Öfke Ateşi ve Aile İçi İletişim (1)

1.787

İnsanın şahsî, ailevî ve içtimaî hayatında imtihana tabi tutulduğu duygularından birisi de öfke duygusudur. İslam ahlakçılarının kuvve-i gadabiyye olarak adlandırdığı bu duygu, nefis mekanizmasının, içinde kin, nefret, haset, intikam ve düşmanlık duygularını da barındıran bir yanıdır. Nefisle irtibatlı olmasından dolayıdır ki insanın kalbine ve diğer duygularına da tesir eden bir yapıdır. Dolayısıyla ailevî ilişkilerde sevgi, saygı ve şefkat kadar üzerinde durulması gerekli hususlardan birisi de bu duygudur. Zira ekseriyetle yuvalarda eşleri istikametten ve birbirlerinden uzaklaştırıp aile kurumunu yıkılışın eşiğine getiren en hâkim etkenlerden birisi budur. Biz bu makalemizde eşlerin öfkeyle imtihanı üzerinde duracak bu ibtiladan yuvaların kazançlı çıkabilmesinin yollarını göstermeye çalışacağız.

Öfke Hissinin Veriliş Gayesi ve Dereceleri

İnsanı düşmanlığa kadar sürükleyen bu his, insan fıtratına, kendisini müdafaa edip koruyabilmesi, zararlı ve tehlikeli şeyleri defedebilmesi ve hak yolunda mücahede/mücadele edebilmesi için yerleştirilmiştir. Onun bu şekilde yerli yerinde isabetli kullanılması, vasat ve ideal seviyesidir. Bu da ikili ilişkilerde sabrı, şecaati, hilmi, af ve müsamahayı netice verir. Bu sabır ve hilimdir ki insanları birbirine yakınlaştırır, sevdirir ve ilişkileri mutedil hale getirir. 

Kontrol altına alınamadığı ya da ifrata gidildiği zaman ise bu kuvve, yapıcı/koruyucu bir kuvve olmaktan çıkar ve yıkıcı, tahrip edici bir güce dönüşür. Bu manada bu gücün esir aldığı kimseler ise şahsî ve ailevî ilişkilerinde dengeyi/adaleti koruyamaz ve baskıcı davranarak çeşit çeşit zulme girerler. Tehevvür de (hiçbir şeyi önemsememe ve hiçbir şeyden korkmama hali) denilen bu durum, hem öfkesini dengeleyemeyen kimse hem de muhatapları açısından beraberinde bir çok maddî-manevî tehlikeyi, sözlü ya da fiili şiddeti beraberinde getirir. 

Bu duygunun tefriti yani yokluğu ya da noksanlığından kaynaklanan “Cebânet” yani korkulmayacak şeylerden bile korkup çekinme, bir nevi ruhî hastalıktır.1 Bugün Psikiyatri’de “Panfobi” olarak isimlendirilen bu durum, adeta hayattan kopmak ve yaşamamak demektir. Böyle bir kimse hayatı, hem kendisi hem de çevresi için yaşanmaz hale getirir ki bu da aile içi iletişimi bütünüyle çıkmaza sokar. Zira her şeyi korku sebebi haline getirip aklı, mantığı, fikri, kalbi ve duyguları tamamen devre dışı bırakanlar, sağlıklı ilişki kuramaz ve sürdüremezler. Onun için öfkesini tefrit ve ifrat seviyesinde kullanmanın, iletişim, fikir ve zikir değeri yoktur. Şimdi bu hususları teker teker ele alıp incelemeye çalışalım.

