İsra, Mirac Mucizeleri ve Efendimiz’in (sav) Gördükleri
Peygamber Efendimiz, Taif’te aradığı kabul ve desteği bulamamış üstelik taşlanmıştı. Bu yolculuğunda hayati bir tehlike atlatmış kendisini taşlayan insanların elinden zor kurtulmuştu. Bununla beraber Mekke’ye girmek için de 20 gün “Batn-ı Nahle”de, 20 günde “Cebel-i Nur”da “Hira Sultanlığında” beklemek zorunda kalmıştı. Bu olup bitenlerin sonucunda Mekke’ye, inanmayan bir insanın korumasında ancak girebilmişti. Allah Resûlü her taraftan düşmanları tarafından kuşatılmış durumdaydı. Tebliğ vazifesini eda ederken kendisine destek olabilecek kimse kalmamıştı. Adeta sebepler bütünüyle sukût etmiş; ümitle çaldığı bütün kapılar yüzüne kapanmıştı. Yaşadıkları karşısında derin bir üzüntü duymaya başlamış ve Rabbine yönelmişti. Yaşanan bu zorlu hadiselerden dolayıdır ki bu yıla hüzün yılı denilmişti. İşte Mekke ve çevresi Peygamberimiz için yaşanmaz hale geldiği, sıkıntı ve zorlukların üst üste katlandığı bir zaman diliminde “İsra ve Miraç” mucizeleri gerçekleşti.
Bu mucizelerde temel hedef, kendisine Allah’ın varlığının, birliğinin ve azametinin en büyük delillerini göstermek; O’nu bütün peygamberlerle buluşturmak, Sidretü’l-Münteha’da ağırlamak, Cennet ve Cehennemi müşahede ettirmek sonra da zulüm altında müjdeler bekleyen ümmetine teselli bahş olacak hediyelerle döndürmekti.
İsrâ Mucizesi
“İsrâ”, gece yürüyüşü, geceleyin bir kısmında yapılan yolculuk, “miraç” ise yükseltme ve yukarı çıkartma vasıtası demektir. Miraç kelimesinin taşıdığı bu anlam sebebiyledir ki merdiven ve asansör gibi araçlara bu isim verilmiştir. Birbirine bağlı bu iki mucizeden İsrâ mucizesi, risaletin 11. yılının, Receb ayının 27. gecesinde, Cebrail’in (aleyhisselam) rehberliğinde Mescid-i Haram’dan alınıp Mescid-i Aksa’ya kadar götürülmesidir. Miraç mucizesi ise Allah Resûlü’nün Mescid-i Aksa’dan alınıp “Sidretü’l-Münteha”ya kadar melekût alemlerinde bir yolculuğa çıkarılmasıdır.
İsrâ mucizesi Kur’an-ı Kerîm’de şöyle ifade edilmektedir: “Bir gece, kendisine delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammed’i, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren O zatın şanı ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O! Gerçekten her şeyi işiten, her şeyi gören O’dur.”1
İsrâ Mucizesi Nereden ve Ne zaman Başlamıştır?
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Kâbe’nin içinden sayılan “Hicr” ya da “Hatîm” denilen kısımdaydı.2 Receb ayının 27. gecesiydi. Namazını kılmış ve burada bir miktar istirahate çekilmişti.3 İşte tam bu sırada Cebrail (aleyhisselam) gelmiş ve göğsünü yarıp kalbini çıkarmış; zemzemle yıkadıktan sonra yanındaki, içi iman ve hikmetle dolu olan bir altın tası O’nun göğsüne boşaltmıştır. Sonra da kalbini tekrar yerine yerleştirmiştir.
4Bu O’nun için İsrâ ve Miraç yolculuğuna çıkmadan önce maddi-manevi bir hazırlık olmuştur.
Burak’ın Getirilmesi
Peygamberimiz maddi ve manevi bu seyahate hazır hale gelince “Burak” isimli binek getirildi. Burak, katırla merkep arası beyaz bir binekti.5 İki dizinde ayaklarıyla hareket ettirdiği kanatları ve uzun bir vücudu vardı.6 Gemi vurulmuş ve eyerlenmişti.7 Adımlarını, gördüğü en uzak noktaya atabilecek kadar hızlıydı.8 İbn Düreyd’e göre bu, hızından dolayıdır ki kendisine, Arapça’da şimşek anlamına gelen (البرق) kelimesinden türetilen “Burak” ismi verilmiştir.9 Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya 1245 kilometrelik mesafe Burak’la katedilmiştir. O gün bu mesafe deveyle bir ayda gidilebilen ve yine bir ayda dönülebilen bir mesafeydi.10 Bu mesafe bugün uçakla seyahat edildiğinde normal şartlarda 1 saat 46 dakika sürmektedir.
