Nebevî Eğitimin İlkeleri (18): “YAKINLIĞINI DAVRANIŞA DÖNÜŞTÜR!”
Eğitim ve öğretimde iletişim yakınlık davranışları, sözlü ve sözsüz olarak iki kategoride ele alınır. Daha önce yayınlanan iki makalede sözlü yakınlık davranışları üzerinde durulmuştu.1 Bu makalede ise “sözsüz yakınlık davranışları” incelenecektir ki bunların ilki, fiziksel temastır. Muhatabın başını okşama, elini tutma, omzuna/göğsüne dokunma gibi zahiren basit görülen fiziki dokunuşlar -kültür farklılıkları mahfuz- hem sağlıklı bir iletişim hem de verimli bir eğitim-öğretim programı yönüyle şarttır. Tabiatıyla fiziksel teması, çocuklar ve yetişkinler olmak üzere iki ayrı kategoride ele almak gerekir. Çocuk eğitimine bakan yönüyle Allah Resûlü, bu ilkeyi şu uygulamalarıyla hayata taşımıştır:
Sevgi ve Merhametle Yakın/Yakını Olmak
Çocuk eğitiminde sevgi ve şefkat kadar önemli bir husus da fiziksel dokunuşlarla sevgiyi/şefkati daha da yakınlığa dönüştürmek ve aradaki iletişimi güçlendirerek, yakınlık duygularını beslemektir. Bu açıdan çocukları kucağa almak, öpmek, okşamak, omzuna ya da sırtına bindirmek, şakalaşmak ve birlikte oyun oynamak yakınlığı güçlendirecek önemli dinamiklerdir. Aksi takdirde bu tür davranışlara dönüşmeyen sevgi ve merhamet, çocukların duygusal iletişim ve fiziksel gelişiminde, eğitim ve öğretimlerinde tek başına yeterli olmayacaktır.
Allah Resûlü, çocuklara çok yakın davranır; onları kucağına alır, öper, dizine oturtur, başlarını ve yanaklarını okşar, onlarla vakit geçirirdi. Bir taraftan onların aklına hitap ettiği kadar duygularına da hitap eder, fiziksel temasla onlarla duygusal bağlantı da kurar, sözleriyle gönüllere yerleşir ve davranışları üzerinde tesirli olurdu. Böylece eğitim ve öğretimi hem sevdirir hem kolaylaştırır hem de istenilen davranışı pekiştirirdi. Zira eğitim esnasında fiziki temas, beden dilinin önemli bir unsurudur. Bir çocuğun başını okşama, onunla musafaha yapma ve onu bağrına basma vs. gibi davranışlar, çoğu zaman söylenen söz ve yapılan nasihatlerin tesirini daha da katlar. Bu anlamda fiziksel temas ile duygusal teması birbirinden ayrı düşünmemek gerekir. İnsanın, bedeni ve duygularıyla beraber bir bütün olduğu gerçeği eğitim-öğretimde göz ardı edilmemelidir.
Kucaklama ve Öpmek
Allah Resûlü’nün çocuklara yakınlık davranışlarından birisi de torunlarını kucağına alması, onlara şefkatle sarılması ve öpmesidir. O bu yakınlığını “Ey Rabbim! Bunlara merhamet et! Ben bunları çok seviyor, çok şefkat duyuyorum, sen de sev!”2 buyurur ve dua ile taçlandırırdı. Böylece hem onlara hem de etrafındakilere sevgi ve şefkatin yanında yakınlık dersi de verirdi.