Öfkenin İletişim Değeri Yoktur

Öfkeyle münasebet kurmaya çalışmanın bir iletişim değeri yoktur. Zira konuşmayı bilemeyenler ya da konuşabilecek hiçbir şeyi olmayanlar öfkelerini kullanır ve çevrelerine bağırıp/çağırırlar. Onun için, “Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa iletişim kurar, anlaşır” demiş atalarımız. Fakat öfkesine kapılıp beyan kabiliyetinin varlığını unutanlar, öfkeyi de bir iletişim vesilesi olarak görmeye başlarlar. Halbuki öfke, asla isabetli ve sağlıklı bir iletişim aracı olamaz. Zira hiç kimse kendisine öfkeyle hitap edilmesini, öfkeli bir üslupla bir meselenin konuşulmasını istemez. Kaldı ki öfkeyle hareket eden bir kimse, sevgi, saygı ve merhameti de rafa kaldırdığından tamamen kin, nefret ve intikam duygularıyla konuşur/hareket eder.

Böyle bir kimsenin söyledikleri de karşı taraf üzerinde müspet anlamda tesir etmez ve asla iletişime de bir katkıda bulunmaz. Bilakis şefkat ve merhametten bu mahrumiyet, nefis ve benlik duygularını harekete geçirerek ters tepki yapar. Kendisine öfkelenilen şahsı korkutur, endişeye sevk eder. Bu hal devam ederse, ailenin üzerine kurulduğu temel esaslar olan sevgi, saygı ve güven duyguları bir daha onarılamayacak şekilde zarar görür ve eşler birbirinden uzaklaşmaya başlar. Hatta böyle bir ortamda tepki, sadece uzaklaşmayla kalmaz, insanlar nefsini ve bazen de haklarını müdafaa adına öfkeyle karşılık vermeye başlar.

Karşılıklı öfke seanslarının düzenlendiği adeta sinir harplerinin yaşandığı böyle bir mekân da ise iletişim değil artık çatışma ve şiddet hakim olur. Unutulmamalıdır ki şefkatten ve saygılı bir üsluptan, yakınlık ve sevgi, öfkeden de sadece kin, nefret ve düşmanlıklar doğar. Düşmanlık duygularının hâkim olduğu gönüllerin ise sağlıklı iletişim kurmaları mümkün değildir.

Öfkelerin sorumsuzca ve ölçüsüzce kusulduğu yuvalarda sadece iletişim değil hak anlayışı ve adalet duygusu da ciddi zarar görür. Hak ve adalet duygularının da gözetilmediği bir yerde/evde yine sağlıklı iletişimden bahsedilemez. Bundan dolayıdır ki Kur’ân-ı Kerim, öfkenin adaletli davranmaya engel olmaması gerektiğini özellikle hatırlatır: 

“Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin ve adalet numunesi şahitler olun. Bir topluluğa karşı içinizde beslediğiniz kin ve öfke, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil davranın, takvaya en uygun hareket budur. Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah, yaptığınız her şeyden haberdardır.”2 

Dolayısıyla adalet, mülkün temeli olduğu kadar sağlıklı iletişimin de temelidir. Unutulmamalıdır ki sırf öfkeden dolayı kaybedilen hak ve adalet hassasiyeti, en önemli mülkümüz olan yuvaların da zaman içinde kaybedilme sonucunu doğurur.

Bu noktada hakların korunması ve adaletin temini adına öfke sürecini uzatmamak da önemlidir. İşin içine nefisler girip duygular karşılıklı daha fazla yıpratılmadan aradaki problem çözülmeli ve aksayan iletişim yeniden kurulmalıdır. Yoksa süreç uzadıkça eşler arasında iletişim de daha da zayıflamaya başlayacaktır. Zamanında müdahale ile çözülebilecek bir sorun, geç kalınınca içinden çıkılamaz hale gelebilir. Bu süreçte eşlerin kalpleri birbirine karşı daha da katılaşabilir, duygularının rağmına nefis ve şeytanın eli güçlenebilir. Bundan dolayıdır ki Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) haberdar olduğu bu tür vakalarda zamanında devreye girmiştir. 

