İslam’a Koşuş Devam Ediyor

160

Mekke’nin fethinden sonra hızlanarak süreklilik kazanan hey’etlerin gelişi, Efendimiz’in Tebûk’ten dönüşüyle birlikte yeniden hızlanmıştı ve bundan böyle Medine, hemen her gün yeni bir hey’eti misafir ediyordu. Daha düne kadar karşı koyma yarışına giren veya gidişatın sonucunu beklemeyi tercih edenler, Mekke’nin fethi, Huneyn ve Tebûk gibi önemli dönüm noktalarında Allah Resûlü ve ashâbın elde ettiği muvaffakiyetleri görünce, gelip teslim olmaktan başka alternatifin olmadığını anlayıp bir bir teslim olmaya geliyorlardı. Bunun için münferit gelip de Müslüman olanlar olduğu gibi hey’etler hâlinde Medine’ye koşarak İslâm’ın aydınlık yüzüyle tanışanlar da vardı ve bu maksatla bir yıl içine Medine’ye, farklı sayılarda yaklaşık üç yüz elli hey’et[1] gelmişti; geliyor ve çoğunluk itibariyle Müslüman olup kendi kabilelerine geri dönüyorlardı![2] Gelende de, gelip kabilesine geri dönende de artık farklı bir heyecan vardı; görüp duyduklarını arkada bıraktıklarıyla da paylaşmanın heyecanını taşıyor, yakınlarını da İslâm’la tanıştırmak için âdeta birbirleriyle yarışıyorlardı!

Medine’ye gelenler için Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), zaman zaman mescidin içinde çadır kurduruyor ve günlerce burada misafir edip Kur’ân dinlemelerini temin edip namazdaki huzura şahit olmalarını istiyordu. Onları ağırlamak için yine Ensâr cömertliği devreye giriyor, semtlerine gelen yeni yüzleri de ağırlamak için âdeta birbirleriyle yarışıyorlardı! Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de ashâbına, dışarıdan gelen hey’etlerin daha sınırdayken karşılamalarını tavsiye ediyor, Medine’ye gelinceye kadar da kendilerine refakat etmelerini söylüyor ve sonra da her birine hediyeler vererek öyle geri gönderiyordu.[3] Öyle ki bu yıla, ‘hey’etler yılı’ manasında ‘Senetü’l-Vüfûd’ denilecekti.

Her birinin, kendine has özellikleri ve talepleri vardı; bazıları Efendimiz’den muallim ve mürşid talep ediyor, bir kısmı ise akıllarına takılan soruları sorup cevabını almak istiyorlardı. Bunların bir kısmı, sordukları sorularla Allah Resûlü’nün sözündeki sadakati test etmeye çalışırken bir kısmı ise hiçbir şey sormadan mutlak kurtuluşu, O’na (sallallahu aleyhi ve sellem) tam itaat ve teslimiyette buluyordu!


Dipnotlar:
[1] Aslında hey’etlerin gelişi, hicri beşinci yılda Müzeynelilerle başlamıştı; sekizinci yılda bu süreç yeniden hız kazanmış ve dokuzuncu yılda zirveye çıkmıştı. Efendimiz’in irtihaline kadar da devam edecek olan bu süreçte toplam 342 hey’et Medine’ye gelmişti. Bu hey’etlerin sayısı konusunda İbn İshâk on beş rakamını telaffuz ederken İbn Sa’d gibi tarihçiler bu sayının altmış olduğunu ileri sürmüş, İbn Kayyim ve Kastalânî gibi âlimler de, bu sayıyı 332 olarak tespit etmişlerdir. Muhtemelen bu farklılığın altında, belli bir sayının üzerindekileri hey’et olarak kabul etmeme veya sadece dokuzuncu yıl içinde gerçekleşen ziyaretleri sayma gibi bir yaklaşım vardır.
[2] Gelip de teslim olmak isteyen herkese hemen müspet cevap da verilmiyordu; hatta Kureyş’in gönderdiği elçi Ebû Râfi’nin, Efendimiz’le karşılaştığında kalbi yumuşayacak ve O’na, Müslüman olma isteğini beyan edecekti. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s.) ona:
– Ben bir elçiyi alıkoyamam; sen şimdi git ve gerçekten Müslüman olmak istiyorsan, daha sonra gel, tavsiyesinde bulunacaktı. Bkz. Ebû Dâvûd, 3/82 (2758); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/8 (23908); Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir, 1/323 (963)
[3] Misafir olarak Mescid-i Nebevî’ye gelen bu insanlara hizmette kusur edilmemesi gerektiğini hatırlatan Efendiler Efendisi, vefatı öncesinde de aynı konuyu dile getirecek ve onlara iyi davranılması gerektiğini söyleyecekti. Bkz. Buhârî, Sahîh, 3/1111 (2888), 3/1155 (2997); Müslim, Sahîh, 3/1258 (1637); Ebû Dâvûd, 3/165 (3029)

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.