Bir defasında torunu Hüseyin’i sokakta arkadaşlarıyla oynarken görür ve yanına çağırır. O ise oyuna dalar ve dedesinin çağrısına kulak vermez. Bunun üzerine Efendimiz (aleyhissalatü vesselam), onu yakalamak için gülerek ardından koşar ve yakalayıp kucaklar. Şefkatle öptükten sonra da şöyle buyurur: “Hüseyin, Benden, Ben de Hüseyin’denim. Hüseyin’i çok seviyorum. Allah’ı seven Hüseyin’i de sever. O, Benim torunumdur.”3
Allah Resûlü’nün bu kadar sevgi ve yakınlığını anlayamayan Akra İbn-i Hâbis, durumu yadırgar ve şöyle der: “Ey Allah’ın Resûlü! Benim on tane çocuğum var. Fakat bugüne kadar hiçbirini öpmedim.” Rehber-i Ekmel Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) Akra’nın, çocuklarını sevgi ve şefkatten mahrumiyetine karşılık şu külli prensibi koyar: “Merhamet etmeyene, merhamet edilmez.”4 Yine bir defasında badiyeden gelen bir şahıs, “Siz çocuklarınızı öper misiniz? Biz onları hiç öpüp okşamayız!” der. Bunun üzerine Allah Resûlü “Allah, kalplerinizden merhameti söküp almış ise, Ben ne yapabilirim?” buyurur.5
Dolayısıyla anne ve babaların çocuklarına yakınlıklarını hissettirmesi için onları kucaklaması ve öpmesi, onlarda hem sevgi ve merhamet duygularını oluşturma hem de duygusal gelişimlerine katkıda bulunma adına önemli bir sünnettir. Nitekim bugün psikiyatri alanında yapılan bazı araştırmalarda psikosomatik hastalıkları olan kişilerin küçükken yeterince sevilmediklerini, öpülüp kucaklanmadıklarını ortaya koymaktadır.
Görüldüğü üzere Allah Resûlü, sevgisini/ilgisini davranışlara dönüştürüp bir de aleni olarak göstererek Cahiliye anlayışından yeni çıkan bir toplumda, sevgi ve yakınlık davranışlarını eğitim ve öğretimdeki önemini net olarak ortaya koyar. Geleneğin baskısı altında bunu anlayamayan kimselere de unutulamayacak çok etkili cevaplar vererek bu ilkelerin/davranışların toplumda yerleşmesini temin eder.
Dizlerine Oturtmak
Allah Resûlü’nün çocuklara olan sevgi ve yakınlığının bir göstergesi de onları dizlerine oturtmasıdır. O, bu davranışıyla çocuklarla duygusal bir bağ kurar hem de ashabına, çocukların sevgi, ilgi ve yakınlıkla yetiştirilmesinde örnek olurdu. Bir defasında Hasan’ı sağ dizine Hüseyin’i de sol dizine oturtur ve şefkat dolu bakışlarla bir ona bir de diğerine bakar. Bu tatlı tablodan etkilenen sahabilerden birisi, “Ey Allah’ın Rasûlü! Onları çok mu seviyorsun?” diye sorunca, Efendimiz: “Kim onları severse Beni sever, kim de onlara buğzederse Bana buğzeder.”6 buyurur.
Bu uygulamanın bir örneğini de İbn-i Rebîa şöyle anlatır: “Babam beni, Hz. Abbas da oğlu Fadl’ı Rasûlüllah’a gönderdi. Huzurlarına girdiğimiz zaman bizi sağlı-sollu bir şekilde dizlerine oturttu. Ardından da bizi o kadar şefkatli ve sıkı bir şekilde kucakladı ki, o güne kadar öylesine samimi bizi bağrına basan kimse olmamıştı.”7
Hz. Üsâme İbn-i Zeyd de Allah Resûlünün kendisine gösterdiği yakınlığı hiç unutmaz ve zaman zaman dile getirir: “Allah Resûlü beni bir dizine, torunu Hasan’ı da diğer dizine oturtur ve ikimizi bağrına basarak şöyle buyururdu: “Allah’ım, Ben bunları seviyorum Sen de sev!”8
Örneklerde görüldüğü üzere Allah Resûlü sözsüz yakınlık vesilelerini iç içe kullanır ve muhataplarının zihninde ve duygularında ömür boyu unutamayacakları izler ve hatıralar bırakır. Bu açıdan çocuk eğitiminde doğumdan itibaren kucağa alma, öpme, sarılma, başı okşama, dizlerine oturtma, şakalaşma ve seviyelerine göre onlarla oynama vs. gibi davranışlar, çocuklarda sevgi, şefkat ve güven duygusunu geliştiren önemli vesilelerdir. Bu tür davranışlar sadece bir eğlence değil duygusal ve zihinsel eğitimin bir parçası olarak düşünülmelidir. Zira anne-babanın hayat boyu çocuklarıyla ve torunlarıyla sağlam bir duygusal iletişim kurabilmelerinin temeli, bu dönemde ve bu tür davranışlarla atılır.
