Medine’ye Hicret ve Kesintisiz Rehberlik

1.327

Kur’ân mesajını temsil ve tebliğ ile görevlendirilen Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), Mekke’de on üç yıl boyunca kesintisiz bir aksiyon ortaya koyar. İlk üç yıl müşriklere hissettirmeden fert fert götürdüğü daveti, dördüncü yıldan itibaren açıktan ve toplu şekilde yapmaya başlar.1 Önce yakın akrabalarını, sonra Kureyş’i, ardından panayırlara katılan ve hac mevsiminde Mina’ya gelen bütün Arap kabilelerini, İslam’a ve kendisine destek olmaya davet eder. Kureyş’in despot önderlerinin zulüm ve baskılarından dolayı muhatapları korkar ve davete sıcak bakmazlar.

Allah Resûlü, baskıdan uzak bir şekilde insanlarla baş başa kalacağı, ashâbıyla buluşabileceği, kendi insan, hayat ve medeniyet anlayışını bütün berraklığı ile hayata taşıyabileceği mümbit bir zemin arayışına girer. II. Akabe Beyatı’nda hazır bulunan yetmiş beş Evs ve Hazrecli mü’minin, yanlarına gelmesi yönünde yaptığı daveti müspet karşılar ve ashâbını gruplar halinde Medine’ye gönderir.

Gelişmeleri yakından takip eden ve on üç yıl boyunca O’na ve ashâbına yapmadık zulüm ve haksızlık bırakmayan Ebû Cehil ve ekibi, hür bir zeminde O’nun nasıl bir neticeye nail olacağını tahmin eder ve Medine’ye hicretine mâni olma adına bir araya gelirler. Ne konuştuklarını ise Kur’ân haber verir: “Bir vakit de o kâfirler senin elini kolunu bağlayıp zindana mı atsınlar, yahut öldürsünler mi, yahut seni ülke dışına mı sürsünler diye birtakım tuzaklar planlıyorlardı…”2

En nihayetinde kalabalık bir suikast timiyle ortadan kaldırma  kararı alırlar. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, kendisine izin verir ve O, yanına Hz. Ebû Bekir’i de alır ve gizlice Medine’ye hicret yolculuğuna çıkar. Durumu fark eden Ebû Cehil ve yandaşları, O’nun ve dostunun başına ölü ya da diri yüz deve ödül koyar ve bölgedeki bütün kiralık katilleri peşine salarlar. Kendisi de ayaklandırdığı gözü dönmüş müşriklerle beraber yollara düşer ve köşe bucak her yerde O’nu arar.

Onların bu hamlelerini hesaba katan Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), ona göre bir hareket stratejisi belirler; önce ters istikamette yer alan Sevr’e gelir, burada üç gün bekler ve Medine güzergâhındaki hareketlilik dinince bilinen yollara paralel bir yol takip ederek tedbir ve temkin içerisinde ilerler.

Mekkelilerin on üç yıl boyunca başvurdukları her türlü susturma faaliyetine ve şiddete rağmen yollar bulup gizli açık, gece gündüz varlık gayesi olan ilahi hak ve hakikatleri tebliğ görevini yerine getiren ve bu uğurda sayısız sıkıntı yaşayan Allah Resûlü, peşine düşen canilere rağmen Medine’ye hicret yolculuğu boyunca da durmaz ve bir şekilde, yolda karşılaştığı kimselere evrensel insani değerleri anlatmaya ve gönülleri Allah ile buluşturmaya devam eder. En amansız süreçte, Sevr ile Kuba arasında sekiz gün içerisinde yüz elliyi aşkın insanın hidayetine vesile olur.

Ümmü Ma’bed ve Ailesi

Gece yarısı Sevr’den ayrılan ve neredeyse kırk saat hiç durmadan yol alan hicret kafilesi, Kudeyd’de yol üzerinde bulunan ve kervansaray görevi gören Ümmü Ma’bed’in çadırına uğrarlar. Allah Resûlü, satın alıp yemek için et ve hurma bulunup bulunmadığını sorar. Ümmü Ma’bed, “Hayır! Şayet istedikleriniz olsaydı sizi ağırlamaktan çekinmezdim.” karşılığını verir; kıtlığın ve kuraklığın elde avuçta bir şey bırakmadığını söyler. Allah Resûlü, köşede bir koyun görür ve “Bu koyuna ne diyorsun?” diye sorar. Ümmü Ma’bed, “Bu çok zayıf olduğu için diğerleriyle otlamaya gidemedi.” cevabını verir. Allah Resûlü, koyunu sağmak için izin ister. Ümmü Ma’bed, “Eğer onda birazcık bile süt varsa memnuniyetle sağabilirsiniz.” der.

