibaren âyet ve hadîslerle kabul edilmiş olduğu için Batı’da olduğu gibi beyannâmeler hazırlayarak yeniden kabul edilmesine gerek kalmamıştır. Ancak bu hakların uygulanmasında Batı ülkelerindeki kadar olmasa da sıkıntılar yaşanmıştır.

İnsanoğlu zamanın çocuğu olduğu için, Müslümanlar da yaşadıkları dönemin medeniyet telâkkilerine uymak yönünde iradelerini kullanmışlardır. Meselâ İslâmiyet, demokrasi kültürüne benzer şekilde hürriyetçi bir yönetim tarzı getirmiş iken Emeviler döneminde diğer dünya ülkelerine uyularak monarşik yönetime geçilmiştir.

Diğer hak ve hürriyetlerde de, Batı ülkelerinin yaşadığı bunalımlar kadar olmasa da, zamanın şartları çerçevesinde sıkıntılar yaşanmıştır. Batı ülkelerinde ise, insan haklarının hem kabulünde hem de uygulanmasında zorluklar yaşanmıştır. Çünkü Batı’da, İslâm dünyasındaki gibi insan haklarının İlâhî dayanakları yoktur. Batı ülkelerinde insanlar yaşama hakkı, din ve vicdan hürriyeti gibi en temel haklarını bile tırnakları ile kazıyarak parça parça elde etmişlerdir. Batılıların bugünkü insan hakları seviyesine ulaşmaları, 1215 tarihli Magna Carta’dan itibaren günümüze kadar sekiz asır sürmüştür.

İslâm dünyasında adalet kavramı öne çıkarken, Batı’da insan hakları kavramının yaygınlaşması dikkat çekicidir. Bunun sebebi ise İslâm dünyasında insan haklarının kabulünde değil, uygulanmasında zorlukların olmasıdır. Dolayısıyla İslâm ülkelerinde vatandaşlar, insan haklarını değil, zaten var olan insan haklarının adaletli şekilde uygulanmasını talep etmişlerdir. Bu sebeple İslâm âlimleri, idarecileri adaletli bir yönetime sevk etmek için Siyasetnâmeler, Nasihatnâmeler kaleme almışlardır. Batı’da ise hak ve hürriyetlerin kabulünde eksiklik olduğu için insanlar hak ve hürriyet talep etmişlerdir.

İslâm dünyasında Avrupa ülkelerinin Müslüman ülkeleri doğrudan veya dolaylı olarak sömürge hâline getirmesiyle yeni bir dönem başlamıştır. 19. yüzyıldan itibaren İslâm dünyasında da Batılı ülkelerin insan hakları anlayışı hâkim olmuştur. İslâm ülkeleri sömürge olmaktan kurtulup bağımsızlıklarını kazandıktan sonra da, insan hakları konusunda Batı’nın baskısından kurtulamamışlardır. Hâlen dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi İslâm ülkelerinde de Batı’nın insan hakları anlayışı hâkim olmaya devam etmektedir. Hâlbuki Müslüman toplumlar için Batı’nın insan hakları beyannâmelerinde savunduğu esaslardan çok daha güzel ve insan vicdanını tatmin eden hak ve hürriyetler, Asr-ı Saadet’ten bu yana hep olagelmiştir. Problemler zaman zaman bunların uygulanmasında ortaya çıkmıştır.

Müslüman toplumlar kendilerine döndükçe, her konuda olduğu gibi bu konuda da Batı dünyasının tesirinden kurtulacaktır. Çünkü Müslümanların hayata, kâinata ve insana bakış açısını teşkil eden inançlarında, bütün insan hak ve hürriyetleri hem de kâmil mânâda bulunmaktadır. Ayrıca İslâm, sadece insan haklarını değil, Yaratıcı, çevre ve insanın kendi nefsi üzerindeki haklarını da düzenlemiş ve bir hakkın diğer hakkın yerini alamayacağını vurgulamıştır.


Kaynaklar:
-Akgündüz, Ahmet, İslâm’da İnsan Hakları Beyannâmesi, OSAV Yayını, İstanbul 1997.
-Arsal, Sadri Maksudi, Umumi Hukuk Tarihi, 2. baskı, İstanbul 1944.
-Ebu Yusuf, İmam, Kitabu’l-Haraç, Çev. Ali Özek, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1973.
-Hatemi, Hüseyin, İnsan Hakları Öğretisi, İşaret Yayınları, İstanbul 1988.
-Karaman, Hayreddin, Mukayeseli İslâm Hukuku, İz Yayıncılık, İstanbul 2003.
-TDV İslâm Ansiklopedisi, “İnsan Hakları” md. c.22, s. 323-327.
-Başlar, Kemal, İnsan Hakları ve Kamu Hürriyetleri, c. 1-2, Ankara 2001.
Yazar: Abdullah Demir, Sızıntı Dergisi

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.