Burak’la İsrâ Yolculuğu ve Ziyaret Edilen Mekânlar
Allah Resûlü, İsrâ yolculuğu için getirilen Burak’a bindirildi ve seyahat başlatıldı. Cebrail’le birlikte yol alıyorlardı. Ne Peygamberimiz onu ne de O, Efendimiz’i geçmiyordu.11 Varınca “Burak’ı Peygamberlerin bineklerini bağladığı halkaya bağladım. Sonra mescide girdim ve iki rekat namaz kılıp çıktım.”12 Çıktığımda, “Bütün Peygamberler orada toplanmıştı. Cebrail aleyhisselam beni öne geçirdi ve onlara namaz kıldırdım…”13 “Namazdan sonra Cebrail (aleyhisselam) bana iki kapla geldi. Kapların birinde süt diğerinde içki vardı. O ikisi arasında ben sütü seçtim. Cebrail Bana, ‘Sen fıtratı seçtin’ dedi…”14 Vakanın bir başka anlatımında, Peygamberimiizn sütü tercihi üzerine Cebrail’in (aleyhisselam) “Seni fıtratı seçmeye hidayet buyuran Allah’a hamdolsun. Şayet içkiyi seçseydin ümmetin hidayetten uzaklaşırdı.” dediği bildirilmektedir.15 “Bundan sonra buradan yine birlikte semaya yükseldik.”16
Mescid-i Aksa/Beytu’l-Makdis
İsrâ yolculuğunda son varılan yer Kudüs’teki Mescid-i Aksadır. Mekke’ye en uzak mesafede (1245 km.) bulunan bir mescid oluşundan dolayı bu isimle anılmıştır. Yirmi tane farklı ismi olan bu mescidin bir ismi de Beytu’l-Makdis’dir.17 Yeryüzünde insanlar için inşa edilen ilk mabed Kâbe18 ikincisi ise burasıdır. İnşa tarihi açısından her iki mescidin aralarında 40 yıl olduğu hadiste belirtilmiştir.19 Bu hadisten anlaşıldığına göre asırlar öncesinden Hz. Adem ya da oğulları tarafından inşa edilen Mescid-i Aksa, zaman içerisinde yıkılmış ve kaybolmuştur. Nihai olarak Hz. Davud (aleyhisselam) döneminde yeri belirlenen mabedin, yeniden inşasına başlanmış ve Hz. Süleyman devrinde tamamlanmıştır.20 Risâletin ilk günlerinden itibaren Peygamber Efendimiz’in ve Müslümanların kıblesi olarak bu mübarek mekân belirlenmiştir. İsrâ mucizesinde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Mescid-i Haram’dan alınarak kıblegâhı olan Mescid-i Aksâ’ya götürülmüştür. Böylece yeryüzünde kutsal kabul edilen her iki mekânın da sahibi ve Hz. Adem’le başlayıp Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Süleyman, Hz. Davud, Hz. Musa ve Hz. İsa ile devam eden peygamberler zincirinin de son ve tek evrensel temsilcisi olduğu ilan edilmiştir.
Bugün Mescid-i Aksa, içinde 160’ı aşkın tarihi yapının bulunduğu 144 dönümlük bir alandır. Bu sahanın içinde altın kubbeli Kubbetu’s-Sahra ve kurşunî kubbeli Aksa mescidi, büyüklükleri ve içinde yaşanan olaylarla dikkat çekmektedir.
MİRAC MUCİZESİ BAŞLIYOR
Lügat manasıyla “Mirac”, “yükselmek, yukarı çıkmak” anlamına gelen (عرج) kökünden türetilmiş bir isimdir. İsm-i alet olan bu kelime “yukarı çıkma vasıtası, merdiven” anlamına gelmektedir. Bir kavram olarak ise mirac, Peygamber Efendimiz’in semalara yükselişini ve oradan da “Sidretu’l-Münteha”ya kadar varan yolculuğunu ifade eder.
Mescid-i Aksa’da Peygamberlere kıldırılan namazdan sonra “İsra yolculuğu” tamamlanmıştı. Allah Resûlü’nü, buradan alan Cebrail (aleyhisselam) semaya uruc eyledi. Bu yolculuk, “Miraç” denilen bir binekle ve Cebrail’le (aleyhisselam) birlikte gerçekleşmiştir.21
1. Sema’ya Yükseliş (Hz. Adem)
