Nebevî Eğitimin İlkeleri (6): “SEVDİR, NEFRET ETTİRME!”
Nebevî eğitimin temel esaslarından birisi de “Sevdirin, nefret ettirmeyin.” ilkesidir. Buna göre insan yetiştirme ya da insanı ve toplumu idare ve ıslah konumunda bulunanlar, hak ve hakikati gönüllere duyurmaya çalışırken muhatabının mevzuyu, sevgi ve ilgiyle takip etmesini sağlayacak metotlar kullanmalıdır. Bunun için eğitimci, ilmi sevdiği kadar öğretmeyi, öğretmeyi sevdiği kadar da talebeyi severek hareket etmeli ki hem ilmi hem de ilmiyle amel etmeyi seven/isteyen nesiller yetiştirebilsin. Zira eğitim ve öğretimin temeli sevgidir ve sevgi, eğitimin ruhudur. Eğitim müesseselerine sevgiyi taşıyacak ve hâkim kılacak olan da örnek muallim ve rehberlerdir. Onlar, muhabbet fedaisi olmalı, talim ve terbiyede sevmeyi beraberinde getirecek usul, üslup ve metotları kullanmalı hem kendilerine hem anlattıkları değerlere nefreti doğuracak tavır ve davranışlardan uzak durmalıdır.
Müjdeleyici Üslup, Sevdirir!
Hak ve hakikatleri anlatırken ve öğretirken muştulayıcı bir üslup kullanmak bilgiyi/eğitimi/öğretimi sevdirir. Bunun içindir ki bütün peygamberler gibi1 Efendimiz (aleyhissalatü ve’s-selam) da “Beşîr, Mübeşşir” olarak gönderilmiştir.2 Beşîr, “güzel haberler vererek doğru yola teşvik eden, sevdirerek ve imrendirerek iyiliklere yönlendiren ve mükafatlar vaad ederek insanlara yüksek hedefler gösteren sevimli, güleç yüzlü müjdeci” demektir. Bunun mukabili olan “Nezîr” ise hata ve günahların kötü neticelerini bildiren, Allah’a kulluk ve itaatten uzak yaşamanın tehlikelerine dikkat çeken ve böylece insanları dünya ve ahirette felakete düşmekten sakındıran “şefkatli uyarıcı” demektir.
Bu yönüyle “Beşîr” de teşvik etme, sevdirme, isteklendirme ve imrendirme vardır. “Nezîr” de ise uyarma, tedbir aldırma, koruma maksatlı insanları kötülüklerden uzaklaştırma fakat bunu yaparken de yine nefret ettirmeme adına şefkatle ve merhametle sunma vardır. Dolayısıyla Allah Resûlü’nün “Beşîr” sıfatı, “sevdiriniz” ilkesini, “Nezîr” sıfatı ise “nefret ettirmeyiniz” ilkesini çok açık bir şekilde ifade etmektedir. O iyiliklere teşvik ederken sevindiren ve sevdiren bir üslupla bunu yapmış, insanları kötülüklerin akibetinden sakındırırken de nefret ettirmeden bu vazifesini eda etmiş ve bu ilkeyi ümmetine sünnet olarak miras bırakmıştır.
Güleryüz ve Tebessüm, Sevdirir!
Tebliğ, talim ve terbiye de “sevdirme ve nefret ettirmeme” adına önemli bir vesile de güleryüzlülüktür. Güleryüz, insanın özünü muhatabına sevdireceği gibi sözünü de sevdirir. Aksine somurtkan yüzlerden ise herkes nefret eder ve uzaklaşır; onlardan bir şey dinlemek ve öğrenmek istemezler. Allah Resûlü, daima güleryüzlü bir insandı. O, bütün ashabına da “Kardeşine karşı gülümsemen sadakadır.” buyurarak hep güleryüzlü olmayı tavsiye eder ve bunu, ibadet kapsamında ele alırdı.3 Yine “Din kardeşini güleryüzle karşılamak bile olsa hiçbir iyiliği küçük görme!”4 buyurarak “güleryüzün” ilişkilerdeki önemine dikkat çekmiş ve bunu, terk edilmemesi gerekli bir sünnet olarak ümmetine emanet etmiştir. Efendimiz’in beyanıyla aslında bu en kolay ikram ve gönle girme yollarından da birisidir: “Siz mallarınızdan yapacağınız ikramlarla insanları memnun edemezsiniz. Fakat güleryüzlülüğünüz ve güzel ahlakınızla onları kucaklayabilirsiniz.”5
Dolayısıyla her eğitimci ve rehberin hem kendini hem de anlatacağı/öğreteceği hakikatleri muhataplarına sevdirebilmesi için daima güleryüzlü olması gerekir. Hatta insan bazen yorgun olabilir. Ya da başına bir bela ve musibet de gelmiş olabilir. Her şeye rağmen o, olup bitenleri muhataplarına yansıtmamalı, onları mütebessim bir çehreyle karşılamalı ve tatlı dille hitap etmelidir. Zira bu davranış, muhataplarını hem kendisine hem de anlattığı hak ve hakikatlere yaklaştırır. Aralarındaki birlik ve beraberlik bağlarını ve samimiyeti güçlendirir.