Bunun üzerine Allah Resûlü, besmele çeker, koyunun sütünü bereketlendirmesi için Allah’a dua eder ve mübarek elleriyle keçiyi sağmaya başlar. Allah’ın ihsanıyla koyunun sütü bollaşır ve kova dolar. Allah Resûlü, sütten ilk olarak Ümmü Ma’bed’e, ardından hicret kafilesinde yer alanlara ikram eder ve herkes doyuncaya kadar içer. En son kendisi de içer, teşekkür eder ve yanındakilerle birlikte çadırdan ayrılır.3

Tanımadığı bu aziz misafirin hali, beden dili, şemaili, nezaketi, vakarı, üslubu ve yapıp ettikleri, Ümmü Ma’bed’i derinden etkiler. Akşam kocası Eksem sürüyle otlaktan dönünce ona, gün içerisinde yaşadıklarını ve şahit olduklarını anlatır ve Allah Resûlü’nün (aleyhissalâtu vesselâm) sağdığı kovadan süt ikram eder. Kocası şaşkınlık ve merak içerisinde ondan bu mübarek misafiri kendisine tarif etmesini ister. Bunun üzerine Ümmü Ma’bed, Allah Resûlü’nü şöyle anlatır: 

“Nur yüzlü bir adamdı; güzel ve parlak bir yüzü vardı. Yaratılışı güzel ve şekil itibariyle de vücudu düzdü. Ne göbeği öne çıkmış ve karnı büyümüştü ne de başı küçük ve kusurluydu; orta büyüklükte, güzel mi güzel ve mutedil bir vücut yapısı vardı. Gözleri siyah, göz kenarları da uzundu. Sesinde kadife gibi bir yumuşaklık vardı. Omuzları geniş, sakalı da sıktı. Kaşları, uzaktan dikkat çekecek kadar belirgin duruyordu. Sükût buyurduğunda üzerinde bir vakar, konuştuğunda ise meclisinde insibağ hakimdi; Allah’ın adını anarak konuşmasına başlıyor ve hep O’nu yücelterek devam ediyordu. Uzaktan bakıldığında, insanların en güzel ve alımlısıydı; yakınına yaklaşıldığında ise cemal ve ihsanın kemalini temsil ediyordu. Konuşmaları, tane tane ve kulak tırmalamayacak şekilde, ne az ne de çoktu. Mantığı, şiir gibi akıp gidiyordu. Ne, herkesten üstte kalacak kadar çok uzun boylu ne de insanlar arasında seçilmeyecek kadar kısa idi; görünüş itibariyle sanki O, iki dal arasında duran üçüncü bir dal gibiydi. Üç kişi arasında altın gibi parlıyordu ve görünüş itibariyle onların en güzeli idi. Arkadaşları, etrafında pervane gibi dönüyorlar; bir beyanı olduğunda ona kulak veriyor, O’ndan bir emir sudûr edince de koşarak bu emrini yerine getiriyorlardı. Etrafında dört dönüyor ve her arzusunu yerine getirmek için de, hiçbir isteksizlik emaresi göstermeden ve gönülden isteyerek koşturuyor, adeta birbirleriyle yarışıyorlardı.” 

Hanımını dikkatle dinleyen Eksem, “Bu zât, bana durumu Mekke’de anlatılan Kureyş’in aradığı kimse. Gidip O’nunla arkadaş olmayı çok isterdim. Bir yol bulabilirsem bunu yapacağım, inşallah.” der.4 Ümmü Ma’bed’in çadırında yaşananlar Mekkelilere ulaşınca hemen bir heyet gönderirler. Özelliklerini sayar ve “Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) sana uğradı mı?” diye sorarlar.