“…Sonra Cibril’le beraber semaya yükseldik. Cibril, semanın kapısının açılmasını istedi. Kendisine ‘Sen kimsin’ diye soruldu. O da ‘ben Cibril’im’ diye cevap verdi. ‘Yanındaki kimdir’ diye soruldu. ‘O, Muhammed’dir’ dedi.. Yine kendisine ‘O (Miraç için) gönderildi mi?’ diye soruldu. Cibril de ‘Evet O, gönderildi’ buyurdu. Bunun üzerine ‘O hoş geldi safa getirdi’ denildi. Ve derken semanın kapısı açıldı. Bir de baktım ki Hz. Adem’le beraberim. Cibril bana, ‘Bu baban Adem’dir. Ona selam ver’ dedi. Ben de selam verdim. O da selamımı aldı. Sonra bana: ‘Merhaba, ey salih evlat, ey salih nebi’ diye hitap etti…”22 Yine Peygamberimiz orada şöyle bir tabloyla karşılaşmıştır: “Hz. Adem’in sağında ve solunda karaltılar vardı. Sağına baktığında gülüyor, soluna baktığında ise ağlıyordu. Cibrîl bana bu durumu şöyle açıkladı: ‘Sağındaki ve solundaki şu karaltılar, onun soyundan gelen çocuklarının ruhlarıdır. Onlardan sağında olanlar Cennetlik, solunda olanlar ise Cehennemliktir. Bundan dolayı sağına bakınca sevinir, güler, soluna bakınca da ağlar.”23
2. Sema’ya Yükseliş (Hz. Yahya ve Hz. İsa)
“…Sonra ikinci semaya yükseldik. Yine kapının açılmasını istedi. ‘Gelen kimdir’ diye soruldu. ‘Ben Cibril’im’ dedi. ‘Yanındaki kimdir’ diye soruldu. ‘Muhammed’dir’ diye cevap verdi. ‘O, gönderildi mi?’ diye sorulunca, ‘Evet’ dedi. ‘Merhaba. Hoş geldi safa getirdi.’ Kapıyı açtı. Bir de baktım ki iki teyze oğlu Yahya ve İsa (aleyhimesselam). Cebrail bana ‘Bunlar Yahya ve İsa! Onlara selam ver!’ dedi. Ben de selam verdim, onlar da bana selam verdiler ve ‘Merhaba. Hoş geldin, salih kardeş ve salih nebi’ diyerek hayır duada bulundular.”24
3. Semaya Yükseliş (Hz. Yusuf)
Cibrille beraber sonra üçüncü semaya yükseldik. Cebrail, yine kapının açılmasını istedi. Kendisine, ‘Sen kimsin’ denildi. O da ‘Ben cibril’im’ diye cevap verdi. Bu sefer, ‘Yanındaki kim’ diye soruldu. O da, ‘Muhammed’ diye cevap verdi. Yine, ‘O, gönderildi mi?’ diye sorulunca, ‘Evet! Gönderildi’ dedi. O zaman kapı açıldı ve biz içeri girdik. Bir de baktım ki Yusuf, orada. Adeta güzelliğin yarısı ona verilmişti. Cebrail, ‘Ona selam ver’ dedi. Ben de selam verdim. O da selamımı aldı ve ‘Hoş geldin, merhaba! Ey salih kardeş ve salih Peygamber.’ diye iltifat etti.”25
4- Semaya Yükseliş (Hz. İdris)
“Sonra Cebrail’le (aleyhisselam) birlikte dördüncü semaya yükseldik. Yine kapının açılmasını istedi. Yine aynı sorular soruldu ve aynı cevaplarla beşinci semanın kapısı da açıldı. Kapı açılınca bir anda Hz. İdris’le (aleyhisselam) karşılaştım. Ona da selam verdim. O da beni, diğer Peygamberlerin karşıladığı gibi, ‘Hoş geldin, Merhaba! Ey salih kardeş ve salih nebi!’ diye karşıladı ve hayır duada bulundu.”26 Allah, O’nun hakkında “O’nu yüce bir makama yükselttik”27 buyurdu.28
5. Semaya Yükseliş (Hz. Harun)
Hz. İdris’le görüşmenin ardından “..Beşinci kat semaya yükseltik. Cibril yine kapısının açılmasını istedi. Yine kendisine ‘Sen kimsin?’ diye soruldu. O da buna ‘Cibrîl’ diye karşılık verdi. Bu kez daha önce olduğu gibi, ‘Yanındaki kim?’ diye soruldu. O, ‘Muhammed’dir’ deyince, yine ‘Ona gönderildi mi?’ diye soruldu. Cebraîl (aleyhissslam), ‘Evet, gönderildi’ dedi. Bu cevap üzerine ‘Merhaba O’na. Hoş geldi safa getirdi.’ denildi ve kapı açıldı. Bir de baktım ki Harun (aleyhisselam). Cibrîl bana, ‘Bu Harun’dur. Ona selam ver’ dedi, ben de selam verdim. O da benim selamıma karşılık verdi ve: ‘Merhaba ey salih kardeş ve salih nebi!’ diye hayır duada bulundu.”29
6. Semaya Yükseliş (Hz. Musa)
Cibrille beraber sonra altıncı semaya yükseldik. Cebrail, yine kapının açılmasını istedi. Kendisine, ‘Sen kimsin’ denildi. O da ‘Ben cibril’im’ diye cevap verdi. Bu sefer, ‘Yanındaki kim’ diye soruldu. O da, ‘Muhammed’ diye cevap verdi. Yine, ‘O, gönderildi mi?’ diye sorulunca, ‘Evet! Gönderildi’ dedi. Bunun üzerine, ‘Merhaba O’na! Hoş geldi safa getirdi’ dedi. O zaman kapı açıldı ve biz içeri girdik. Bir de baktım ki Musa, orada. Cebrail, ‘Ona selam ver’ dedi. Ben de selam verdim. O da selamımı aldı ve ‘Hoş geldin, merhaba! Ey salih kardeş ve salih Peygamber.’ diye iltifat etti. Ben onu geçince ağlamaya başladı. Kendisine niçin ağladığı soruldu. Bunun üzerine o şu cevabı verdi: ‘Benden sonra gönderilen bir gencin ümmetinden cennete gireceklerin sayısı benim ümmetimden daha fazla olacak. Ben buna ağladım.”30
