Uydurma olduğu veya sahih olmadığı tespit edilen ve Efendimiz’e (sas) isnad edilen bir söze hâla (mevzu hadis gibi) hadis denilmesinin sebebi nedir?
Durduğunuz yere ve bakış açınıza göre bu sorunun değişik cevapları var:
İlki; çok tatmin edici değil. Hadis, lügat manası itibarıyla “söz” demektir. Hadis sıhhat kriterlerine göre sahih olmayan o sözlere hadis denilmesi lügat manası itibarıyladır; ıstılahi anlamda değildir. Bu açıklama çok tatmin edici değil, çünkü devamında bir şekilde Efendimiz’in (sas) adının geçtiği bir beyana siz baştan önüne sıfat olarak ne koyarsanız koyun “hadis” denildiği zaman insanların zihninde beliren şey Peygamber beyanıdır.
İkinci izah; en genel manada İslam tarihi, özelde de hadis tarihini ilmî bağlamda değerlendirme, geçirdiği safahatı bir bütün olarak görme açılarından böyle bir isimlendirme yapma. Mesela uydurma sözlerde, İslam’ın siyasî tarihini görme, siyasî düşünceler, inançlar, taassuplar uğruna Efendimiz’i (sas) bile alet etme, مَنْ كَذَبَ عَلَىَّ مُتَعَمِّدًا فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ “Benim namıma yalan söyleyen cehennemdeki mekânına-oturağına hazırlansın!”1 hadisinin dahi dünyevî menfaat devşirmeye engel olmadığını gösterme. Bu gözle baktığınız zaman Efendimiz’e isnat edilen uydurma beyanların hakikaten tarihi anlama açısından bize çok büyük faydaları var. Ama istediğiniz kadar uydurma deyin, o söz cehlin eline düşünce, menfaat devşirenlerin güçlü propagandası ile desteklenince veya ilerleyen nesillerde hakikat hüviyetini kazanınca maksadın aksiyle karşılaşmamız mümkün ve nitekim karşılaşıyoruz da.
Üçüncü bir izah; Peygamber Efendimiz’e (sas) olan saygıdan, onun söz, davranış ve kabullerinin ümmet-i Muhammed için ihraz ettiği yerin öneminden dolayı “ya doğruysa” şeklindeki bir yaklaşım Peygamber Efendimiz’e (sas) aidiyeti tam ve kesin olarak tespit edilemeyen beyanlara ihtiyatla yaklaşmayı beraberinde getirmiş. Hatta haramı helal, helali haram yapmayan ya da amellerin faziletine dair son tahlilde İslam’ın ruhuna muhalif olmayan sözlerin hadis olarak nitelendirilmesinde mahzur görülmemiş; ‘nasıl olsa insanı salih amele teşvik ediyor, İslam’ı özünden uzaklaştırmıyor’ şeklinde bir düşünce yaygınlık kazanmış, o da mezkur ihtiyatî yaklaşımın güçlenmesini ve desteklenmesini sağlamıştır.
Baştan alayım ve günümüze geleyim; sorulan soru istikametinde yapılan bu üç izah bir yana, bizim usulü hadis adını verdiğimiz, 15 asırdan beri büyük bir kısmı birbirinin tekrarı bilgilerden müteşekkil bir ilim dalımız var. Bu ilim dalında yazılmış yüzlerce-binlerce müdevvenatımız kütüphane raflarımızda durmaktadır. Mezkur müdevvenatta ulemamız Efendimiz’e (sas) isnat edilen herhangi bir sözün hadis namını alabilmesi için ince eleyip sık dokuma tabirine örnek gösterilebilecek ölçüler belirlemişler. Çalışmalarını iki şekilde yürütmüşler. İsnat ve metin. İsnat, o sözü rivayet eden ravilerin durumları; metin ise başta Kur’an’a, sonra sair rivayetlere ve en nihai olarak İslam’ın ruhuna muvafakatı veya çelişkisi açılarından o sözü değerlendirme.
Bugün geldiğimiz yer itibarıyla bir sözün Peygamber Efendimiz’e (sas) aidiyeti adına ortaya konan bu ölçüler yeterli görülmüyorsa yenileri ilave edilebilir. İlim ehli kendi aralarından yeni yapılacak teklifleri müzakere eder, karara bağlar ve hadis rivayetlerine tatbik eder. Eğer yeterli ise fantezi arayışları içine girmeye ve ne vakit ne de enerji harcamaya gerek var.
Sözün bu aşamasında bir teklif, eski veya yeni yapılan çalışmalar sonucu elde edilen sonuçlara göre, o beyan gerçekten hadis ise hadis denilmeli ve sıhhat derecesini ifade eden vasıfları kullanılmalı; hadis değilse ulema başta yaptığımız açıklamalardan dolayı ilmî açıdan o tabirleri kullanmaya devam etse de, halka bakan veçhesiyle “Her ne kadar Peygamber Efendimiz’e (sas) isnat edilse de hadis değildir; uydurmadır.” türünden net açıklamalar yapılmalıdır.
Sonuç, hadis ile hadis rivayetini birbirinden ayırmak lazım.