Örnek Hayatın Savaş Eksenli Sunumu
Rahmet Peygamberi’nin (sas) hayatının savaş eksenli olarak anlatılmasının sebepleri nelerdir?
Üzülerek belirtmek gerektir ki O’nun hayatı, hep savaşlara odaklanılarak anlatıldı. Bu anlatım O’nun, sürekli savaşan ve herkesle kavgalı bir kimlik olarak algılanmasını netice verdi.
Şüphesiz bunun temeli, Câhiliyye günlerinde yaşanan “eyyâm-ı Arab” kültürüne kadar dayanmaktadır. O günlerin en temel gündemlerinden birisi olan “kahramanlık”, sıklıkla yaşanan kavgaların en temel sebeplerindendir ve gâlib gelenlerin ballandıra ballandıra anlattıkları bir üstünlük vesilesi, şiir ve hitabetlerinin de en temel konusudur.
“Bizim falan zaferimizden şu kadar önce veya sonra..” diyerek zaman tayinlerini onunla yapar, üstünlüklerinin en temel konusu olarak yine onu nazara verirlerdi. Hatta yaşadıkları dönemde, kahramanlık adına anlatacak bir örnek bulamadıklarında atalarına müracaat eder ve kemikleri çürümüş insanların kahramanlıklarıyla iftihar eder, başkalarına üstünlük vesilesi olarak onların mezarlarını gösterirlerdi!2 bu hususa işaret etmektedir.[/note]
İşte İslâm’ın ilk muhatapları da bu kültürde yetişen insanlar oldu. İstenmese de on beş yıl sonrasında Bedir’le başlayan bir savaş süreci yaşanınca gözler, bu savaşlarda ortaya konulan kahramanlıklara odaklandı ve Allah Resûlü’nün farkı fark edilemedi. Tabiî olarak savaşın sebebi olan ve o güne kadar zulümde sınır tanımayan insanlara olan düşmanlıkla meselelere bakıldı ve nebevî şefkat, Ebû Cehillere olan kızgınlığın gölgesinde kaldı.
Diğer yandan, ashâb-ı kirâmın her birisi, hiç kimsenin ortaya koyamayacağı kadar büyük kahramanlıklara imza atmış, hiç görülmeyen kahramanlık örnekleri sergilemişti! Açıkçası gözler, görmek istediğini fazlasıyla görmüş, üstelik sonuç da bir zaferle noktalanmıştı! İşte bu zafer ve ortaya konulan kahramanlıkların zâviyesinden Bedir’e bakanlar, meseleyi bütüncül görüp aktarma yerine gözlerini dolduran bu farklılıkları ifade etmeyi tercih ettiler ki Efendimiz’in hayatını anlatmaya matuf kaleme alınan ilk kitapların kâhir ekseriyetinin, O’nun bu yönünü anlatan “Megâzî” kitaplarının oluşu,3 bunun en açık delilidir.
Sonraki dönemlerin duruşu da farklı olmadı; bir gelenek hâlinde devam eden bu anlayış, seyredilebilirlik açısından aksiyon ve gerilimin daha çok arandığı günümüz prodüksiyon ve filmlerine de aynı oranda yansıyınca bugünün nesillerinde de maalesef benzeri bir algı oluştu. Bu algının oluşmasında tabiî ki zaman zaman örneklerini üzülerek müşâhede ettiğimiz radikalizmin rolünü de unutmamak gerektir.
Hâlbuki Fahr-i Kâinât Efendimiz’in, sekiz bin gün civarındaki risâlet günlerine4 kıyaslandığında aktif savaşmak zorunda kaldığı Bedir, Uhud ve Huneyn gibi en temel savaşlarının ikinci günü yoktur ve süre açısından bunlara bakıldığında bir günün ancak yarısını meşgul ettiği görülmektedir.
Savaşın gündeme geldiği andan itibaren hazırlık süreçleri, yol, karşı tarafı savaştan vazgeçirebilmek için yaşanan ikna süreci, saf düzeninin alınması, savaş, savaş bittikten sonra söz konusu alanda üç gün bekleme, şehîd ve ölülerin gömülmesi, geriye dönüş, ganimet ve esirlerle ilgili sürecin neticelenmesi gibi unsurlar nazara alındığında Efendimiz’in gündemini 79 gün gibi bir süre meşgul etmiştir. Savaşın olmadığı İkinci Bedir ve Tebûk’ü de dâhil edecek olursak Asr-ı Saâdet’in gündemini savaş, toplamda 144 gün meşgul etmiştir. Kendisinin bizzat bulunmayıp da ashâbını gönderdiği güvenlik timlerinin yaşadıkları süreçler ile devletine isyan eden terör faaliyetlerine yönelik kuşatma harekâtları da buna ilave edildiğinde karşımıza, toplamda 392 gün gibi bir süre çıkmaktadır ki bu sürenin büyük çoğunluğu, haftalarca devam eden yollarda veya insan ölümü olmasın diye uzatılan kuşatmalarda geçmiştir.5
Bu kadar harekât, kuşatma ve karşılaşmaya rağmen on yıl içinde Efendimiz’in bulunduğu ortamlarda yaşanan can kayıpları da dikkat çekicidir; 108 şehîd ve 111 ölü. Mekke Fethi, kuşatma ve seriyyeleri de buna ilave ettiğimizde ise toplam 217 şehîd6 ve karşı taraftan öldürüldüğü bilinen 287 insan vardır.7 Pusuya düşürülerek şehîd edilen 79 sahâbî ile işledikleri suçlardan dolayı hükmen öldürülenlerle8 birlikte bu rakam, 296’ya karşılık 701 kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna göre iki tarafın toplam kaybı 997’dir.9
İnsanlık tarihi içinde birbiri ardına devam eden hiçbir savaşta bu kadar az can kaybı yaşanmamış ve hiçbir ideoloji, devlet veya medeniyet bu kadar az zayiatla vücuda gelmemiştir. Allah Resûlü’nün bu alanda ortaya koyduğu strateji ve hassasiyet ile “yaşatma ideali” istikametinde örgülediği müstesna medeniyetin farkına varabilmek için tarih içinde karşımıza çıkan ve sadece asker değil, aynı zamanda kadın ve çocuklar başta olmak üzere milyonlarca sivilin yitirildiği acı tablolara bakarak bir kıyas yapmakta fayda olsa gerek!10
Yazar: Reşit Haylamaz, Şefkat Güneşi kitabından alınmıştır.