7. Semaya Yükseliş (Hz. İbrahim)
“…Sonra yedinci semaya yükseldik. Yine kapının açılmasını istedi. ‘Gelen kimdir’ diye soruldu. ‘Ben Cibril’im’ dedi. ‘Yanındaki kimdir’ diye soruldu. ‘Muhammed’dir’ diye cevap verdi. ‘O, gönderildi mi?’ diye sorulunca, ‘Evet’ dedi. ‘Merhaba O’na. Hoş geldi safa getirdi!’ Kapı açılınca bir de baktım ki Hz. İbrahim orada. Cebrail bana ‘Bu Senin baban İbrahim’dir. ona selam ver’ dedi. Ben de ona selam verdim. O da selamımı aldı ve “Merhaba ey salih oğul ve salih nebi’ diyerek iltifatta bulundu.”31
Sidretu’l-Münteha’ya Yükseliş
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) burada Hz. İbrahim’le yaptıkları bu kısa görüşmeden sonra yine Cibrîl’le beraber “Sidretü’l-Münteha”ya yükseltildi. Öyle ki burada (kader) kalemlerinin cızırtılarını duymuştu.32 Peygamberimiz oraya vardığında gördüklerini şöyle anlatmaktadır: “Bir de baktım ki sidr ağacının meyveleri, Yemen’in Hecer kasabasının testileri, yaprakları ise fillerin kulakları gibiydi. Hiçbir beşer onun güzelliğini tam anlatamaz. Cibril bana, ‘İşte bu Sidretü’l-Münteha’dır’ dedi. Yine orada dört nehir gördüm. Bunlardan ikisi zâhir, ikisi de bâtındı. Cebrail’e ‘Bunlar nedir?’ diye sordum. O da bana, ‘Bu iki bâtın, Cennette iki nehirdir. Şu iki zâhir nehir ise Nil ve Fırat nehirleridir’ diye cevap verdi…”33
Kelime manasıyla “Sidr”, (شجر النبق) “Şeceru’n-Nebk” de denilen Arabistan kiraz ağacıdır.34 “Sidretu’l-Münteha” terkibi ise, son noktada bulunan sidre anlamına gelir ki, terim olarak burada kastedilen sınır, imkan âleminin hududu gibi görülmektedir. Yani sidre, bütün hilkat âleminin âlem-i emir ufkunda bir serhaddi mesabesindedir. Orada imkân âlemi sona erer.. her yana ser çekmiş varlığın dalı, yaprağı, sürgünü gider oraya dayanır.. ruhânîlikte derinleşen rabbanîlerin, melekût-u eşyâya nüfuz edebilen müterakkî gönüllerin nazarları ancak oraya varabilir; nazar-kadem vahdetine ulaşmış kümmelîn gider oranın eşiğine takılır ve orada herkes hayretle soluklanmaya durur.35 Yine onu, meleklerin ve bütün Peygamberlerin ilminin ulaşabileceği en son nokta olarak yorumlayanlar da olmuştur. Bazı alimlere göre o nokta, Allah’ın bildiği ya da sadece bildirdiği kimselerin dışında kimsenin bilemeyeceği gayb alanıdır.36
Sidretu’l-Münteha’da Geçen Konuşma
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Sidretu’l-Münteha’ya varınca “Halık-ı zü’l-Celâl’in nuru ve melekler onu kapladı. İşte o an Rabbi, onunla konuştu ve O’na, ‘Dilediğini iste’ dedi. O da: ‘Ya Rabbi! Sen İbrahim’i dost edindin ve O’na büyük bir mülk verdin. Musa ile konuştun ve Davud’a büyük bir hakimiyet verdin. Ona demiri yumuşattın ve dağları emrine musahhar kıldın. Süleyman’a da geniş bir hakimiyet verdin ve dağları, cinleri, insanları hatta şeytanları ve rüzgarı emrine verdin. Ona, kendisinden sonra hiçbir kimseye bahşedilmeyecek geniş bir hakimiyet verdin. İsa’ya Tevrat ve İncil’i öğretmenin yanında âma doğanları ve sedef hastası olanları iyileştirme ve izninle ölüleri diriltme özelliği verdin. Hem O’nu ve annesini zarar görmemeleri için şeytanlardan korudun ve onlar O’na zarar veremedi.’