Bir gün kızı Fatıma ile damadı Hz. Ali arasında hafif bir tatsızlık yaşandığı haberini almıştı. Vakit kaybetmeden de kalkmış onları ziyarete gitmiş ve Hz. Ali’yi orada görememişti. Bunun üzerine kızını yumuşatmak için akrabalık bağını da nazara vererek, “Amcaoğlun nerede” diye sormuştu.  O da: ‘Aramızda bir problem oldu ve karşılıklı birbirimize öfkelendik. Kalktı gitti ve yanımda kaylûle yapmadı’ dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü birisini çağırttı ve Hz. Ali’nin nerede olduğunu araştırmasını istedi. Adam biraz sonra gelip, ‘Ya Resûlallah! O mescidde uyuyor.’ dedi. Bunun üzerine mescide gelen Allah Resûlü, Hz. Ali’yi bir duvar kenarında yere uzanmış uyuyor bir vaziyette buldu. Omuzundan ridası düşmüş yüzü gözü toprağa bulanmış bir şekilde yatıyordu. Bunu gören Efendimiz eğildi ve yüzündeki/üzerindeki toprağı temizleyerek kendisine ‘Kalk, Ebu Türab! Kalk, Ebu Türab!’ diye iltifat ederek seslendi.”3 Kayınpederinin bu iltifatkâr sesini duyan Hz. Ali, hemen kalkıp doğrulmuştu. Bu iltifat ve künyelendirme ona yetmişti.4 Allah Rasûlü yaptığı latife ve hitaplarla her iki tarafın gönlünü yumuşatmış sonra da Hz. Ali’yi alıp evine getirmişti. Günün sonunda Hz. Ali başlangıcı itibarıyla sıkıntılı da olsa ömür boyu şerefle taşıyacağı özel bir ismin sahibi olmuştu. Artık hayatı boyunca en sevdiği isimlerinden birisi olarak bununla kendisine hitap edilmesini arzu edecekti.

İletişimde, Öfkenin Fikir Değeri de Yoktur 

İletişim açısından baktığımızda öfkelerin kusulmasının, bir ilim ya da bir fikir değeri de yoktur. Bilakis öfkeye bağlı konuşmak ya da hareket etmek, cehalettir. Zira öfkesine kapılan bir kimse aklına, ilmine, tecrübesine veya vicdanına dayalı konuşmaz. Bilakis bu değerlerin rağmına nefsine, heva hevesine, kibir ve gururuna dayanarak konuşur/davranır. Zira bu esnada aradığı hak ve hakikat değil nefsinin hoşnutluğudur. İstediği, muhatabıyla iletişim kurmak ya da ona bir fikir vermek ya da ondan bir fikir almak değil karşı tarafı tamamen susturup ezip geçmektir. Onun için ekseriyetle öfkesine kapılanların konuşmalarında bir fikrî derinlik ve muvazene de bulunmaz. Çünkü kuvve-i gadabiyenin baskısıyla akıl, beyin ve kalp adeta felç olur ve fikir üretemez. Tabiatıyla fikir üretilemeyince ortadaki problemler çözülemez, aksayan sağlıklı iletişim de yeniden kurulamaz.

Dolayısıyla öfkeyle değil ancak akıl, bilgi, fikir ve kalp önde tutularak iletişim kurulabilir. İnsanlar aralarındaki problemlerini öfke teadisiyle değil ancak fikir alış-verişiyle çözebilirler. Aradıkları hakikati ve sağlıklı iletişimi, öfkelerin çatışmasından değil fikirlerin çatışmasından elde edebilirler. Bunun içindir ki Allah Resûlü (sallahu aleyhi ve sellem), kendisinden ısrarla farklı tavsiyeler isteyen bir sahabisine her defasında, “Asla öfkene kapılma!” nasihatinde bulunmuştur.5 Ancak bu tavsiyeyi alan sahabi buna çok mana verememiş ve bunun sebebi üzerine düşünüp şu karara varmıştı: “Demek ki gadap, bütün kötülükleri kendisinde cem eden bir kötülük.”6 Zira öfke, kişinin aklî, kalbî ve iradî melekelerini dumura uğratan, düşünceyi ve ilişkileri öldüren bir etkiye sahiptir. Düşüncenin öldürüldüğü bir yerde ise konuşmak, dinlemek, anlamak, istişare etmek ve makul çözümler üretmek ve bunun üzerine arzu edilen sağlıklı iletişimi bina etmek de mümkün olmayacaktır.

