Hendek’ten Ayrılış: “Bundan sonra üstümüze gelemeyecekler!” (23 Zilkâde 5 Hicrî)
Allah’ın inayeti, müminlerin sabır ve gayretiyle Ahzâb ordusuna, geldikleri gibi gitmek düşmüştü! Uhud ve Hamrâü’l-Esed’i unutamayan müşrikler, arkadan takip ederler korkusuyla Hâlid İbn Velîd ve Amr İbn Âs kumandasındaki iki yüz kişilik bir süvariyi orada bırakmış ve böylelikle kendilerini bir nebze garanti altına almak istemişlerdi. Sabah olduğunda, karşı tarafta bir tek düşman askeri bile kalmamıştı!
Arkalarından bakarken Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), hamd makamında şunları söyleyecekti:
– O ki, O’ndan başka ilâh yoktur; askerlerini aziz kılmış, kuluna inâyetiyle mukabelede bulunup yardım etmiş ve düşmanlarını hezimete uğratıp Ahzâb’ın da hakkından gelmiştir! Bundan sonra böyle bir şey olmayacaktır; bundan böyle artık, savaş için üstümüze gelenler onlar olmayacak, savaş meydanlarında belirleyici, biz olacağız!
Hendek’ten ayrılırken Ebû Süfyân, Ebû Üsâme el-Cüşemî eliyle Efendimiz’e bir mektup bırakmıştı; şöyle diyordu:
– Lât ve Uzzâ’ya yemin ederek ve Allah’ın adıyla başlarım! Büyük ve kalabalık bir ordu ile üzerine yürüdüm; bir daha Seninle karşılaşmamak üzere ve kökünü kesmek için gelmiştim! Görüyorum ki, bizimle karşılaşmayı istemiyorsun; hendeğin arkasına sığınmışsın! Ancak benimle Senin aranda, kadınların bile boğazlanacağı Uhud gibi bir gün mutlaka olacaktır!
Er meydanında yenilgiye uğrayanın güreşe doymayacağı âşikârdı; bunca hezimete rağmen Ebû Süfyân da, erliğine halel getirmemek için uzaktan meydan okumaya devam ediyor ve kaçarken bile tehdit savurmayı ihmâl etmiyordu.
Mektubu Allah Resûlü’ne Übeyy İbn Ka’b okumuştu; sonuna kadar dinledikten sonra cevaben şunları yazdırdı Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem):
– Sadede gelince; senin mektubun Bana ulaştı. Çokluğuna güvenerek hâlâ gururunun esiri olmaya devam ediyorsun; hâlbuki sözünü ettiğin gibi sen, üzerimize yürürken kökümüzü kazımaktan başka bir şey düşünmüyordun! Oysa ki bu, seninle bizim aramızda Allah’ın takdir edeceği bir meseledir ve Allah (celle celâluhû), afiyeti bizim için takdir etmiştir! Unutma ki Allah, Lât, Uzzâ, İsâf, Nâile ve Hübel’i yerle bir edeceğim günü sana gösterecektir! Bugünden Ben, bunu sana hatırlatıyorum, ey Benî Gâlib’in sefihi!
Demek ki, er meydanlarında kılıcın hakkını vermek gerektiği gibi sair zamanlarda da kalemi konuşturma lüzumu vardı ve Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) de, bunca gelişmeye rağmen hâlâ horozlanan Ebû Süfyân’a ağzının payını veriyor ve bundan sonra başına gelecekleri hatırlatarak aklını başına almasını istiyordu!
Müşrikler geri çekildiğine göre artık Hendek’te kalmanın da bir manası kalmamıştı; bunun için Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem), Medine’ye dönüş emri verdi. Ancak Benî Kurayza’yı düşündüğü için henüz ashâbının yüzünde geri dönüş sevincinin tezahür etmesini istemiyordu; zira onlarla görülecek bir hesap vardı!
Aslı astarı olmayan bahanelerle savaştan kaçan münafıklar ise, hâlâ Ahzâb ordusunun geri çekilmesinden habersizlerdi ve:
– Hâlâ yok olup gitmediler, diyerek mü’minlerin hezimete uğrayacağı haberini almak için sabırsızlıkla bekleşiyorlardı! Efendimiz ve ashâbının, sağ salim olarak geri dönüş haberine en çok üzüleceklerin başında yine onlar, bir de yaptıkları ihanetin neticesi olarak Efendimiz’in üzerlerine yürüyeceğinden şüpheleri olmayan Benî Kurayza vardı. Kendilerine çok umut bağladıkları Ahzâb ordusu da eli boş gittiğine göre şimdi meydanda tek başlarına yapayalnız kalakalmışlardı!
Neredeyse bir aydır devam eden bu savaşın neticesinde sadece üç tane müşrik öldürülmüş ve ashâb-ı kirâmdan da sekiz kişi şehit verilmişti. Bu arada Cibril-i Emîn de gelmiş, âdeta Hendek’i özetler mahiyette her bir grubun iç yüzünü de deşifre ederek baştan beri yaşanılanları anlatıyordu.1