Yumuşak Söz ve Tatlı Dil, Sevdirir!
Eğitim ve öğretimi sevdirecek ve muallimlerin/rehberlerin işini daha da kolaylaştıracak olan temel dinamiklerden birisi de tatlı dil ve yumuşak sözlülüktür. Bunun aksine öfkeli ve sert bir uslûba sahip olan haşin kimseler ise muhataplarını son derece rahatsız eder ve ilim tahsilinden soğutur, nefret ettirirler. Bu açıdan insanlığa rehber olarak gönderilen bütün peygamberler, hak ve hakikate “kavl-i leyyin” yani yumuşak bir hitapla tercüman olmuş ve insanları en güzel bir üslupla davet ve ikaz etmişlerdir.
Kur’ân bu hususta örnek olarak Hz. Musa ve Hz. Harun’un (aleyhime’s-selam) Firavun’a gönderilişini anlatır ve: “Firavun’a gidin çünkü o azgınlaşmıştır. Ona yumuşak bir tarzda hitap edin. Belki öğüt alır yahut hiç değilse biraz çekinir.”6 buyurur. Zira söz, sadece ağızdan çıkan ses ve kelimelerden ibaret değildir. Atalarımız “Üslup, aynıyla insandır.” der. Sözün söyleniş tarz ve biçimi, yumuşaklığı ve sertliği, seçilen kelimeler ve seslendirilişi, o andaki jest ve mimikler, konuşanın samimiyeti, ahlak ve karakteri hakkında da bilgi verir. Dolayısıyla yumuşak ve tatlı bir dille yapılan hitap, muhataplar üzerinde daha tesirli olur.
Bu hakikate işaret eden Efendimiz (aleyhissalâtü ve’s-selam) “Allah, Refîk’dir. O, kullarına yumuşak ve nazik davranılmasını da sever. Yine hiç şüphesiz O, sert ve katı söz ve davranışa vermeyeceğini, nazikçe söz ve davranışa (rıfka) verir.“7 buyurur. Bundan dolayıdır ki Allah Resûlü, bir külli kaide halinde “Bir kimse yumuşaklıktan/nezaketten mahrum ise hayrın tamamından mahrumdur.”8 buyurarak, tebliğ, eğitim ve öğretimde bu yolu benimsemeyen muallim ve rehberlerin başarılı olamayacağını da beyan eder.
O, bu ölçüleri vermenin yanında bizatihi uyguluyor, muhataplarına daima hikmet ve güzel öğütle yaklaşıyordu.9 Kendisine yanlış yapanlara karşı bile af ve safh ile muamele ediyor her türlü kabalık ve sertlikten uzak duruyordu.10 Yine O, kendisiyle mücadele edenlerle de “Onlarla en güzel şekilde mücadele et…”11 emrine imtisal ediyor ve bu husustaki ilkelerinden, adalet, ahlakî anlayış ve duruşundan asla taviz vermiyordu.
“Nefret Ettirmeyin!”
Hadis-i şerifte “Sevdiriniz…” ilkesine bağlı olarak dikkat çekilen bir husus da “Nefret ettirmeyiniz!” ölçüsüdür. Bununla Allah Resûlü, sürekli yapıcı olmaya ve bir taraftan yaparken diğer taraftan kırıp dökmemeye dikkat çekmiştir. Ayrıca “Eşya zıddıyla bilinir.” kaidesince nefret ettirmemeyi de zikrederek aynı hususa vurguda bulunmuştur. Dolayısıyla hem tebliğ de hem de talim ve terbiyede bu prensip son derece önemli bir sünnettir. Zira nefretin hâkim olduğu ortamlarda gönle işleyen, ruha etki eden tebliğ, talim ve terbiyeden bahsedilemez.