Allah Resûlü de kendisine gelen problemleri, öfkeyle değil ilim, hilim, basiret ve fikre dayalı çözmüştür. Mesela bir gün Hz. Safiyye validemiz kendisine biraz kızgın ve biraz da üzüntülü bir şekilde gelmişti. Peygamberimiz ona niçin kızgın ve üzüntülü olduğunu sorunca o da durumu anlatmış ve eşlerinden birisinin kendisine, “Ey Yahudi kızı!” diye hitap ettiğini söylemişti. Bunun üzerine Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) bilgi ve fikirle yaklaşarak hareket etmesini şöyle ders vermişti: “Bir daha sana böyle bir şey diyecek olurlarsa sen de onlara şu cevabı ver: ‘Benim babam Hz. Harun, amcam Hz. Musa, kocam da bildiğiniz gibi Hz. Muhammed’dir. Dolayısıyla siz bana karşı neyinizle övünüyorsunuz ki?”7 Allah Resûlü’nün kendisine verdiği bu cevap hem onun için büyük bir teselli olmuş hem de farkında olmadığı bir hakikati, ona ve diğer annelerimize öğretmiş ve aralarındaki tenafüsün oluşturduğu menfi atmosferi de basiretle izale etmişti.

Aslında öfkenin susturamayacağı kimseleri bilgi, fikir ve hilim susturabilir ve kendileriyle iletişim kurulabilecek çizgiye getirebilir. Zira fikrin ve hilmin sahip olduğu güç, öfkede yoktur. Hz. Aişe validemizin anlattığı şu vaka bu hususta bize önemli bir rehberlik sunmaktadır: 

“Bir gün, Hz. Zeyneb aniden odama girdi ve Efendimiz’e yönelerek öfkeli bir üslupla, ‘Ebu Bekir’in kızının kolcuklarını omuzlarına atması sana yeter!’ dedi. Benim ne olup bittiğinden haberim yoktu. Derken bir de bana döndü ve söylenmeye başladı. Ben de yüzümü çevirdim ve sustum. Ancak o hala devam ediyordu. Bunun üzerine Efendimiz bana döndü ve ‘Kendini müdafaa edebilirsin!’ buyurdu. Bu sefer ben de ona sorduklarının/saydıklarının tek tek cevabını verdim. Diyebileceği hiçbir şey kalmamıştı ki sustu. O esnada Efendimiz’e baktım verdiğim cevaplardan memnun olmuş, yüzü gülüyordu.”8 

Dolayısıyla öfkenin panzehri, bilgiye ve fikre dayalı konuşmak ya da hilim ve vakarı koruyup susmaktır. Zira öfkeli kimse çoğu zaman kendisine söylenecek en makul sözleri bile yanlış anlayıp yorumlayabilir. Fakat sükût karşısında öfkeli insanın gayz ve kini de eriyecek ve düşmanlık duygularıyla dolu geldiği yerden dostane duygularla ayrılacaktır.

Öfkenin Zikir/Nasihat Değeri de Yoktur

Aile içi iletişim, farklı sebeplerden dolayı aksayabilir ya da bir çıkmaza girebilir. Buna bazen kadının bazen de erkeğin bir yanlış davranışı, anlayışsızlığı ya da geçimsizliği sebebiyet verebilir. Tam bu noktada yeniden iletişim kanallarını açabilmek ve bozulan sağlıklı iletişimi tekrar tesis edebilmek, eşlerin atacakları isabetli adımlara vabestedir. Burada iletişimsizlik kadından kaynaklanıyorsa Kur’ân’ın,”Geçimsizliğinden rahatsızlık duyduğunuz/şikayet ettiğiniz hanımlarınıza nasihat edin”9 emrine imtisalle, yapılacak ilk iş, güzel öğüttür, öfke değildir. Zira öğütün, iletişim değeri yüksek öfkenin ise iletişim değeri yoktur. Nasihatin yerine konacak öfkelerle varılacak yer sağlıklı iletişim değil sözlü ve fiili şiddet olacaktır. 