Bunun üzerine Allah (celle celaluhu) şöyle buyurdu: ‘Ey Resûlüm! Ben Seni de dost edindim.37 Seni bütün insanlığa müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdim. Göğsüne inşirah saldım. Üzerindeki ağır yükleri kaldırdım ve şanını yücelttim. -Ezanda olduğu gibi- Benim adım her anıldığında Senin adın da zikredilecek. Yine ümmetini insanlar arasında en hayırlı ümmet olarak seçtim ve onları ümmet-i vasat kıldım. Onları hem ilk hem de son kıldım. Onların arasından Sana indirilen kitabı ezberleyecek bir topluluk da kıldım. Yine ümmetini öyle kıldım ki, Senin, Benim kulum ve Resûlüm olduğuna şahitlik yapmadan söze başlamayacak ve bitirmeyecekler. Seni, yaratılışta peygamberlerin ilki gönderilişte ise sonuncusu kıldım. Bir de Sana, Senden önce hiçbir nebiye vermediğim ‘Seb’a’l-Mesânî’yi (Fatiha Sûresi) verdim. Yine Sana, Senden önce hiçbir nebiye vermediğim, arşın hazinelerinden olan Bakara suresinin son ayetlerini verdim. Son olarak bir de Seni hem ‘Fatih’ hem de ‘Hâtim’ kıldım.38“39
Peygamber Efendimiz bu yaşadıklarını anlattıktan sonra şunları da söyledi: “Rabbim Beni yüceltti ve alemlere rahmet, bütün insanlığa müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdi. Bir aylık mesafeden düşmanlarımın kalbine korku saldı. Benden önce kimseye helal olmayan ganimetler Bana helal kılındı. Yeryüzü Bana temiz ve mescid kılındı. Ve yine Bana, söze en güzel şekilde başlama ve bitirme kabiliyetinin yanında maksadımı çok câmi’ ifade edebilme istidadı da verildi. Tabi ya da metbu’ konumunda bulunan bütün ümmetim hiç biri istisna olmayacak şekilde Bana arz edildi. Onları kıldan ayakkabı giyen bir kavme galip/hakim olduklarını gördüm. Yine onları geniş yüzlü sanki gözleri iğneyle delinmiş gibi çekik gözlü bir kavme hakim olduklarını gördüm. Hatta benden sonra karşılaşacakları her şey Bana gösterildi, hiçbir şey gizli bırakılmadı.40
Beyt-i Ma’mur’a Yükseliş
“(Sidretu’l-Münteha’dan) sonra Beyt-i Ma’mûr’a yükseldik. Ben, ‘Ey Cibrîl! Bu nedir?’ diye sordum. Bana, ‘Bu Beyt-i Ma’mur’dur. Her gün oraya 70 bin melek girer. Çıkınca bir daha girmek için kendilerine (kıyamete kadar) sıra gelmez’ dedi.”41 Allah Resûlünün bildirdiğine göre: “Beyt-i Ma’mûr, semada ve tam olarak Kâ’be’nin hizasında bulunan bir nuran’i hazîredir” Hz. Ali’den nakledilen bir rivayete göre de, “Yeryüzünde Kâ’be’nin değeri neyse onun da semadaki değeri aynıdır.” Bazıları onun yerinin tam olarak, “Arşın altında” olduğunu söylemiştir. Beyt-i Mamûr, (الضراح) ed-Durâh ve (الضريح) ed-Durayh diye de isimlendirilmektedir.42
Beyt-i Ma’mur’da Gördüğü İki Topluluk
Rivayetlerde Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem), Beyt-i Ma’mur ziyaretinde gördüğü iki ayrı topluluktan da bahsedilir: “O, orada iki kavim gördü. Bu topluluktan birisinin yüzleri ışıl ışıldı. Diğer grubun ise yüzleri kül rengi gibiydi. Derken bu kavim, orada bulunan bir nehre girdiler ve yıkandılar. Çıkınca renkleri düzelmişti ve eski hallerinden iz kalmamıştı. Cibrîl, Peygamberimiz’e, ‘İşte bunlar ümmetinden salih amelle kötü amelleri birbirine karıştıranlardır’ dedi.43 Beyhakî’nin rivayetinde bu nehrin adının “Selsebil”” olduğu belirtilmektedir. Bir de yıkanıp düzeltikten sonra Peygamberimizle birlikte Beyt-i Mamûr’a girdikleri ve orada buluştukları söylenmektedir.44
Beyt-i Mâmur’da İkram
“…Sonra birinin içinde içki, birinde süt bir diğerinde de bal olan üstü kapalı üç kadeh getirildi ve bana takdim edildi. Ben bunlardan içinde süt olanı aldım ve içtim. Cibrîl Bana: ‘O, Sen ve ümmetinin üzerine olduğu fıtrattır’ dedi.45 “İsabetli bir tercih de bulundun. Allah da seni isabet ettirdi. Ümmetin de aynı fıtrat üzerine olacaktır.”46
Bir başka rivayette ise bu ikram şöyle anlatılmaktadır: “Allah Resulü üstü kapalı olan bu kadehlerden bir tanesini aldı. İlk aldığı kadehde bal vardı. Ondan bir miktar içti. Sonra onu bıraktı ve diğer bir kadehi aldı. İşte o süttü. Onu ise kanacağı ana kadar içti. Daha sonra Cibrîl, kendisine, ‘Üçüncüden de almaz mısınız?’ buyurdu. Efendimiz ‘Artık doydum’ diye cevap verdi ve ondan almadı. Bunun üzerine Cebrail, ‘Allah Seni muvaffak kılsın’ diye duada bulundu.”47
