Resmî Geçit ve Mekke’deki Şok

335

Mekke’nin fethinin gerçekleşeceği günün sabahında ordunun konakladığı Merrü’z-Zehrân’da Allah Resûlü’nün münadisinin sesi yankılanıyordu:

– Her kabile, hemen yol hazırlıklarına başlasın ve silah ve mühimmatlarını da hayvanlarına yüklemiş olarak liderleriyle birlikte kendi sancağının altında bir araya gelsin!

Bu emirle birlikte İslâm orduları harekete geçmiş ve kabileler liderleriyle birlikte, küçük birlikler de bayraklarının altında bir araya gelmişti. Şimdi sıra, Ebû Süfyân’ın şahsında Kureyş’e sunulacak en etkin mesaja gelmişti; insanlar, bölük bölük kendilerini seyreden Ebû Süfyân’ın önünden geçeceklerdi!

İlk sırada, bin kişilik1 bir gücün başındaki Hâlid İbn Velîd vardı; iki bayrak taşıyorlardı! Ebû Süfyân’ın önüne geldiklerinde Hz. Hâlid tekbir getirmeye başladı; onun bu tekbirini bin kişilik ordusu da tekrarlıyordu ve bunu üç kez yapacaklardı. Gecenin karanlığında gökteki yıldızlar misali on iki bin ateşle dize gelen Merrü’z-Zehrân, şimdi de tekbir sesleriyle inliyordu. Yürek titreten bir manzaraydı bu. Geçip giderlerken Ebû Süfyân, önünden geçenlerin kim olduğunu Hz. Abbâs’a soracak ve o da cevabını verecekti. Aldığı cevaplar karşısında Ebû Süfyân’ın şaşkınlığı bir kat daha artıyordu; zira insanlardaki değişimin hızını kavramakta zorlanıyor ve gelinen mesafedeki olgunluk karşısında nutku tutuluyordu.

Ebû Süfyân’ın önünden artık peşi peşine fetih ordusu geçiyordu. Beş yüz kişilik birlikle önlerinden geçen Hz. Zübeyr’i, üç yüz kişiyle Ebû Zerr, dört yüz kişiyle Eslem, beş yüz kişiyle Benî Ka’b, bin kişiyle Müzeyne, sekiz yüz kişiyle Cüheyne, iki yüz kişiyle birlikte Kinâne ve nihâyet üç yüz kişilik bir grupla Eşca’ kabilesi takip edecekti.

Her defasında Ebû Süfyân, içinde Allah Resûlü’nün bulunduğu birliğin ne zaman geçeceğini soruyordu. Nihâyet sancağını Sa’d İbn Ubâde’nin taşıdığı ve Allah Resûlü’nün de içinde bulunduğu bin kişilik birlik çıkmış geliyordu; yürürlerken onları nizam ve intizam içine sokan Hz. Ömer’in gür sesi duyuluyordu. Ensâr ve Muhâcirînin her bir koluna ait bayraklarla rengârenkti; askerî teçhizât itibariyle de tam tekmillerdi. Onları görünce Ebû Süfyân:

– Bu orduya kim güç yetirebilir ki, diye iç geçirdi.

Elindeki sancağıyla ordunun önünde yürüyen Sa’d İbn Ubâde, Ebû Süfyân’ın yanından geçerken sesini yükseltip ona şunları söyleyecekti:

– Bugün, yazılacak destan günüdür; bugün Harem’in kutsallığı kalkıp orada savaş helal olacak ve bu işin sonunda Kureyş de zelil kalacaktır!

Ebû Süfyân’ı endişelendiren cümlelerdi bunlar ve Hz. Abbâs’a dönerek:

– Ey Abbâs, diye seslendi. “Bugün, beni koruman için ne de önemli bir gündür!”

Derken Kasvâ’nın üzerindeki Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) çıkageldi; sağında Hz. Ebû Bekir, solunda da Üseyd İbn Hudayr vardı. Hz. Abbâs heyecanla Ebû Süfyân’a seslendi:

– İşte, Resûlullah!

Ebû Süfyân ona:

– Kardeşinin oğlunun işi bugün, üstesinden gelinemeyecek bir saltanata ulaşmıştır, dedi. Hz. Abbâs yine:

– Ey Ebâ Süfyân, diye seslendi. “O, saltanat değil, peygamberliktir!”