Dolayısıyla iletişimsizlik kadından kaynaklanıyorsa, ona ihmal ettiği ailenin/eşin hakları yumuşak bir üslupla hatırlatılarak iletişim yeniden tesis edilmeye çalışılmalıdır. Aynı nasihate bazen erkek de muhtaç olabilir. İster hanımı ister nasihatini dinleyeceği birisi tarafından kendisine yapılacak öğüt, bu noktada ona da faydalı olacaktır. Unutulmamalıdır ki “Din nasihattir.”10 İslamî hayat nasihatle ayakta tutulabilir. Bu anlamda herkesin her zaman nasihate ihtiyacı vardır. Nasihate ihtiyaçta cinsiyet ayırımı yoktur.   

Öfkeyi Affa Çevirmenin İletişim Değeri Yüksektir

Aile içi iletişimde öfkenin menfi tesirlerinden kurtulabilmenin tek yolu öfkeyi affa ve bağışlamaya dönüştürebilmektir. Yoksa affı unutup öfkesine kapılarak hareket eden bir kimsenin, ağzından hayırlı/yapıcı bir söz çıkmayacağı gibi kendisinden isabetli bir davranış da sadır olmaz. Zira öfkeyle açılan ağızlardan ancak karşı tarafı inciten, duygularını tarumar eden hakaret dolu sözler çıkar. Ya da muhatabını daha da tahrik edecek faydasız hareketler… Bu durum da ister istemez sağlıklı iletişimi yok eder. Onun için öfkelerin kusulduğu yerde iletişim ciddi zarar görür. Buna karşılık affın bulunduğu yerde ise iletişim ortamı korunmuş olur ve zarar görmüş olsa bile yeniden başlama imkânı oluşur.   

Bunun için Kur’ân’da ‘Allah için öfkeyi yutmak’ bir salih amel olarak takdim ve takdir edilir: 

“O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.” Ayetin son cümlesine özellikle dikkat ettiğimizde bizim için hayati bir vaatle karşılaşırız. “Allah, böyle iyi davrananları sever.” 

Demek ki öfkeye hâkim olup bir de karşı tarafı affedebilmek, mümini, Allah tarafından sevilme ufkuna yükselten önemli faziletlerden birisidir. Dolayısıyla İslam’da tavsiye edilen, müminin öfkeyi yutup içine atması değil onu, içinde affa dönüştürüp dışarıya af olarak yansıtabilmesidir. Buna muvaffak olan kimse hem kendisi rahatlayacak hem de bu davranışıyla muhatabına örnek olacak onu da rahatlatacaktır. Mümin böyle bir salih amelle hem tıkanan iletişim kanallarının önünü açmış olacak hem de bu davranışıyla kendisini ve muhatabını da yanlışa düşmekten koruyacaktır.    

Fakat insan, kuvve-i gadabiyyenin baskısı altında bazen öfkesine kapılıp isabetsiz davranabilir. İşte Kur’ân-ı Kerîm, yukarıdaki ayeti kerimenin ardından gelen ayette bu mevzuda hatalı davrananların ne yapmaları gerektiğini de şöyle beyan eder: “O muttakiler ki çirkin bir iş yaptıklarında veya kendi nefislerine zulmettiklerinde, peşinden hemen Allah’ı anar, günahlarının affedilmesini dilerler. Zaten günahları Allah’tan başka kim affeder ki? Bir de onlar, bile bile işledikleri günahlarda ısrar etmez, o günahları sürdürmezler.”11