Omuza Almak
Allah Resûlü’nün gösterdiği sevgi ve yakınlık davranışlarından birisi de çocukları omuzuna almasıdır. Hz. Berâ İbn-i Âzib bu husuta şahit olduğu bir tabloyu şöyle aktarır: “Bir gün Hasan’ı Peygamberimizin omuzlarında gördüm. Hem onu gezdiriyor hem de ‘Allah’ım! Ben bunu seviyorum, Sen de sev!’ diye dua ediyordu.”9 Yine bu minvalde rivayet edilen bir vaka da torunlarından, Hz. Zeyneb’in kızı Ümâme ile ilgilidir. Allah Rasûlü bazen onu da omuzlarına alır ve mescide gelir ve öylece nafile namaza durur, ruku’ya varırken onu indirir, ayağa kalkarken de tekrar omuzuna bindirirdi.”10
Başını ve Yanaklarını Okşamak
Allah Resûlü sadece kendi çocuklarına/torunlarına karşı değil ashabın bütün çocuklarına karşı da sevgi, şefkat ve yakınlığını gösterirdi. Mesela, Hz. Cabir İbn-i Semure, bir hatırasını şöyle anlatır: “Allah Rasûlü ile birlikte öğlen namazını kılmıştık. O, ailesinin yanına doğru gitmek için kalktı ve ben de O’nun peşinden çıktım. Derken sokağın başında duran çocuklar O’nu karşılayınca ben de onların arasına karıştım. Efendimiz tek tek onlarla ilgilendi ve yanaklarını okşadı. Bana sıra gelince beni de sevdi ve okşadı. O esnada elinin serinliğini hissettim, güzel kokusunu aldım.”11
Yine Said İbn-i Zeyd anlatır: “Çocukluğumda teyzem, Allah Rasûlünü ziyarete giderken beni de yanında götürmüştü. O, başımı okşamış ve bana dua etmişti.”12 Amr İbn-i Hureyre de annesinin, kendisini Efendimizin huzuruna götürdüğünü ve Rasûllah’ın, başını okşayıp kendisine bol rızık verilmesi için dua ettiğini haber verir.13 Abdullah İbn-i Selâm da bir oğlu dünyaya gelince onu Allah Resûlü’ne götürür. Efendimiz, çocuğu kucağına alır ve onu “Yusuf” diye isimlendirir ardından bir de şefkatle başını okşar.”14
On yaşından itibaren Allah Resûlü’ne talebeliğe ve hizmet etmeye başlayan Hz. Enes de başını sık sık okşayan Allah Resûlü’nün ellerinin dokunduğu zülüflerini kestirmezdi. Hatta Efendimiz bazen onu bu zülüflerinden tutar ve şakalaşırdı.15 Abdullah İbn-i Hişam’ı annesi Zeynep Bint-i Humeyd elinden tutar ve biat etmesi için Efendimiz’e götürür ve beyatının kabulünü ister. Allah Resûlü ise “O, daha küçüktür!” buyurur ve başını okşar ve kendisine dua eder.16
Elini Başına Koymak ve Yüzünü ve Göğsünü Sıvazlamak
Allah Resûlü’nün çocuklara ve gençlere yakınlık davranışlarından bir tanesi de mübarek ellerini başlarına koyması ve yüzlerini, göğüslerini sıvazlayarak onlara dua etmesidir. Bunun net bir örneğini böyle bir yakınlığa mazhar olan Ebu Mahzûra şöyle anlatır:
“Resûlüllah Huneyn savaşından dönüyordu. Ben de Mekkeli on kişilik bir grup gençle birlikteydim. Henüz Müslüman olmamıştım, olmayı da düşünmüyordum. Derken namaz vakti gelmiş olacak ki müezzin ezan okumaya başlamıştı. Biz de beraber olduğumuz gençlerle bir kenara çekilmiş hem okunan ezanı dinliyor hem de alaylı bir şekilde tekrar edip dalga geçiyorduk. O esnada bizi gören ve çıkardığımız seslerden dolayı ezanla eğlendiğimizi anlayan Allah Rasûlü biraz sonra bizi yanına