Namazın Farz Kılınması
Sonra Cibrîl beni aldı ve -sidre- ağacına vardık. Orada rengarenk bulutlar beni kapladı. Cibrîl biraz geriye çekildi. Ben secdeye kapandım.”48 “Bu esnada bütün sesler kesilmişti. Hicab’ın önündeydik. -Kaltığımda- Hicab’ın arkasından bir melek çıkmıştı. Cibrîl bana, ‘Seni hakla gönderen Allah’a yemin olsun ki ben, yaratılmışların Allah’a en yakını olduğum halde yaratıldığım günden beri onu görmedim’ dedi.49 İşte burada Bana elli vakit namaz farz kılındı. Bunun yanında Bakara Suresi’nin son kısmı verildi. Bir de ümmetimden büyük günah işleyen fakat şirk koşmayan kimselerin affedileceği müjdesi de bildirildi. Bundan sonra ortamdaki o bulutlar dağıldı. Cibrîl geldi ve elimden tuttu ve oradan hızla ayrıldık. İbrahim’e (aleyhisselam) uğradım fakat o bana bir şey demedi.”50
“…Sonra Musa’ya (aleyhisselam) uğradım. O, Bana, ‘Neyle emrolundun’ diye sordu. Ben de ona, ‘Günde elli vakit namazla emrolundum’ dedim. Bunun üzerine O: ‘Ümmetin her gün elli vakit namaza güç yetiremez. Ben, Senden önce insanları bununla tecrübe ettim. İsrailoğullarıyla çok uğraştım. Rabbine dön ve ondan daha da hafifletmesini iste.’ Ben de döndüm ve Rabb’imden bu emri hafifletmesini istedim. Benden on vakit azaltıldı. Tekrar geri geldim ve yine Musa’ya uğradım. Bana yine aynısını söyledi. Ben de tekrar Rabbime gittim. Yine müracaat ettim. On vakit daha azaltıldı. Ben yine Musa’ya geldim. Yine on vakit daha azaltıldığını söyledim. Bana, ‘Onlar buna da güç yetiremez. Yine git ve bu emrin hafifletilmesini iste’ dedi. Ben yine gittim ve namaz vakitlerinin daha da düşürülmesini istedim. Benden bir on vakit daha hafifletildi. Tekrar Musa’ya geldim ve on daha indirildiğini söyledim. O, ‘Ümmetin buna da güç yetiremez. Git tekrar hafifletilmesini iste’ dedi. Ben de tekrar Rabbime müracaat ettim. Benden yine on vakit namaz farz kılındı. Yine kendisine gelip haber verdiğimde Hz. Musa, Bana, bunun da çok olduğunu, söyledi. Yine ‘git ve tekrar bunun azaltılmasını talep et’ buyurdu. Ben de tekrar gittim ve talebimi yeniledim. Bunun üzerine Her gün beş vakit namaz bana farz kılındı. Döndüm Musa’ya yine uğradım. Bana, ‘Ümmetin buna da güç yetiremez. Ben bu konuda Senden önce insanları tecrübe ettim. Benî İsrail’le çok uğraştım. Dön Rabbin’e yine hafifletmesini talep et. Bunun üzerine Ben kendisine, ‘Rabbimden çok istedim. Artık Ondan tekrar gidip bu konuda bir talep de bulunmaktan haya ederim. Artık bundan razıyım ve kabul ediyorum’ dedim. Ben onun yanından ayrılınca bir münadi: ‘Ben, farzımı bu şekilde onayladım ve kullarıma hafiflettim’ diye nida etti.”51
Müslim’in bir rivayetine göre, namaz beş vakit farz kılındıktan sonra da Allah Resûlü, ümmetine şefaat etmek için yine Rabbine müracaat etmeyi düşünmüş, ancak o daha buna teşebbüs etmeden kendisine şöyle denilmiştir: “Ya Muhammed! Namaz artık her gün ve gece olmak üzere beş vakittir. Her vaktin karşılığı içinse on ecir vardır. Böylece yine toplam elli vakit namaz sevabı yapacaktır. Sizden kim bir iyilik düşünür de onu işleme imkânı elde edemezse ona yine bir sevap vardır. Düşündüğü iyiliği yapan kimseye ise on sevap yazılır. Kim bir kötülük düşünür fakat onu işlemezse, ona herhangi bir kötülük yazılmaz. Fakat o kötülüğü işlerse ona bir kötülük yazılır.” Bunun üzerine yeniden Hz. Musa’nın yanına gelen Efendimiz’e, Hz. Musa yine: ‘Rabbine git ve azaltmasını talep et’ demiştir. Ancak Efendimiz, ‘Rabbime bu hususta çok müracaat ettim. Artık bir daha bu mevzuda bir talepten haya ederim’ buyurmuştur.”52
Refref’i Görmesi