Evet, yanlışlar karşısında tövbe ve istiğfar, alternatifsiz tek yoldur. Bu yola girenler hem yanlışlarından hem de akıbetleri itibarıyla kurtulurlar. Hele, hatalı davranışlarda bile bile ısrar, helak demektir. Sık sık öfkesine kapılanlar ya da “öfke kusma seansları” düzenleme alışkanlığı olanlar bu hallerinden sabır, istiğfar, istiâze ve tövbe ile kurtulmaya ve güzel örnek olmaya çalışmalıdırlar. Bu onların hem kazanacakları hem de karşı tarafa kazandıracakları hikmetli bir yoldur. Ashâb-ı kiramdan Hazreti Huzeyfe (radıyallahu anh) huzur-u Nebevî’ye gelir. Dilinde ehline karşı bir sertliğin, sivriliğin bulunduğunu bildirir ve bu durumu bir türlü aşamadığı şikayetinde bulunur. Bunun üzerine Allah Resûlü, “İstiğfarda neredesin?” diye sorar ve ardından kendisinin günde yüz kere istiğfarda bulunduğunu haber verir.12

Bundan dolayı öfkesini yutabilenler ve onu hayra/hakka kanalize edebilenler, Allah Resûlü’nün dilinde hakiki pehlivan olarak nitelendirilmiştir: “Resûlüllah, sahabe-i kiramdan bazılarına sordu: ‘Siz kime pehlivan dersiniz?’ Onlar, ‘Güreşte yenilmeyen kimseye diye cevap verdiler. Peygamberimiz, ‘Hayır! Asıl pehlivan, kızgınlık anında öfkesine hâkim olan kimsedir’ buyurdu.”13 Bu fazileti şahsî, ailevî ve içtimaî hayatında yaşayabilenler/yaşatabilenler İslam ahlakının gerçek pehlivanları olduğu gibi sağlıklı iletişimin de kahramanı sayılabilirler.

Sonuç

Evet, öfkeler yutulmalı! Zira: 

  • Öfke üzerine asla sağlıklı bir iletişim kurulamaz.
  • Öfke, hiçbir problemi çözmez bilakis ilişkileri kilitler.
  • Meseleler öfkeyle değil fikirle, istişareyle çözüme kavuşur.
  • Öfkesine hâkim olmayana gazabı hâkim olur ve daima zararla oturur. Sadece kendisi zarar etmez çoğu zaman karşı tarafa da zarar verir. 
  • Öfke, insanı Haktan, hakikatten, adaletten ve insanlıktan uzaklaştırır.
  • Öfke, insanı insandan soğutur ve eşleri dostları birbirine düşman eder.
  • Öfkede azap, hilimde, mülayemette rahmet vardır.
  • Öfke, her şeyi yıkar, sevgi, saygı hoşgörü ve müsamaha ise yapar.
  • Öfke, ilişkilere kin ve nefret tohumları eker.
  • Öfkenin meyvesi zakkum, afv u safhın meyvesi ise salkım salkım huzurdur. 
  • Öfke, insanı karşı tarafa hakarete bazen de şiddete götürebilir. Her ikisi de iletişimi sarsacak ve aile bağlarını tamamen koparacak tehlikeli bir davranıştır.

Dipnot:

  1. Gadab duygusuyla ilgili daha geniş malumat için bkz. Rağıb el-İsfahânî, ez-Zerîa ila mekârimi’ş-şerîa, s. 269-296; Gazzalî, İhya, III/54
  2. Maide Sûresi, 5/8
  3. Buharî, Salât 58; Müslim, Fedâil 4 (2409)
  4. Müslim, Fedail 4
  5. Bkz. Buharî, Edeb 76 (6116)
  6. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, V/373
  7. Tirmizî, Menâkıb 63
  8. Nesâî, İşretu’n-Nisâ 5 (7682)
  9. Nisâ, 4/34
  10. Buhârî, İman 42; Müslim, İman 95
  11. Al-i İmran Sûresi, 3/134-135
  12. İbn-i Mâce, Sünen 5/346 (3817); Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 38/419 (23421)
  13. Buharî, Edeb 76 (6114); Müslim, el-Birru ve’s-Sılatu ve’l-Âdâb 30 (2609)
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.