Mübâreze ve Bedir Savaşı
Mübâreze
Artık iki ordu birbirine iyice yaklaşmıştı ki Rebîa’nın oğulları Utbe ve Şeybe kardeşlerle Velîd İbn Utbe öne çıkıp, mü’minlerden kendileriyle vuruşup mübareze edecek yiğit istemeye başladılar.1 Bir meydan okumaydı aynı zamanda bu! Babası Utbe’nin, öne çıkıp da Efendimiz’e meydan okurcasına haykırdığını gören oğul Ebû Huzeyfe, kılıcına sarılıp da ileri atılmak isteyince Efendiler Efendisi müdahale edip onu geri çekti. Zira, müşrik bile olsa, böyle bir ortamda babaya kılıç kaldırılmamalıydı.
Bunun üzerine Ensâr’dan, Afrâ Binti Ubeyd’in oğulları Avf ve Muâz kardeşlerle Abdullah İbn Revâha ileri çıktı. Ancak Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), müşriklerle ilk buluşma noktası olan Bedir’de Ensâr’ı öne sürmek istemiyordu. Çünkü, Kureyş’in asıl hedefinde Ensâr bulunmuyordu. Onun için, onların geri çekilmelerini talep etti.
Müşrikler, bunu da kendi lehlerine yorumlamışlardı ve:
– Yâ Muhammed! Bizim karşımıza, kavmimiz arasından denk insanlar çıkar, diye bağırıyorlardı. Bunun üzerine Efendimiz:
– Ey Hâşimoğulları, diye seslendi. Kalkın ve Allah’ın nurunu söndürmek isteyen bu batıl güruha, Nebinizi hak ile gönderen Allah hakkı için vuruşup savaşmanın ne olduğunu gösterin!
Adres netleşmişti; zaten mübarek gözler de onlar üzerinde yoğunlaşmıştı ve Hz. Hamza, Hz. Ali ve Efendimiz’in amca oğlu Hz. Ubeyde İbn Hâris, gergin yaydan fırlayan ok gibi hemen öne çıktılar. Üzerlerinde kar gibi beyaz urbalar vardı. Onun için, kendileriyle savaşmak için bekleşen müşrik mübârizler onları tanıyamamıştı. Utbe sordu:
– Sizler de kimlersiniz? Konuşun ve kendinizi tanıtın bize!
– Ben, Abdulmuttalib’in oğlu, Allah ve Resûlullah’ın da aslanı Hamza, dedi Hz. Hamza, yüreklere korku salan bir ses tonuyla. Utbe, altta kalmak istemiyordu:
– Ben de, bu dostlarımın aslanıyım, dedi önce ve arkasından da, onun kendisine denk bir mübâriz olduğunu söyleyip ilave etti:
– Peki, bu yanındaki iki kişi kim?
– Ali İbn Ebî Tâlib ve Ubeyde İbn Hâris İbn Abdilmuttalib, diye cevapladı Hz. Hamza.
Bunlar da denk insanlardı ve bunun üzerine Utbe, Velîd’e seslenerek ilk vuruşmayı onun yapmasını istedi.
Velîd’in karşısına Hz. Ali çıkmıştı. Şimşek hızıyla inen iki kılıç darbesi, işini bitirmeye yetmişti Velîd’in! Herkes, birbirine bakıyordu; zira, daha başlamadan mübareze bitivermiş, Velîd’in cansız bedeni yere serilivermişti. Büyük bir şok yaşıyorlardı.
İş başa düşmüştü. En azından ikinci hamleyi kendileri kazanmalı ve ordunun bozulan moralini yerine getirmeliydiler. Bunun için Utbe, bu sefer kendisi ileri atıldı. Karşısında Hz. Hamza duruyordu. Kılıçların çekilmesiyle birlikte Utbe’nin de yere yığılışı bir olmuştu. O da, yerde cansız yatıyordu artık.
Derken sıra, Utbe’nin kardeşi Şeybe’ye gelmişti. Her ne kadar morali bozulsa da, ağabeyinin intikam hırsı bürümüştü gözlerini. Kılıcını çekti ve bu hırsla üzerine yürümek istedi Hz. Ubeyde’nin. O gün, ashâb arasındaki en yaşlı insandı Ubeyde İbn Hâris. Onun için, mübareze biraz uzadı. Hatta Hz. Ubeyd de yaralanmıştı; ayağına gelen bir kılıç darbesiyle sarsılınca Hz. Hamza ve Hz. Ali devreye girmiş ve Şeybe’nin de hakkından gelmişlerdi.
Ayağı kopan Hz. Ubeyde’yi Hz. Hamza ve Hz. Ali omuzlayacak ve Efendimiz’in huzuruna getireceklerdi. Kan kaybediyordu. Ayağını yere uzattırdı ve Hz. Ubeyde’yi teselli etmeye başladı. Ancak ne kopan ayağı ne de kaybettiği kan sebebiyle hâlsiz düşmesi, onun umurundaydı:
– Yâ Resûlallah, dedi. Şâyet bugün Ebû Tâlib yaşıyor olsaydı, bugün benim kendisini haklı çıkardığımı görecekti!
