Olağanüstü haller seferi: Zâtü’r-Rikâ
Gatafanlıların bulunduğu bölgeye yapılan bu sefer, Medine’den ayrılıp da yeniden geri dönülünceye kadar geçen on beş günlük süre içinde yaşanan harikulâde hadiselerden dolayı ashâb arasında, olağanüstü haller seferi olarak da1 isimlendirilecektir.
Her zaman olduğu gibi o gün de Medine’ye bir tüccar gelmiş ve elinde bulunanları burada ashâb-ı kirâma satmıştı. Bir müddet oturup konuşunca da:
– Enmâr İbn Beğîz ve Benî Sa’d size karşı savaşmak için toplanıp durdukları hâlde onlara karşı sizin sessiz kaldığınızı görüyorum, demişti. Önemli bir haberdi; zaten sözü edilenler, daha önce de benzeri fırsatları kollayıp Medine’ye baskın yapmaya yeltenen tescilli insanlardı ve bu haber Allah Resûlü’ne ulaşır ulaşmaz, yerine Ebû Zerr’i vekil bırakarak2 dört yüz3 kişilik bir kuvvetle Muharrem ayının bir cumartesi günü sözü edilen yere doğru yola çıktı. Medîk yolunu takip ediyordu ve Şukra vadisine gelince burada bir gün konaklayacak ve ashâbını belli gruplara bölerek etrafı kontrol etmeleri için gönderecekti.
Gecenin ilerleyen saatlerinde geri dönen ashâb-ı kirâm, etrafta hiç kimseye rastlayamadıklarını, sadece bazı izler bulduklarını rapor etmişlerdi. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), yeniden hareket emri verdi; hedefe doğru hızla ilerliyorlardı. Yoruldukça ve sıcaklar bastırınca mola veriyorlar, yürümeleri için şartlar uygun hâle gelince de yine yola koyuluyorlardı.
Nihâyet Medine’ye iki günlük mesafede bulunan bir hurmalığa kadar gelmişlerdi; burası, tüccarın sözünü ettiği kabilelerin yerleşim yerleriydi. Ancak, ortalıkta kadınlardan başka kimse yoktu. Resûlullah’ın üzerlerine geldiğini haber alır almaz dağlara çıkmış ve gelişmeleri gizlendikleri yerlerden takip ediyorlardı.
Ortalıkta gergin bir hava oluşmuştu; dağ başına kaçıp da sığınan Gatafanlılar, artık sonlarının geldiğini düşünüyor ve köklerinin kazınacaklarından endişe duyuyordu; Efendimiz’le birlikte bulunan ashâb ise, dağ başlarına çekilen insanların kendilerine aniden baskın yapıp yapmayacaklarından emin olmak istiyorlardı. Sessiz bir bekleyiş başlamıştı!
Derken öğle namazının vakti girdi ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbıyla birlikte namaz kılmak için hazırlık yapmaya başladı; ezan okunmuş ve saflar tutulmuştu! Bunu gören Gatafanlılar, büyük bir fırsat yakaladıklarını düşünüyorlardı; önce, hemen saldırıp Müslümanlara büyük zayiat vermeyi planlamışlarsa da aralarından bir kısmının:
– Onları şimdi kendi hâllerine bırakın; nasıl olsa bundan sonra da namaz kılacaklar ve o namaz onlar için kendi evlatlarından bile daha sevimlidir, demesi üzerine bu saldırı planlarını bir sonraki namaza bırakmışlardı. Ancak hesap edemedikleri bir durum vardı; zira bu sırada Cibril-i Emîn gelmiş ve onların bu sinsi planından Allah Resûlü’nü haberdar etmişti. Bunun üzerine Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem), ikindi namazının vakti girer girmez ashâbını ikiye ayıracak ve yine cemaatle eda ettiği namazını Kur’ân’ın kendisine tarif ettiği şekilde kılacaktı. Buna göre ilk rekâtta kendisiyle birlikte namaza duran ashâb, ikinci rekâta kalktığında ayrılıp düşmandan gelebilecek tehlikelere karşı nöbete duracak ve bu sırada diğer ashâb gelerek ikinci rekâtı O’nunla birlikte tamamlayacaktı. Daha sonra her iki grup da, kılamadıkları bir rekâtı kendi başlarına tamamlayacak ve böylelikle, fırsat bekleyen düşmanın emellerine ulaşmasının önüne geçilmiş olacaktı. Dağ başlarına çekilenler için bir umut ışığı daha sönmüş oluyordu ve bundan sonra da bu umut ışığı bir daha hiç canlanmayacaktı.