Allah Resûlü’nün o gece Sidretu’l-Münteha’da bulunduğu konumdan gördüğü, büyük âyetlerden birisi de “refref”tir. O’nun burada yaşadıkları Kur’an’da özet bir şekilde müphem olarak şöyle anlatılır: “Melek kendi aslî sûretine girip doğruldu. İşte o zaman kendisi en yüce ufuktaydı. Sonra o yaklaştı ve iyice sarktı. Öyle ki araları yayın iki ucu arası kadar veya daha az kaldı. O da O’nun (Allah’ın) kuluna vahyetmek istediği her şeyi vahyetti. Gözlerinin gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi siz kalkmış da O’nun gördükleri hakkında şüphe edip kendisiyle münakaşa mı ediyorsunuz? O’nun bir başka inişini Sidretu’l-Münteha’nın yanında görmüştü.53 Me’va cenneti de onun yanındadır. O dem ki Sidreyi bir feyiz sarıyor, sardıkça sarıyordu. Onun gözü kaymadı, şaşmadı, aşmadı da. Vallahi gördü, hem de Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü gördü.”54
Burada “Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü gördü” ifadesinde, Allah Resûlü’nün gördüğü belirtilen en büyük ayet, bir görüşe göre Refref’tir: “O, yeşil refrefi semanın ufkunu doldurmuş olarak gördü.”55 Bir başka görüşe göre ise Peygamberimizin burada gördüğü Cibrîl’dir.56 Bu iki farklı görüşün arasını cemedenler ise Nesaî’nin ve Hâkim’in bu konuda naklettiği: “Allah’ın Nebisi, Cibril’i, Refref üzerinde, arz ve semayı doldurmuş olarak gördü.”57 hadisine dayanmaktadırlar. Tirmizî’nin rivayetinde ise Refref’in, Cibrîl’in giydiği bir elbise olduğu belirtilmektedir: “O, Cibrîl’i refreften yapılmış bir elbise içinde arz ve semanın arasını doldurmuş bir şekilde gördü.”58
Refref’in bir elbise ya da örtü olabileceğini, “Onlar, yeşil yastıklara ve harikulade güzel döşemelere yaslanırlar” (متكئين علي رفرف خضر وعبقري حسان) ayeti de59 teyid etmektedir. Zira refrefin aslı güzel dokunmuş ince ipek kumaştır.60 Bundan dolayı müfessirler tarafından refref, “yeşil yastıklar, döşekler ve yaygılar” şeklinde yorumlanmıştır.61 Râgıb el-İsfehani de ayette geçen refrefin bahçelerin yeşilliğini andıran bir tür elbise olduğunu ifade eder.
Bütün bu rivayetlerden anlaşılan o ki asıl semayı kaplayan örtü değil üzerindeki yemyeşil giysileriyle Cebrail’dir. Ufku kaplaması mecazen refrefe nispet edilmiştir.62 Zira bir başka rivayette bu daha açık olarak şöyle belirtilmektedir: “Şüphesiz Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) Cibrîl’i altı yüz kanadıyla gördü.”63 Hz. Aişe validemizden nakledilen şu hadis de bu görüşü desteklemektedir: “Daha önce Cibrîl O’na insan suretinde geldiği halde burada asıl yaratıldığı suretiyle geldi. Peygamberimiz onu gördüğünde o, bütün bir ufku kaplamıştı.”64
Bunlarla beraber refref kelimesinin bir manası da “kuşun kanatlarını açıp çırpması”dır. Bundan dolayı bazı alimler, burada Cibrîl’in bütün kanatlarını açtığında onun refrefe yani bir örtüye benzediği yorumunu da yapmışlardır.65
Cennet’e Yolculuk
Necm Suresinde ifade edildiği gibi, Allah Resûlü Sidrede iken, “..Sidreyi feyiz sarıyor, sardıkça sarıyordu…Peygamberin ise gözü kaymıyor ve şaşmıyor ve aşmıyordu.”66 Efendimiz o dem, Rabbine o kadar yönelmişti ki gök melekûtünda temaşa ettiği sayısız güzellikler onu meşgul etmiyordu. “Me’va cenneti de onun yanındaydı.”67 Burada kendisine gösterilecek ayetler tamamlandıktan sonra, cennete doğru yeni bir yolculuk başlıyordu: “..Sidretu’l-Münteha’dan sonra cennete götürüldüm. Bir de baktım ki orada bir nehrin her iki yakasında inciden kubbemsi içi boş yapılar var. Toprağı da miskti.”68 “Ben, Ey Cibrîl! Bu (nehir) nedir?” diye sordum. O da, ‘Bu sana Rabbinin verdiği Kevser’dir’ dedi. Bir de baktım ki toprağı -ya da kokusu- miskti.”69
Yazar: Dr. Selim Koç
Dipnot:
- İsrâ Suresi, 15/1
- Bkz. Buharî, Menakıbu’l-Ensar 42. Bazı rivayetlerde Peygamberimizin o gece zemzemle Makam-ı İbrahim arasında, kendi evinde ya da Ümmü Hânî’nin evinde olduğu da belirtilmektedir. Bunların hepsi de Kâbe’nin çok yakınında yer aldığı için hadisenin Mescid-i Haram’da yaşandığını gösterir. Hatta Ümmü Hânî’nin evi, Kabe’ye o kadar yakındır ki daha Osmanlı döneminde yapılan genişletme çalışmalarında Mescid-i Haram’ın içinde kalmıştır.
