“Kalk, yâ Huzeyfe! Bize, bu düşman kavmin haberini getir!” (23 Zilkâde 5 Hicrî)

302

Bu gece (Zilkâde ayının yirmi ikisini , yirmi üçüne bağlayan gece) Hendek kuşatmasının son gecesiydi ve gece boyunca şiddetli bir rüzgâr, dondurucu bir soğuk olmuş ve Müslümanları yok etmek için Medine’nin kapısına dayanan Ahzâb ordusunun kurduğu düzen alt üst olmuştu.

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) namaz kılıyordu. Namazdan sonra onların durumunu öğrenmek istedi ve ashâb-ı kirâma seslenip: “Bir adam yok mu ki bana bu kavmin haberini getirsin? Allah, onu kıyamet gününde benimle beraber kılacaktır!” buyurdu. Hiç kimse cevap vermiyor, veremiyordu. Zira hepsi şiddetli korku, soğuk ve açlık içerisindeydi. Peygamber Efendimiz, aynı şekilde iki kez daha seslendi.

Askerlerin sessizliği devam ediyor ve hiç kimse cevap vermiyor, veremiyordu. Bunun üzerine Allah Resûlü(sallallahu aleyhi ve sellem): “Kalk, yâ Huzeyfe! Bize, bu düşman kavmin haberini getir!” buyurdu. Hazreti Huzeyfe (radıyallahu anh) ismi zikredilince ayağa kalktı ve Efendimiz’in yanına yaklaştı. Efendimiz, ona: “Git ve bana bu kavmin haberini getir! Bunu, onları bana karşı kışkırtmadan yap ve bana gelinceye kadar hiç kimseye bir şeyden bahsetme!” buyurdu.

Bunun üzerine Hazreti Huzeyfe (radıyallahu anh) bu çok tehlikeli ve riskli vazifeyi yerine getirmek için harekete geçti. Dışardaki şiddetli soğuğa rağmen adeta kendisini hamamda yürüyor gibi hissediyor ve üşümüyordu. Nihayet onların karargâhına ulaşmıştı. Şiddetli rüzgâr ve Allah’ın askerleri onların ordugahlarını darmadağın ediyordu. O sırada sırtını ateşe verip ısınmaya çalışan Ebû Süfyan, ayağa kalktı ve: “Herkes yanında kimin oturduğuna baksın!” dedi. Geceydi. Ortalık toz dumandı. Hazreti Huzeyfe erken davranıp yanındakilere “Sen kimsin?” diye sordu. Onlar falan oğlu falan diye cevap verdiler. Sonra Ebû Süfyân: “Ey Kureyş! Muhakkak ki siz artık kalınacak bir yurtta bulunmuyorsunuz. Atlar ve develer helâk oldu. Benû Kureyza da bize verdiği vaade sadık kalmadı. Onlardan kabul edemeyeceğimiz bir haber geldi. Gördüğünüz gibi şiddetli bir rüzgârla da karşılaştık. Hiçbir çömlek devrilmeden durmuyor, hiçbir ateş yanmıyor, hiçbir çadır yerinde kalmıyor. Artık yola çıkın. İşte ben çıkıyorum dedi.” dedi ve devesinin yanına gitti.

Hazreti Huzeyfe onu çok müsait bir halde yakalamıştı. Hemen okunu yayına yerleştirdi ve onu gafil avlamak istedi. Tam bu esnada Efendimiz’in “Bunu, onları bana karşı kışkırtmadan yap!” emrini hatırladı. Okunu atsa onu vururdu ama emre itaat etmesi gerekiyordu. Okunu sadağına koydu ve gördüklerini haber vermek için geri döndü. Yine kendisini hamamda yürüyor gibi hissediyordu. Nihayet Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) yanına geldi.

Efendimiz, namaz kılıyordu. Selam verip namazı bitirince Hazreti Huzeyfe, düşman karargâhında gördüklerini tek tek anlattı. Sözlerini bitirince dondurucu soğuğu hissetmeye ve üşümeye başladı. Efendimiz, üzerinde namazını ikame ettiği kaftanı ona giydirdi. Bunun üzerine Hazreti Huzeyfe uykuya daldı ve sabaha kadar uyudu. Sabahleyin Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kalk, ey uykucu!” diye seslenerek onu uyandırdı.

Hazreti Huzeyfe (radıyallahu anh) düşmanın gayzının zirve yaptığı, şiddetli rüzgârın tozu dumana kattığı, dondurucu soğuğun iliklere işlediği ve gecenin zifiri karanlığında zoru başarmış ve verilen emri eksiksiz yerine getirmişti. Daha sonraları, o günlerin ızdırabını çekmemiş ham ruhların “Allah Resûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) erişseydik, O’nu yer üzerinde yürümeye bırakmaz, omuzlarımızda taşırdık. O’nunla birlikte savaşır ve O’na yardım ederdik!” şeklindeki temennilerini duydukça bu hadiseyi anlatır ve “Gerçekten siz bunu yapabilir miydiniz?” diye sorardı.1

Dipnot:

  1. Müslim, Cihâd 36; İbn-i Hişâm, Sîre 2/144, 145
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.