Yaklaşık on gün bu bölgede kalan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), düşmanın karşısına çıkma ihtimali ortadan kalkınca ashâbına Medine’ye dönme emri verdi; hatta öncü kuvvet olarak ashâbından Cuâl İbn Sürâka’yı Medine’ye gönderecek ve selamette olduklarının haberini ulaştırmasını isteyecekti.
Bu arada ashâbdan biri, bir kuş yuvası bulmuş burada bulunan yavrulardan birini alarak karargâha doğru geliyordu. Sahabînin davranışlarında bir farklılık olduğunu sezen ashâb, merakla sahabînin elindekine bakmaya başlamıştı. Her hadiseyi birer lisan olarak değerlendiren Allah Resûlü de ona bakıyordu ve gelişmeleri ashâbıyla paylaşacağı anı bekliyordu.
Derken bir kuşun bu sahabînin üzerine doğru sürekli inip kalktığı görüldü; yavrusunu o sahabînin elinden kurtarmak isteyen bir annenin çırpınışlarıydı bu! Mesele şimdi anlaşılmıştı; yavrusuna olan şefkatinden dolayı kuş, yuvasını yıkan bu insana hücum ediyor ve yavrusunu ondan kurtarmak istiyordu. Gerçekten de garipsenecek bir durumdu; yavrusunun hayatını kurtarmak için kendi hayatını tehlikeye atıyor ve ne pahasına olursa olsun neticeye gitmek istiyordu. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
– Şu kuşun hâlini görüp de garipsiyorsunuz, değil mi, diye sordu onlara. “Sizler onun yavrusunu aldınız ve o da, yavrusuna olan merhametinden dolayı kendisini tehlikeye atıyor! Unutmayın ki Allah (celle celâluhû), kullarına karşı şu kuşun yavrusuna olandan daha merhametlidir!”
Yine yola koyulmuş ve Medine’ye iyice yaklaşmışlardı. Nihâyet gecenin karanlığı çökünceye kadar yol alıp Sırâr denilen yerde konakladılar. Efendiler Efendisi burada bir deve kesilmesini emredecekti. Fark etmemişlerdi; düşman saflarından biri ahdetmiş, bir Müslüman kanı dökmeden geri dönmemek üzere onları takip ediyordu. Rüzgârlı bir geceydi ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), ashâbına dönerek:
– Bu gece bizi kim korur, diye sordu. Ayağa kalkanlar Abbâd İbn Bişr ile Ammâr İbn Yâsir idi:
– Biz koruruz yâ Resûlallah, diyorlardı ve Allah Resûlü de bunu tahsin ederek istirahate çekildi.4
Yazar: Dr. Reşit Haylamaz/EFENDİMİZ isimli kitabından alınmıştır.
Dipnot:
- Bu sefer sırasında ağaçların Efendimiz’e siper olması ve Efendimiz, ihtiyacını giderdikten sonra da yeniden eski hâline gelmesi; mezarında azap görmekte olan birisi için Efendimiz’in, ağaçtan koparttırdığı iki dalı bu mezarların başına dikerek bu vesileyle azaplarının hafifleyeceğini söylemesi; Efendimiz’in duasıyla sar’a hastası olan bir çocuğun şifa bulması; Efendimiz’e suikast girişiminde bulunan Gavres’in Müslüman olarak hidâyete ermesi; efendisinden şikâyette bulunan bir devenin Allah Resûlü tarafından teskin edilmesi; Hz. Câbir’in kaybolan devesinin yerini haber vermesi; su ve yiyeceklerde bereket yaşayarak bir kova su ile ordunun tamamının ihtiyacını gidermesi; yolda giderken bulunan üç tane deve kuşunun bütün orduya yetmesi ve yine acıktıkları bir sırada sahile vuran dev bir balıkla karınlarını doyurmaları gibi mucizeler gerçekleşmişti. Bkz. Heysemi, Mecmaü’z-Zevâid, 9/8; Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, 5/175
- Yerine vekil bıraktığı sahabînin, Hz. Osman olduğu da ifade edilmektedir. Bkz. . İbn Hişam, Sîre, 4/157; Vakıdi, Meğâzî, 1/8
- Bu rakamın yedi yüz veya sekiz yüz olduğuna dair de bilgiler vardır. Bkz. Vakıdi, Meğâzî, 1/396; Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, 5/175
- Bu nöbet sırasında Abbâd İbn Bişr’e ardı ardına ok isabet edecek, ancak o, namazında okuduğu Kehf suresinden aldığı hazzı zedelememek için yanındaki arkadaşı Hz. Ammâr’a bunu haber vermeyecekti. Bkz. Vakıdi, Meğâzî, 1/396; Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, 5/180