Bunun üzerine Ümmü Ma’bed, “Sizin neyi kastettiğinizi bilmiyorum. Ancak bana koyunu sağan birileri misafir oldu. Dört kişiydiler.” der ve Allah Resûlü’nü ele vermeden onları başından savmak ister. Heyet, sıkıştırmaya devam edince onları kabilesini onlarla savaşması için yardıma çağırmakla tehdit eder. Heyettekiler çaresiz geri dönerler. Çok geçmeden Ümmü Ma’bed, kocasını ve evladını da yanına alır ve Medine’nin yolunu tutar; kelime-i şehadet getirir, O’na ve getirdiklerine iman eder.5

Büreyde İbn-i Husayb ve Kabilesi

Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) ve hicret kafilesi yola devam eder ve Gamîm’e gelirler. Tam bu sırada Eslem kabilesinin reisi, yanına aldığı yetmiş süvari ile bölgeyi kontrol altına alan, o güzergâhtan geçenleri sorgulayan, başlarına konulan büyük ödülü elde etmek için O’nu ve Hz. Ebû Bekir’i yakalamaya çalışan Büreyde İbn-i Husayb ile karşılaşırlar. Allah Resûlü, ona “Sen kimsin?” diye sorar. O, “Büreyde!” karşılığını verir. Bunun üzerine Allah Resûlü, Hz. Ebû Bekîr’e döner ve onun isminden hareketle “Berede emrünâ! (İşimiz serinledi!)” buyurur. Ardından “Kimlerdensin?” diye sorar. Büreyde, “Eslem kabilesinden!” cevabını verir. Allah Resûlü, bu sefer de onun kabilesinin isminden hareketle “O halde selametteyiz!” buyurur. Son olarak “Eslem’in hangi boyundansın?” diye sorar. Büreyde, “Sehm!” deyince Allah Resûlü, boyunun isminden hareketle “Ey Ebû Bekir! Senin nasibin çıktı; umduğuna eriştin! (Kurtuldun!)” buyurur.6

Allah Resûlü’nün erken davranması, sükûneti, tatlı dili ve aldığı cevaplar üzerinden yaptığı tefe’üller gerginliği ortadan kaldırdığı gibi Büreyde’yi de etkiler ve bu zâta karşı içten bir ilgi uyandırır. Bu ilgi ile “Peki sen kimsin?” diye sorar. Rahmet Peygamberi, “Allah’ın elçisi Muhammed!” karşılığını verir. Aralarında gerçekleşen konuşma üzerine Büreyde’nin kalbindeki buzlar, peygamberin sıcak ikliminde erir, iç dünyasında bir huzur hisseder; O’nu ve getirdiklerini tasdik edip hidayete erer. Yanında bulunan süvariler ile aile ve akrabalarından seksen kişi de şehadet getirir ve İslam’a girer.

Sağmal develerinin o sıralar az süt verdiğini söyler ve kendisine biraz süt ikram ederler. Allah Resûlü, sütü içer ve bereket bulmaları için dua eder. Ardından yatsı vakti girince hep birlikte O’nun arkasında ilk namazlarını kılarlar. Namazdan sonra Allah Resûlü onlara Meryem sûresinin ilk bölümünü okur, anlatır ve öğretir.7

O günü anlatırken “Allah’a hamd ü senalar olsun ki biz Sehmoğulları, İslam’ın gücüne teslim olmadık; en zor zamanında gönüllü bir şekilde girdik!” diyen Büreyde, sabahleyin Allah Resûlü’nün yanına gelir ve “Ey Allah’ın Resûlü! Yanınızda sancak olmadan Medine’ye teşrif etmeniz uygun olmaz.” der. Peşinden başındaki sarığı sancak niyetine elindeki mızrağın ucuna bağlar. İslam’ın ilk sancağı elinde O’nun önüne düşer ve Kuba’ya kadar gelir. Birkaç gün burada kaldıktan sonra memleketine geri döner.

Kavmi Eslem içerisinde irşad ve tebliğ faaliyetinde bulunur. Eslem’in büyük çoğunluğu Uhud’dan sonra Müslüman olur ve Medine’ye hicret etmek isterler. Fakat Allah Resûlü, bulundukları konumun stratejik ehemmiyetinden dolayı onlardan yerlerinde kalmalarını ister ve aralarından Hz. Büreyde’ye hicret izni verir ve o, Medine’ye gelir. Allah Resûlü’nün vefatına kadar burada kalır ve büyük hizmetlerde bulunur. Hz. Büreyde, O’nun vefatından sonra İslam’ı insanlığa ulaştırma istikametinde hicret yurdundan da hicret eder ve en son 63 yılında Türkmenistan’ın Merv şehrinde vefat eder ve oraya defnedilir.8