Yalnız Ebû Süfyân’a, yanından geçerken Sa’d İbn Ubâde’nin söyledikleri çok dokunmuştu; onun için Allah Resûlü’ne:

– Yâ Resûlallah, diye seslendi. “Sen kavmini öldürmeyi mi emrettin? Sa’d İbn Ubâde’nin söylediklerini duymadın mı?”

Sa’d İbn Ubâde neler söylediğini bilmiyordu ve:

– Ne söyledi ki, diye mukabelede bulundu Efendiler Efendisi. Fırsat bulan Ebû Süfyân anlatmaya başladı bir bir. Sonra da ilave etti:

– Hâlbuki Sen, insanların en iyisi, akrabalarını en çok gözeteni ve en merhametlisisin; öyleyse Allah adına Senden, kavmine karşı iyi davranmanı diliyorum!
Ortada yine münferit bir teşebbüsün olduğu ortaya çıkmıştı ve Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) önce:

– Sa’d yanılmıştır ey Ebâ Süfyân, diye seslendi. Endişelerinin yersiz olduğunu ifade etmek gerekiyordu ve aslında bugün, gerçek manada Mekke’nin değer bulacağı bir gündü. Sonra da şunları ilave etti:

– Aksine bugün, merhamet günüdür! Bugün, Kâbe’nin şanını Allah’ın yücelteceği bir gündür! Bugün Kâbe’ye örtü örtülecek bir gündür! Ve yine bugün, Allah’ın Kureyş’i yücelteceği bir gündür!

Daha sonra da Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), haber gönderip Hz. Sa’d’ı görevinden azlettiğini ve yerine sancağı Hz. Sa’d’ın oğlu Kays İbn Sa’d’a verdiğini açıkladı. Anlaşılan, herkesi ilgilendiren bir meselede, kendi başına karar verip de gidişatı etkileyecek ferdî bir adım atılmasının ne kadar büyük bir hadise olduğunu göstermek istiyordu. Hatta böyle bir değişikliğin gerekçesini kavrayamadığından dolayı kendisine gelen haberin doğru olup olmadığını tetkik etmek isteyen Hz. Sa’d’a Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), başındaki sarığı gönderecek ve azil emrinin de kendisinden geldiğini ifade etmiş olacaktı.

Mekke’deki Şok

Artık büyük fetih için her şey hazırdı; Merrü’z-Zehrân’dan hareket edilecek ve artık Mekke’ye girilecekti. Bu sırada Efendimiz’in amcası Hz. Abbâs, Allah Resûlü’ne yaklaşarak önceden Mekke’ye gidip de Kureyş’e, Efendimiz’in emân haberini verip onları İslâm’a davet etmek istediğini söyleyecekti. Başlangıç itibariyle bu teklife olumlu bakan, hatta Mekke’ye gitmesi için kendi katırını Hz. Abbâs’a veren Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Kureyşlilerin, Sakîf kabilesinin Urve İbn Mes’ûd’a yaptıkları gibi ona da bir kötülük yapacaklarından endişe ediyorum, diyerek daha sonra bu kararından vazgeçecek ve amcasının geri çağrılmasını isteyecekti.

Hâlâ gelişmelerden habersiz olan Mekkelilere ilk haberi ulaştıran yine Ebû Süfyân’dı; ancak o, ayrıldığı gibi girmiyordu Mekke’ye. Oraya ulaşır ulaşmaz, avazı çıktığı kadar bağıracaktı:

– Ey Kureyş topluluğu! İşte Muhammed şurada! Hem de karşı koyamayacağınız kadar büyük bir ordu ile gelmiş bulunuyor!

Korktukları başlarına gelmişti; bütün ümitler tükenmiş ve Kureyş’in işi bitmişti! İki adım ötelerine kadar gelen bir orduya karşı şu saatten sonra ne yapabilirlerdi ki! Çaresizlik içinde bocalayıp dururken teklif, yine Ebû Süfyân’dan geldi:

– En iyisi mi, sizler de gelin ve Müslüman olup kendinizi emniyete alın!

