VAZGEÇMEDİK!

3.970

2011 yılının Mart ayıydı. Anadolu’nun bir ilçesinde görev yapan 3 öğretmen, yaklaşan “Kutlu Doğum Haftası”nı daha iyi değerlendirebilmek için bir karar aldı; ilçelerindeki 1.000 öğrenciye kitap okutacaklardı. Ahali fakir olduğu için hem bu kitapların bedelini hem program yapacakları salonun kirasını hem de verilecek ödüllerin toplam maliyetini bulmaları gerekiyordu.

Önce, hangi kitabı okutacaklarını kararlaştırarak işe başladılar.

Ardından, yayınevi ile temas kurarak, yapacakları bu hayırlı iş için en uygun fiyatı aldılar ve ardından, sponsor olabileceğini tahmin ettikleri isimleri bir bir ziyarete başladılar.

Günler günleri kovaladı ve aradan 20 gün geçmiş olmasına rağmen sadece 60 kitabın parasını toplayabildiler.

Ödül törenini yapabilecekleri sinema salonunun sahibi de 1.500 lira istemişti.

Üstelik ellerinde, ödül olarak verebilecekleri bir şey de yoktu.

Ümitleri tükenmişti.

Her zaman toplandıkları yerde bir araya geldi ve bu işten vazgeçme kararı aldılar; üstesinden gelemeyeceklerdi!
İşte, tükenen ümitleri yeniden yeşerten hâdise o gece yaşandı.

Üçü de heyecanlıydı; birbirlerini aradı ve yine aynı yerde bir araya geldiler. Gözlerinden süzülen sevinç yaşları, yüreklerindeki tufanın da habercisiydi!

“Ben bir rüya gördüm!” diye başladı, yaşı büyük olan. Daha anlatmasına fırsat vermeden diğerleri de aynı şeyi söyledi; “Ben de gördüm!”, “Ben de gördüm!” Büyük sözü kesilmezdi ama hislerine hâkim olamayacak kadar dolmuş gözüküyorlardı.

“Rüyama Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) misafir oldu bu gece!” diye devam etti. “Yine bu salondaydık. Aynen dünkü ümitsiz halimiz. ‘Ne yapıyorsunuz?’ diye sordu bize. ‘Yâ Resûlallah!’ dedik. ‘Şöyle şöyle bir yarışma yapacaktık ama 20 günlük gayretimizin sonunda üstesinden gelemeyeceğimizi anladık ve yol yakınken vazgeçtik!’

Şefkatle okşayan bir bakışla döndü ve ‘Vazgeçmeyin!’ dedi. ‘Sakın ha vazgeçmeyin ve başlattığınız bu hayrı tamamlayın!”

Anlatan da dinleyenler de hıçkırıklar içindeydi! Sanki rüyalarına girmiş ve iki arkadaşının gecesini anlatıyordu!

Kendini toplayıp “Ben de!” diyen ikinci muallimin sözünü üçüncüsü kesti; “Ben de! İnan, aynı rüyayı ben de gördüm!”

Cümlesinin kalan kısmını tamamlayan ikinci muallimin sözü de “Ben de onu diyecektim; bu benim rüyamın aynısı!” şeklindeydi.

Şüphesiz, samimiyete iktiran etmiş bir ikramdı bu. Anlamışlardı! Birbirlerine sarıldı ve uzun uzadıya ağladılar! O kadar yoğun bir his içindelerdi ki hallerinde, Nisan yağmuruyla hayat bulmuş bahar neşidesi vardı!

Anlamışlardı; vazgeçmeyeceklerdi!

O heyecanla kapısına gittikleri ilk esnaf, maruzatlarını dinledikten sonra kaç kitaba ihtiyaçlarının olduğunu sordu; “940” dediler; ‘Bu kadar mı?’ dercesine bir tebessüm etti ve “Bunu ben karşılarım; başkasına gitmenize gerek yok!” dedi.