Sa’d el-Arcî ve İki Hırsız

Medine’ye hicret yolculuğu esnasında Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm), Rekûbe yolu üzerinde bulunan bir yere uğrar. Amacı, Medîne’ye kısa yoldan ulaşmaktadır. Aralarında Sa’d ed-Delîl el-Arcî’nin de bulunduğu kabile kendisine “Burası Rekûbe geçidinin Gâir yoludur. Yalnız burada Eslem kabilesine mensup ‘mühânan’ diye bilinen iki hırsız vardır. İstersen onların üzerine biz varalım.” derler. O, Sa’d’a “Sen bizi onların yanına götür!” buyurur. Hicret kafilesi Sa’d’ın rehberliğinde yola koyulur ki Arc’tan Kuba’ya kadar yaptığı bu kılavuzluktan dolayı kendisine “ed-Delîl” denilir. O da bu arada O’ndan çok etkilenir ve İslam’a girer. Rekûbe geçidini aştıklarında iki hırsızla karşılaşırlar.

Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselâm) bu iki hırsızı yanına çağırır; dininden ve davasından bahseder ve kendilerini İslam’a davet eder. O’nun kendilerini muhatap alıp zaman ayırmasından ve anlattıklarından çok etkilenen hırsızlar, Müslüman olurlar. Allah Resûlü, isimlerini sorar ki onlar “Biz, ‘mühânan’/hakir görülen iki kişiyiz.” karşılığını verirler. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Aksine siz artık ‘mükremân’/imanla şereflenmiş iki kişisiniz.” buyurur. İslam’ın kendisinden önce biriken günahları temizlediğini; iman ile insanın, Allah katında kıymet kazandığını haber verir. Onları rahatlatır hatta görev verir; günlerdir hasret ve heyecan içerisinde yolunu bekleyen mü’minlere gelişini müjdelemeleri için önden Medine’ye gönderir.9

Verilen örneklerin dışında bir çoban da Allah Resûlü’nün hal ve hareketlerinden etkilenir ve davete icabet edip İslam’a girer.10 Yine Mekke’nin fethinden sonra gelip O’nu bulan ve hicret yolculuğu esnasında O’ndan aldığı emannameyi gösterip Müslüman olan Sürâka İbn-i Mâlik de bu kapsamda değerlendirilebilir. Zira başına konulan ödülü almak için ölü ya da diri ele geçirmek istediği Allah Resûlü’nde gördüğü hali, yaptığı iyiliği ve verdiği müjdeyi aradan sekiz yıl da geçse unutamaz; bunların bir neticesi olarak gelir ve O’nun yanındaki yerini alır.

Sonuç

O (aleyhissalâtu vesselâm), hicret yolculuğuna evini kuşatan suikast timinin arasından geçerek çıkar ve bu yolculuğu, ölü ya da diri başına konan yüz deve ödülünü elde etmek için peşine düşen katillerin takibi altında sürdürür. Hayatı tehlike altında olmasına ve her yerde aranmasına rağmen varlık gayesi olan ilahi hak ve hakikatleri insanlara ulaştırıp onları Cenâb-ı Hak ile buluşturma vazifesini, terk etmez. Yolda karşılaştığı insanlara hal ve hareketleri, muameleleri ve beyanlarıyla İslam’ı anlatır ve onları hak dîne davet eder.

Neticede hem yüz elliyi aşkın insanın gönlüne girer hem de hicretten sonra çok tehlikeli bir güzergâh haline gelecek Mekke Medine arasında kendi adına bölgedeki hareketliliği takip edecek çok sağlam dostlar kazanır. Üstelik yoluna baş koyan ve gönülleri Cenâb-ı Hak ile buluşturmayı ve insanların ebedî hayatlarını kurtarmayı gaye edinen kimselere, en amansız anlarda içeriğini kendilerine örnek alabilecekleri bir aksiyonu da miras bırakır…

Dipnot:

  1. Geniş bilgi için bkz. https://peygamberyolu.com/allah-resulunun-hayatinda-ihtiyat-ve-temkin/
  2. Enfal Sûresi, 8/30
  3. İbn-i Kesîr, Bidâye 4/476; Taberî, Târîh 11/577; İbn-i Hacer, İsâbe 2038
  4. İbn-i Kesîr, Bidâye 4/477, 478; Taberî, Târîh 11/578
  5. İbn-i Kesîr, Bidâye 4/480
  6. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe 108
  7. Bkz. İbn-i Sa’d, Tabakât 4/191
  8. Bkz. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe 108; İbn-i Hacer, İsâbe 141
  9. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 27/238-240 (16691); İbn-i Kesîr, Bidâye 4/484; İbn-i Hacer, İsâbe 569, 570
  10. Bkz. Beyhakî, Delâilu’n-Nübüvve 2/497
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.