Amcası Ebû Tâlib’in, daha o günlerdeyken söylediği bir şiiri hatırlatıyor ve kendi üstüne düşeni yerine getirdiğini söylemek istiyordu.2
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), amcasının oğlu Ubeyde İbn Hâris’i ne ile teselli edeceğini iyi biliyordu ve ona şu müjdeyi verdi:
– Ben şehadet ederim ki sen şehitsin!
Ve Savaş
Derken, savaş başlamıştı. Mekke, son bir hamle ile Müslümanların işlerini bitirmek için olabildiğince yükleniyor; Müslümanlar ise, on beş yıldır çektikleri eza ve cefanın son bulması adına ve küfrün sesini kesip imanın yenilmezliğini göstererek Allah’ın adını cihanda hâkim kılabilmek için vuruşuyordu.
Mekkelilerin hesap etmedikleri şeyler vardı; her şeyden önce Muhâcirler, onların tahmin ettikleri insanlar değildi. Savaşın gereğini de yerine getiren bu insanlar, aynı zamanda karşı konulmaz bir iman gücüne sahiptiler ve bu gücün önünde durmaya imkân yoktu. Savaş sonrasında ayakta kalabilenlerin anlatacakları gibi, o gün hangi kafayı kimin kılıcının indirdiğini, hangi kola da kimin kılıç vurduğunu takip edemeyecek kadar hızlı bir gündü.3
Şüphesiz savaşta en önde çarpışan, Efendiler Efendisi olacaktı. Daha sonra, bunu ifade ederken Hz. Ali şunları söyleyecekti:
– Bedir gelip çatınca biz, Resûlullah’a sığınarak kendimizi emniyette hissediyorduk.
O gün O (sallallahu aleyhi ve sellem), müşriklere en yakın yerde savaşıyor ve insanlar arasında savaşın hakkını da en fazla O veriyordu. Demek ki, dua ve tazarru ile cihad yanında bedenin de hakkı verilecek ve bir taraftan insanlar teşvik edilirken diğer yandan da nasıl savaşılması gerektiği ümmete gösterilerek iki makam cemedilmiş olacaktı.
Bir aralık Efendimiz’in:
– Genişliği dünya ve semalar kadar olan Cennet’i kazanmak için yarışın! Nefsim yed-i kudretinde olana and olsun ki, bugün burada sadece Allah rızasını hedefleyerek, sabırla ve geri dönmeyi düşünmeden hep hücum ederek savaşıp da şehit düşeni Allah (celle celâluhû), mutlaka Cenneti’ne koyacaktır, dediği duyulmuştu. Bu sırada Umeyr İbn Humâm, bir kenara çekilmiş, açlığını bastırmak için hurma yiyordu. Efendimiz’in sesini duyar duymaz,
– Bak… Bak… Yâ Resûlallah! Genişliği dünya ve semalar kadar mı, diye sordu. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem):
– Evet, dedi.
– Yani şimdi, benimle Cennet arasında, sadece şunların beni öldürmesi mi var!
Sonra da elindeki hurmalara bakarak:
– Sizler benim, Rabbime kavuşmama engel oluyorsunuz, dedi ve arkasından da, elindeki hurmayı bir kenara savurarak kılıcına yöneldi. Onu kaptığı gibi düşmanın içine daldı ve gözlerden kayboldu.4
Bir aralık Efendimiz’in yanına yaklaşan Hz. Ömer, zırhları içinde çevik hareketler yapıp düşmana korku salarken O’nun:
– Şüphesiz bunlar, hezimete uğrayacak ve gerisin geriye kaçıp gidecekler,5 meâlindeki âyeti okuduğunu duymuştu. Kendi kendine düşündü; şâyet Allah ve Resûlü bunu söylüyorsa, mutlaka Mekke müşrikleri bugün mağlup olacak ve kaçıp gerisin geriye gideceklerdi!
Yazar: Dr. Reşit Haylamaz
Dipnot:
- O gün için genel âdet, şöyleydi: Daha savaşa başlamadan önce ordunun içindeki en kahraman kişiler öne çıkar ve herkesin önünde önce bunlar dövüşürdü. Hangi tarafın galip geleceği de, bir ölçüde bu insanların performanslarıyla ölçülür ve bu bir iftihar vesilesi sayılırdı ve buna mübâreze denilmekteydi.
- Şiirinde Ebû Tâlib şöyle demişti:
– Siz Muhammed’i bugün yalanlıyorsunuz, ama Beytullah’a yemin olsun ki bugün sesimizi çıkarmayız! Gün gelince biz de O’nun etrafında çarpışıp kahramanca mücadele ederiz. O’nun etrafında kütükte doğranmış etler gibi kalmadıkça ve oğullarımızdan ve canlarımızdan olmadıkça O’nu asla size teslim etmeyiz! Bkz. İbn Hişâm, Sîre, 2/111; Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir, 10/158 (10312) - Bkz. İbn Sa’d, Tabakât, 2/26
- Bkz. Müslim, Sahîh, 3/1510 (1901); Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 3/136; Beyhakî, Sünen, 9/43
- Kamer, 54/45