Ashabına bu ilkeyi ders veren Allah Resûlü çeşitli vesileler ve şikayetler üzerine de hatırlatma da bulunuyordu. Bir gün sahabilerden birisi gelmiş ve mahallesinde bulunan mescidin imamının sabah namazında kıraati çok uzatmasından dolayı cemaate katılmak istemediğini söylemişti. Buna çok celallenen Allah Resûlü, ayağa kalkmış ve şöyle buyurmuştu: “Ey insanlar! İçinizden bazıları insanları nefret ettiriyorlar! Sizden kim imam olursa namazı hafif kıldırsın. Zira saflar arasında yaşlı, zayıf ve farklı ihtiyaç sahipleri bulunabilir.”12 Yine bu konuda Hz. Muaz’ın namazı uzattığı haberi kendisine getirilince ona da “Sen fitneci misin?” diyerek bu uygulamasının insanları fitneye düşürebileceğine dair ikazda bulunmuş ve onları, cemaatle namazdan soğutmaması için kısa sureleri okumasını tavsiye etmişti.13
Allah Resûlü aynı prensibi eğitim ve irşad faaliyetlerinde de uygulamış ve buna dikkat edilmesini ders vermişti. O, muhataplarının ilim ve öğrenmekten bıkmamaları ve nefret etmemeleri için onlara her gün nasihat etmez ara ara sohbet yapardı.14 Abdullah İbn-i Mes’ud da bu sünneti aynen takip eder haftada bir sadece perşembe günleri sohbet ederdi. Kendisine her gün ders yapması teklif edilince o, Allah Resûlü’nün insanları nefret ettirmemek için takip ettiği bu uygulamasını hatırlatmış ve “Sizin usanma ihtimaliniz beni bundan alıkoyuyor.” diye cevap vermişti.15
Dolayısıyla “nefret ettirmeme” ilkesine azami riayet edilmeli, ‘nasılsa dinî mevzular konuşuluyor’ mülahazasıyla, gereksiz uzatma ve yoğun ders ve sohbetlerle insanlar, eğitim ortamlarından soğutulmamalı ve nefret ettirilmemelidir. Programlı bir şekilde yapılan ve insanların şuurunu besleyip ilim ve irfanını artıran kısa dersler, usandıran yoğunluk ve uzatmalardan daha hayırlıdır.
Dil Kabalığı, Nefret Ettirir!
Tebliğ, irşad, eğitim ve öğretim faaliyetlerinde insanları hak ve hakikatlerden uzaklaştırıp nefret ettiren ana sebeplerden birisi üslubun sertliği ve kabalığıdır. Rahmet Peygamberi, hayatı boyunca her türlü nezaketsizlik, sertlik ve kabalıktan uzak durmuş, en zor ve sıkıntılı süreçlerde dahi sevgi, rahmet ve şefkatle davranmayı öncelemiştir. Uhud gibi çok büyük bir sarsıntının yaşandığı, yetmiş sahabenin şehit düştüğü ve kendilerine müsle yapıldığı hengamede bile yine O, sertliği değil yumuşaklığı esas almıştır: “Allah’tan bir merhamet/bir sevgi sayesindedir ki sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi…”16 İstenmedik ve beklenmedik olaylar, O’nun üslubunu değiştirememiş bilakis O, peygamberâne duruşuyla tarihin akışını şekillendirmiştir.
Allah Resûlü, sadece eğitim ve öğretimiyle meşgul olduğu ashabına karşı değil başkalarına karşı da nezaketten ayrılmaz hatta iltifatkâr davranırdı. Mesela bir gün kendisiyle görüşmek isteyen birisi odasına girmek için izin istemişti. Gelen şahsın ismi zikredilince önce “Aşiretinin ne kötü adamı!” ardından da “Müsaade edin gelsin!” buyurmuştu. Adam içeri girince Efendimiz, kendisiyle yakından ilgilenmiş ve hep yumuşak bir üslupla konuşmuştu. Adam ayrıldıktan sonra Hz. Âişe validemiz, “Ey Allah’ın Resûlü! Onu çok güzel karşıladın ve onunla çok mülayim bir dille konuştun. Halbuki daha önce hakkında farklı düşüncelerini ifade etmiştin.” dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Ey Âişe! Sen, Beni, ne zaman sert, katı ve kaba sözlü gördün ki? Şüphesiz kıyamet günü, Allah katında, makamca insanların en şerlisi, dil ve davranışlarının kabalığından kaçınarak insanların uzak durup terk ettiği kimsedir.” buyurdu.17
Baskı ve Zorlama, Nefret Ettirir
Tebliğ, irşad ve eğitim-öğretim faaliyetlerinde zorlamak da muhatapları hem muallim/rehber hem de hak ve hakikatlerden nefret ettirir ve koparır. Bunun içindir ki Cenab-ı Hak, İslam’a girmede dahi “Dinde zorlama yoktur…”18 buyurarak insanlara karşı baskı uygulamayı yasaklar. Çünkü zorla insanlar mümin olamaz, sadece iman ediyor gözükür ve münafık olur. İslam’ın emrettiği iman ise baskıya dayalı sahte bir iman değil insanların hür iradeleriyle yapacağı halis imandır. Bundan dolayıdır ki Kur’ân, davetin zorla değil akla, mantığa ve duygulara tesir edebilecek şekilde “hikmetle ve güzel öğütle yapılmasını” emreder.19 Yine Kur’ân, “Rabbin isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın.”20 buyurarak tebliğin, baskı değil sadece en güzel şekilde davet olduğunu hatırlatır. Bu açıdan bütün peygamberlerin ana görevi, kavimlerinin imanı için onlara baskı yapmak değil sadece tatlı bir üslupla davette/irşatta bulunmaktır.