- İbn Sa’d, Tabakât, I/156; İsra mucizesinin ne zaman gerçekleştiğiyle ilgili ulemanın farklı tarih tespitleri için bkz. Hayri Said, el-İsrâ ve’l-Mi’rac, s., 41-44
- Bkz. Buharî, Salât 1; Hac 75; Enbiya 7; Tevhid 37; Müslim, İman 264, 265; Nesaî, Salât 1-2
- Müslim, İman 74
- İbn Sa’d, Tabakât, I/155-156; Beyhâkî, Delailu’n-Nübüvve, II/355
- Beyhâkî, Delailu’n-Nübüvve, II/363
- Müslim, İman 264; İbn Sa’d, Tabakât, I/156; İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihaye, II/123
- Nevevî, Sahih-i Müslim bişerhi’n-Nevevî, I/455
- Bkz. İbn Hişam, es-Sîre, II/36
- İbn Sa’d, Tabakât, I/156
- Müslim, İman 259
- Nesaî, I/211; Müsned, IV/207
- Müslim, İman 259
- Buharî, Enbiya 23; Müslim, Eşribe 168; Nesaî, Eşribe 41; Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’an 18
- Müslim, İman 259
- Bu isimler için bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, III/96-97
- Âl-i İmran Sûresi, 3/96
- Buhârî, Enbiya 10; Müslim, Mesâcid 1, 2
- Bu konu hakkında daha geniş bilgi için bkz. İbn hacer, Fethu’l-Bârî, VI/571
- Bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII/292
- Buhârî, Menâkıbu’l-Ensar,42; Müslim’in rivayetinde bana hayır duada bulundu ilavesi de vardır. Müslim, İman 259
- Buharî, Salât 1; Müslim, İman 259
- Buhârî, Menakıbu’l-Ensar 42; Müslim, İman 259
- Buhârî, Menâkıbu’l-Ensar 42; Müslim, İman 259
- Buharî, Menâkıbu’l-Ensar 42
- Meryem, 19/57
- Müslim, İman 259
- Buhârî, Menâkıbu’l-Ensar 42; Müslim, İman 259
- Buhârî, Menakıbu’l-Ensar 42; Buhari, Kitabu’t-Tevhid bölümündeki miraçla ilgili rivayetinde Hz. Musa’yı yedinci semada, Hz. İbrahim’i ise altıncı semada sayar. Bkz. Buhârî, Tevhid 37.
- Buharî, Menakıbu’l-Ensar 42; Müslim’in rivayetinde Hz. İbrahim’in bu esnada sırtını Beyt-i Ma’mur’a dayalı olduğu belirtilmektedir. Müslim, İman 259
- Buharî, Salât 1; Müslim, İman 163
- Buhârî, Menakıbu’l-Ensar 42; Müslim, İman 259. Buharî’nin bu rivayetinde bâtın iki nehrin hangileri olduğu bahsedilmezken, Beyhaki’den gelen bir rivayette bunların, “Selsebil”den kaynaklanan biri Kevser diğerinin ise “Rahmet Nehri” adlı iki nehir olduğu belirtilmiştir. Hatta bu rivayette Efendimiz, Rahmet nehrine girip yıkandığını ve bununla geçmiş ve gelecek günahlarının bağışlandığını ifade etmektedir. Bkz. Beyhâkî, Delâilu’n-Nübüvve, II/394
- Bkz. İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, S-d-r mad.
- Gülen, Sızıntı Derg., C., 27, Sayı, 315, 2005
- İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII/299-300
- Bu münasebetle ravi, Peygamberimizin isminin Tevrat’ta ‘Halîlu’r-Rahman’ şeklinde yazılı olduğunu burada belirtmektedir.
- Burada Fatih’den maksat, yaratılışı Seninle başlattım, hidayet ve rahmet kapılarını Seninle açtım, peygamberliği Seninle başlattım gibi manalar verilmiştir. Hâtim’e ise, peygamberliği seninle başlattığım gibi seninle bitirdim anlamında, O’nun son Resûl oluşu nazara verilmiştir.
- Beyhâkî, Delailu’n-Nübüvve, II/402-403
- Beyhakî, Delailu’n-Nübüvve, II/403
- Müslim, İman 264
- Bkz., İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VI/432
- İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII/302
- Bkz. Beyhâkî, Delâilu’n-Nübüvve, II/394
- Buharî, Menâkıbu’l-Ensar 42
- Müslim, İman 264
- İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII/303
- İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII/305
- Nevevî, Sahih Müslim bişerhi’n-Nebevî, I/460-461
- İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VII/305
- Buharî, Menakıbu’l-Ensar 42; Müslim’in Enes İbn Malik’ten yaptığı rivayette, Peygamber Efendimiz kendisine namaz farz kılındıktan sonra Cibril tarafından Sidretü’l-Münteha’ya yükseltildiği ve orada kendisini çeşit çeşit renklerin bürüdüğü belirtilir. Oradan da cennete götürüldüğü ifade edilir. Bkz. Müslim, İman 263
- Müslim, İman 259
- Bu ayet Peygamber Efendimizin Cibril’i ikinci kez gördüğüne işarettir. Bu seferinde onu aslî sûretindeki azametiyle görmüştü.
- Necm Suresi, 53/7-18
- Buharî, Bed’u’l-Halk 7; Tefsir 53
- İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VIII/651
- Nesaî, Tefsir 357, (11541)
- Tirmizî, Tefsir 53
- Rahman Suresi, 55/76
- İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VIII/652
- Bkz. Taberi ve İbn Kesîr, Rahman Suresi 76. ayetin tefsiri.
- İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VIII/651
- Buhârî, Tefsir 53
- Buharî, Bed’u’l-Halk 7
- Bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VIII/652
- Necm Suresi, 53/16-17
- Necm Suresi, 53/ 15
- Buharî, Salât 1; Müslim, İman 163
- Buharî, Tefsir 108