çağırttı ve içimizde hangimizin sesinin daha güzel olduğunu sordu. Arkadaşlarımın hepsi beni gösterdi. Bunun üzerine O, sözleri öğretti ve benden ezan okumamı istedi. Ondan hiç hoşlanmadığım halde, başka bir alternatifim olmadığı için mecburen önünde ezan okumaya başladım. Ezanı bitirdiğimde bana bir kese gümüş para da verdi. Daha sonra elini başıma koydu ve yüzüme doğru sıvazladıktan sonra göğsümü de sıvazlayarak bana ‘Allah seni mübarek kılsın ve bu işi senin hakkında bereketli eylesin!’ buyurdu. Bunun üzerine ben de onun bu yaklaşımından cesaret alarak “Ey Allah’ın Resûlü! Kâbe’de ezan okumama izin verir misin?” diye talepte bulundum. O da izin verdiğini söyledi. İşte o andan itibaren içimde O’na karşı duyduğum nefretten eser kalmadı, kalbim iman ve sevgiyle doldu. Mekke’ye geldim ve O’nun emriyle müezzinlik yapmaya başladım.”17
Örnekte de görüldüğü üzere Allah Resûlü, ezanı hafife alan ve onunla eğlenen genç yaştaki Ebu Mahzûra’yı yanına yaklaştırır ve ona yakınlık gösterir. Bu yakınlık davranışları sayesinde kalbi yumuşayan Ebû Mahzûra’nın nefreti sevgiye dönüşür ve İslam’ı seçer. İslam’a girişte yaşadığı bu hatırayı da hiç unutmaz ve kendisine o gün yaşadıklarını merak edip soranlara heyecanla anlatır. Hatta başını okşarken Allah Resûlü’nün ellerinin değdiği kaküllerini de hiç kesmez.18 Ömür boyu, başını okşayan Resûlüllah’ın yakınlığını değerli bir hatıra ve büyük bir emanet olarak muhafaza eder.
Hediye Vermek ve Beğendiğini İfade Etmek
Sözsüz yakınlığın ifade çeşitlerinden biri de hediye vermek ya da muhatabın sahip kılındığı maddi-manevî güzellikleri çeşitli vesilelerle dile getirmek, beğendiğini ifade etmek ve iltifat etmektir. Bu davranışta sözsüz ve sözlü yakınlık davranışları iç içedir. İnsanın temel psikolojik ihtiyaçlarından birisi de beğenilme ve iltifat edilme ihtiyacıdır. Bu ihtiyaca/duyguya cevap verilmesi, mübalağaya girilmediği ölçüde her zaman olumlu sonuç verir; iletişimi güçlendirir ve pekiştirir.
Muallimi ve eğitim-öğretimi sevdirir, başarıya müspet katkıda bulunur, muhatabın başarı grafiğinin yükselmesine vesile olur. Allah Resûlü “Hediyeleşiniz ki, birbirinize olan muhabbetiniz artsın.”19 buyurur. Bir başka hadislerinde ise, “… Hediyeleşin ki sevginiz artsın. Yine hediyeleşin ki, kalpteki buğz ve düşmanlık hisleri temizlensin.”20 buyurarak hediyeleşmenin, duygulardaki kötü düşüncelerin temizlenmesi ve yerlerine olumlu güzel düşüncelerin yerleşmesine vesile olacağına; dolayısıyla insanların birbirine yakınlaşmasını sağlayacağına dikkat çeker.
Allah Resulü, sadakaların hepsini ehl-i suffe’nin ihtiyaçlarına tahsis eder ve kendisine takdim edilen hediyeleri de çoğu zaman onlar için kullanırdı.21 Kendilerini ilme ve ibadete adamış Mescid-i Nebevî’nin bu özel talebelerine daima îsâr hasletiyle de yaklaşır kendi aile fertlerinden önce onları düşünürdü. Bu yakınlığıdır ki onlara, Efendimiz’i ve ilmi sevdirmiş karın tokluğuna kendilerini eğitim, öğretim ve İslâmî hizmetlere adamışlardı.