Şiddet, Nefret Ettirir!
Eğitim ve öğretimde, sıklıkla karşılaşılan sözlü ve fiili şiddet de insanları nefrete sevk eden yanlış bir yoldur. Muhataplarına hakaret eden ve küçümseyici tavırlarla muamele eden muallim ve rehberler, onları hem ilim ve eğitimden hem de tercüman olmaya çalıştıkları hak ve hakikatlerden soğutur. Sözlü ya da fiili şiddet, muhataplarda korku, üzüntü, inkisar, ümitsizlik ve nefret uyandırır. Zamanla bu kimseler ciddi bir güven bunalımı da yaşayarak depresyona da girebilirler. Eğer muhatap, arkadaşlarının gözü önünde böyle bir durumla karşılaşmışsa yaşadığı duygulara, küçük düşme ve mahcubiyet de eklenir. Sonuçta bu kimseler, eğitim ve öğretimden nefret etmekle kalmaz şiddeti de öğrenmiş olurlar.
Allah Resûlü’ne on yıl hem hizmet eden hem de talebelik yapan Hz. Enes, O’nun bu husustaki hassasiyetini şöyle anlatır: “Her yaptığım iş, O’nun istediği gibi olmuyordu. Asla yaptığım bir şey için, ‘Bunu niye böyle yaptın?’ ya da yapmadığım bir şey için ‘Niçin şöyle yapmadın?’ demedi. O beni ne dövdü ne bana kötü bir söz söyledi ne de bana karşı yüzünü ekşitti. Bir kere bile olsun bana ‘öf’ bile demedi. Beni hiçbir zaman ayıplamadı da.” Yine Hz. Enes, Efendimiz’in, kendilerini ikaz ihtiyacı hissettiğinde bunu, her çeşit şiddetten uzak durarak yaptığını belirtir: “Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) asla kötü sözlü, bağırıp çağıran, çevresine lanet yağdıran bir kimse değildi. İçimizden bir kimse yanlış yaptığında onu iyiliğe yönlendirmek için yumuşak bir şekilde şöyle derdi: “O, nasıl böyle bir şey yapar! Önce kendisine saygı duymalı değil miydi?”21 Hz. Âişe validemizin ifadesiyle “O, ne hizmetinde bulunanlara ne -eşleri dahil- hiçbir kadına ne de herhangi bir şeye vurmamıştır.”22
Dolayısıyla Allah Resûlü, “Yumuşaklıktan nasibi olmayan kimse, her türlü hayırdan mahrum kalır.”23 buyurarak hayır, iyilik ve güzellik peşinde olan herkesi şiddetin ve zor kullanmanın her çeşidinden uzak durmaya davet etmiştir. Zira yine O’nun beyanıyla “Mülayemet, yapılan işi güzelleştirir, her türlü sertlik ve kabalık ise çirkinleştirir.”24
Dipnot:
- Bkz. Bakara Sûresi, 2/213; Nisa Sûresi, 4/165; Kehf Sûresi, 18/56
- Bakara Sûresi, 2/119; Maide Sûresi, 5/19; A’raf Sûresi, 7/188; Sebe’ Sûresi, 34/28; Fâtır Sûresi, 35/24; Fussilet Sûresi, 41/4; Fetih Sûresi, 48/8
- Tirmizî, Birr 3
- Müslim, Birr 43/144 (2626)
- Beyhâkî, Şuabu’l-İman VI/2742; Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III/358
- Taha Sûresi, 20/43,44
- Müslim, Birr 23/77 (2593)
- Müslüm, Birr 23/74 (2592)
- Bkz. Nahl Sûresi, 16/125
- Bkz. Âl-i İmran Sûresi, 3/159
- Nahl Sûresi, 16/125
- Müslim, Salât 37/182 (466)
- Bkz. Müslim, Salât 36/178, 179 (465)
- Bkz. Buharî, İlim 11 (68)
- Buharî, İlim 12 (70); Müslim, Sıfatu’l-Kıyamet 19/82 (2821)
- Âl-i İmran Sûresi, 3/159
- Buharî, Edeb 38; Müslim, Birr 22/73 (2591)
- Bakara Sûresi, 2/256
- Bkz. Nahl Sûresi, 16/125
- Yunus Sûresi, 10/99
- Buharî, Edeb 38
- Bkz. Müslim, Fed’ail 20/79 (2328)
- Müslim, Birr 23/66 (2592)
- Müslim, Birr 23/78 (2594)