Bu yaşanan her şeyin üzerine çizgi çekip de hemen bu tarafa geçmek öyle kolay değildi; irade ister, yürek isterdi! Ancak başka da bir çare gözükmüyordu.
Müslümanları görüp onlarla uzun uzadıya görüştüğüne göre, Ebû Süfyân’ı daha fazla konuşturmak gerekiyordu. Meraklı gözlerle anlatacaklarını beklemeye durdular; o da anlatıyordu. Sıra, Allah Resûlü’nün emân haberini vermeye gelmişti ve tam:

– Kim Ebû Süfyân’ın evine girip sığınırsa o emniyettedir, demişti ki etrafına toplananlardan biri sabırsızlanarak:

– Allah canını alsın; Ebû Süfyân’ın evi kaç kişi alır ki, diye tepki gösterdi. Şöyle devam etti:

– Her kim kapısını üzerine örter ve kendi evine sığınırsa o da emniyettedir! Kâbe’ye sığınanlar da emniyettedir ve onlara da dokunulmayacaktır!

Kocasındaki değişikliği hazmedemeyen ve gördüğü manzara karşısında çılgına dönen Hind ise, yanına yaklaşıp küçümseyerek bıyığından tuttuğu kocası Ebû Süfyân için Mekkelilere şöyle bağırıyordu:

– Düne kadar kahraman ve yiğit geçinen şu kocamış adamı öldürün; bir topluluk için o, ne kötü bir gözcü, ne fena bir öncüdür!

Tabii ki bir ömür boyu düşmanlık ettikleri kapıya yönelip de önünde temenna durmak öyle kolay değildi ve bu kadar kısa zamanda değişiveren kocasını Hind kınıyordu. Herkesin önünde karı koca arasında bir münakaşa başlamıştı. Kocasını kaybettiğini düşünen Hind burnundan soluyordu. Zira henüz Ebû Süfyân’ın gördüklerine o şahit olmamış ve hislerinden arınarak salim kafayla düşünme fırsatı bulamamıştı. Ancak yine de insanları etkileme gücüne sahipti; çünkü o, Mekkelilerin itibar ettiği Utbe’nin kızıydı! Onun için Ebû Süfyân, eliyle hanımı Hind’i işaret ederek Mekkelilere:

– Yazıklar olsun size, diye çıkıştı. Kitabın ortasından konuşuyordu ve bugün aksine hareket etmenin imkân ve ihtimali yoktu. Sinirlenmişti ve düne kadar birlikte omuz omuza mücadele verdikleri arkadaşlarına şunları söyledi:

– Sakın ola ki bu kadın, bir yanlışlık yapmanıza sebebiyet vermesin; zira Muhammed, asla karşı koyamayacağınız bir ordu ile kapınızın önündedir!

Tuzağa takılmış av gibilerdi; ne öfkelerinin kendilerine bir faydası vardı ne de kendilerinde karşı koyabilecek bir güç bulabiliyorlardı! Geneldeki bu değişimi fark etmeye başlayan Hind, birkaç gündür gördüğü rüyaları hatırlamaya başladı; üst üste üç gündür geceleri hep Muhammedü’l-Emîn’i görüyor ve O (sallallahu aleyhi ve sellem), kendisini sahil-i selamete çağırıyordu. En son gördüğünde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) onu, Cehennem’in kenarından çekip almıştı.
Dehşetli manzaralardı ve uyandığında hâlâ bu manzaraların etkisindeydi:

– Bu da ne, diye soruyor ve gördüklerine bir anlam vermeye çalışıyordu.

Büyük çoğunluk itibariyle bekleyip de sonucun rengine göre hareket etmeyi tercih etseler de o gün İkrime İbn Ebî Cehil, Süheyl İbn Amr ve Safvân İbn Ümeyye gibi insanlar, karşı koymak için hazırlık yapmaya başlayacaklardı. Kendi aralarında:

– Muhammed’i elini kolunu sallayarak asla Mekke’ye sokmayız, diyor ve insanları karşı koymaya teşvik ediyorlardı. Bu hevese kapılan Hüzeyl, Eslem, Benî Bekr ve Kureyş’ten bazı insanlar çoktan hazırlık yapmaya başlamışlardı!

Etraftaki kabilelerin kendilerine müspet cevap vermiş olmaları işlerine de geliyordu; zira sonucu itibariyle çok riskli olan böyle bir karşı koyuşta ilk önce, badiyeden topladıkları bedevileri öne sürmeyi düşünüyor ve onların mukavemetlerine göre devam edip etmeme noktasında bir karara varmak istiyorlardı.


Yazar: Dr. Reşit Haylamaz/EFENDİMİZ kitabından alınmıştır.

Dipnot:

  1. Bu sayının dokuz yüz olduğu da ifade edilmektedir. Bkz. Vâkıdî, Meğâzî, 1/813; Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, 5/219.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.