Allah Resûlü’nün insanlarla iletişim ve eğitim hayatında bu yöntemi kullandığının bir örneği de Ümmü Halid’in anlattığı şu hatıradır: “Ben Habeşistan’dan Medine’ye döndüğümde küçük bir kız çocuğu idim. Resûlüllah bana yünden bir siyah elbise giydirdi. Elbisenin üstünde süslü şekiller vardı. Efendimiz eliyle o damgalara dokunmaya ve ‘senah, senah!’ demeye başladı. Senah, Habeşce’de güzel demekti.”22
Örnekte görüldüğü üzere Allah Resûlü, yakınlığını ifade adına bu kız çocuğuyla bizatihi ilgilenir; hediye verir, sevgi ve şefkatle yaklaşır, üstelik hediye ettiği elbise kendisine giydirildikten sonra da süslerine dokunarak “Çok güzel olmuş, çok yakışmış!” diyerek ona iltifat eder ve arasındaki duygusal bağı daha da güçlendirir. Allah Resûlü’nün yakınlığını bu şekilde göstermesi onun üzerinde o kadar tesirli olur ki o bunu hiç unutmaz; beğenisi ve dokunuşlarını tatlı bir hatıra olarak nakleder.
Sonuç
Allah Resûlü, talim ve terbiye hayatında sözlü ve sözsüz yakınlık davranışlarına önem verir hem kendi çocukları ve torunlarına hem de çevresindeki ashabın çocuklarına karşı bunları sergiler. Böylece O, bir taraftan bu davranışlarıyla çocuklara istenilen davranışların nasıl kazandırılacağına dair yöntemler sunarken diğer taraftan onların hata ve olumsuz tavır ve davranışları karşısında nasıl yaklaşılması gerektiğine dair de örnekler ortaya koyar. Bu uygulamalarıyla O, anne-baba ve muallimlere, muhataplarla duygusal bağın ihmal edilmemesi gerektiğini ders verir ve çocuklara karşı gösterilecek yakınlık davranışlarının eğitim ve öğretimin bir parçası olduğunu fiili olarak gösterir.
Allah Resûlü bu davranışlarını herkesin görebileceği ortamlarda da sürdürür. Böylece O, cahilîye alışkanlıklarından yeni çıkmakta olan bir toplumda hem çocuklara bakışı değiştirir hem de çocuk eğitiminde yeni ilkeler vazeder. Eğitimde başarının, sevgi göstermekle, şefkat ve merhamet duymakla ve yakınlık gösterip bunları fiiliyata dökmekle elde edileceğine işaret eder.
Nebevî Eğitimin İlkeleri (16): “YAKIN OL!”
Dipnot:
- Bkz. https://peygamberyolu.com/nebevi-egitimin-ilkeleri-17-yakinligini-duyur/
- Bkz. Buharî, Fedâilu’s-Sahabe 18 (3735); Müslim Fedâilu’s-Sahabe 57-59 (2461)
- İbn Mâce, Mukaddime 11; Hakim, Müstedrek, III/177
- Buhârî, Edeb 18 (5997); Müslim, 15/65, 66 (2318, 2319)
- Buhârî, Edeb 18 (5998); Müslim, Fedâil 15/64 (2317)
- Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, VI/360-362
- İbn Hacer, el-Metâlibu’l-âliye, II/441
- Buhârî, Fedâilu’s-Sahabe 22 (3747)
- Buharî, Fedâilu’s-Sahabe 22 (3749); Müslim, Fedâilu’s-Sahabe 8/57, 58 (2422)
- Buharî, Salât 106, Edeb 18 (5996); Müslim, Mesâcid 10/41-43 (543)
- Müslim, Fedâil 80
- Buharî, Daavât 30
- Buharî, Edebu’l-Müfred s. 221 (632)
- Buharî, Edebu’l-Müfred s. 134 (367)
- Bkz. Buharî, Ebû Davud, Tereccül 15 (4196)
- Buharî, Ahkam 46 (7210)
- İbn Mâce, Ezan 2 (708); Nesâî, Ezan 5,6 (632)
- Bkz. Ebû Davud, Salât 28 (501)
- Buharî, el-Edebu’l-Müfred, s. 159 (594)
- Muvatta, Hüsnü’l-Hulk 16 (1635)
- Bkz. Buharî, Rikâk 17 (6452)
- Buharî, Menâkıbu’l-Ensâr 37 (3874)