Garip şeyler oluyordu; 20 günde elde edilen 60 kitaba mukabil, ilk günde ve ilk muhatap 940 kitabın bedelini üstleniyordu!

Geceleri aydınlanmıştı ya, gündüzlerini de bereketlendiriyordu!

İlk ve en önemli bâdireyi atlatmış olarak bu sefer sinema salonuna gittiler; sanki uçuyorlardı!

Uzaktan gelişlerini gören sinema sahibi tanımıştı onları ve daha söze başlamadan, “Gelin gelin; bu da benden olsun!” dedi.

Her şey ne kadar da kolaylaşmıştı!

Şimdi sırada üçüncü basamak vardı; ödül olarak verecekleri altınları bulabilmek için bir kuyumcuya girdiler. Heyecanla kendilerini dinleyen kuyumcu, ne kadar altına ihtiyaçlarının olduğunu sordu.

Yaşı büyük olan, “İlk üçe birer tam altın!” diye başladı söze. “İkinci üçe yarım ve teşvik için 10 öğrenciye de çeyrek altın vermeyi düşünmüştük!”

Karşısında altın yürekli bu üç delikanlıyı gören kuyumcu da heyecanlanmıştı; hayır adına kapısına gelen bu kısmet boş çevrilmezdi ve “Hele oturup bir çayımı için; gerisini hallederiz! Böylesine hayırlı bir işe beni de ortak ettiniz ya, Allah sizlerden razı olsun! Tasalanmanıza gerek yok; altın benim işim, bunları ben hallederim!”

Güzel Anadolu’muzun küçük bir ilçesinde başlayan bu bereketli iş, zamanla öyle mayalandı ki bütün il ve ilçelerin de konusu olmaya başladı. Bundan böyle memleketin dört bir yanında Nisan ayları daha farklı duyulmaya başlanmış, her geçen yıl genişleyen bir halkayla büyük kitleler, O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) yakınlığında sükûnet bulmaya başlamıştı!

2014’e gelindiğinde bu heyecan, ülke geneline yayıldı; “Herkes O’nu Okuyor” adıyla yeni bir panayır açılmış ve “kaybedeni olmayan bu yarışma”da, yediden yetmişe milyonlarca insan, O’nu (sallallahu aleyhi ve sellem) bir kez daha tanıma fırsatı bulmuştu. Çığ gibi büyüyen bir heyecan tufanı yaşanıyordu; okullardan fabrikalara, yetimhanelerden hastanelere ve özürlülerden itilip kakılan ülke vatandaşlarına kadar herkese ulaşan bu heyecan, hapishane duvarlarını da aşmış, eli-kolu bağlı mahkumlara hayal aleminde unutulmaz seyahatler yaşatıyordu!

Hayırlı işlerin muzır mânileri vardı ve derken, bir karabulut çöktü güzelim ülkenin üzerine; her yiğit gibi Peygamberyolu’nu da gömdüler karşı bayıra! Arkadan gömleğini, kefenini soydular!

Hatta, ‘Aman kalkar!’ deyip üstüne taşlar koydular!

Sonra, ne mi oldu?

Sözümüz vardı ve vazgeçmedik! Can bedende olduğu sürece de vazgeçemezdik! Zira O’nu (aleyhissalâtu vesselâm) tanımak ve aleme tanıtmak varlık gayemizdi.. Milyarlarca O’na muhtaç sineler beklerken vazgeçmek hem O’na hem de insanlığa karşı vefasızlık olurdu.

Sokağına eşkıyanın saltanat kurduğu bir kapı kapansa da önümüzde, açılabilecek binler kapı vardı!

Yola çıkarken demiştik ya, günler günlere, aylar aylara ve yıllar da yıllara inzimam edecek ve biz, hep O’ndan bahsedecektik!

.. ve işte, yine biz geldik!

1 yorum
  1. Mustafa diyor

    Hoş Geldiniz.
    Güzellikler getirdiniz.
    Gül kokuları yine duyar olduk.
    Rabbim say ve gayretinizi kabul eylesin.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.