Dipnot:
- “Dünyalıklarla böbürlenmek, oyaladı sizleri. Tâ ki kabirlere gider oldunuz!”1Tekâsür Sûresi 102/1, 2
- İslâm Târîhi adına ilk kaleme alınan eserlere bakıldığında, neredeyse yüzde doksanının ya bizzat savaşa odaklanmış veya savaşı merkezine alan çalışmalar oldukları görülecektir; mesela: Ebân İbn-i Osmân (100-5/718-23-4): Kitâbu’l-Megâzî; Âmir eş-Şa’bî (103/721): el-Megâzî; Vehb İbn-i Münebbih (104-110-4/722-3-4-8): Kitâbu’l-Megâzî;İbn-i Şihâb ez-Zührî’nin (124/742): Kitâbü’l-Megâzî; İbn-i İshâk (150-1/767-8): Kitâbu’l-Megâzî;Ma’mer İbn-i Râşid (152-3-4/769-770-1): Kitâbu’l-Megâzî; Vâkıdî (207/822): Kitâbu’l-Megâzî vb…
- Efendimiz’e risâlet yani peygamberlik vazifesi,610 yılının Ramazan ayında geldi ve 632 yılının Rebîülevvel ayının on ikisinde kendi ruh ufkuna yürüdü. Bkz. Vâkıdî, Megâzî 730; İbn-i Hişâm, Sîre 2/379.
- Bazı timlerin ne zaman yola çıktığı, gittikleri yerde ne kadar kaldıkları ve Medîne’ye hangi tarihte döndükleri hakkında kaynaklarda bilgi verilmediği için zaman tayininde bulunma imkânı yoktur.
- Bi’r-i Maûne ve Racî’ vak’alarında şehîd edilen 79 sahâbî bu rakamların dışında tutulmuştur. Zira onların hedefi, gelen davetler üzerine gittikleri beldelerde İslâm’ı anlatmak idi ve yolda tuzağa düşürülerek şehîd edilmişlerdi.
- Konumlarındaki farklılık sebebiyle bu rakamlar arasında, işledikleri savaş suçu ve açık ihanet sonucu muhakeme edilerek hukukun kuralları içinde ve farklı zamanlarda öldürülen 14 kişi ile 400 Benî Kurayzalı yoktur.
- Bazı kaynaklar, Benî Kurayzalılardan öldürülenlerin sayısını 600, 700, 800 veya 900 olarak vermektedir ki bu rakamların da göz kararı ve Yahudilere kızgınlık sebebiyle yukarıya doğru yuvarlama yapıldığı anlaşılmaktadır. Zira söz konusu insanların, o günün şartlarında Zeyd İbn-i Hârise’nin evinde toplandığı ifade edilmektedir. Kölelik gibi bir süreçten gelen ve Resûlullah’ın en yakınındaki insanların yaşadığı imkanlara paralel sınırlı bir hayat yaşayan Hazreti Zeyd’in evinin, bu kadar insanı alması imkansızdır. Rakamların yüksek gösterilmesinin bir diğer sebebi, o gün bu uygulamadan rahatsız olup da bunu karalama kampanyasına çevirmek isteyen taraflardır. Ayrıca o gün öldürülenlerin hepsi, Benî Kurayzalı değildir; onlar arasında, o günkü isyana dışarıdan destek veren başka kabilelere mensup insanlar da vardır. Buna rağmen biz, Benî Kurayzalılardan öldürülen insan sayısını 400 olarak kabul ettik. Bütün bunlara rağmen burada da nebevî cemîle ve jestin farklı örneklerini görmekteyiz; haklarında hüküm verecek hâkimi seçme hakkını da Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara vermiş, üstelik hüküm verileceği âna kadar adâlet mekanizmasına baskı yapmalarına da göz yummuştur. Onun içindir ki sonuca hiç itiraz etmemiş ve verilen hükme razı olmuşlardır. Gerek kararın verilme sürecinde gerekse uygulanma aşamasında, ne o günkü Yahudilerden ne de onların müttefiki olan başka unsur ve kabilelerden, yapılan işin yanlışlığı veya kendilerine zulmedildiğine dair zerre kadar itiraz söz konusu olmamıştır.
- Kayıtlara geçmeyen veya karşı tarafın alıp götürdüğü yahut gömdükleriyle birlikte bu sayının maksimum 1.500 olacağı söylenebilir.
- Bkz. Reşit Haylamaz, Şefkat Güneşi, s. 62-63.