Fethin Mü’minleri

411

Mekke’nin fethedilmesiyle birlikte bazı insanların kalbine de nüfuz edilmiş ve onlar da manevi alandaki büyük fethe mazhar olmuşlardı. Gerçi o gün Mekke’nin neredeyse tamamı gelip Müslüman olmuştu; ancak o gün bazıları vardı ki kimse, onların da gelip Müslüman olabileceğini aklına getiremiyordu. Zira onlar, işin başından beri hayatlarını, hep Allah Resûlü’ne düşmanlık çizgisinde devam ettirmişler ve her fırsatta İslâm’a karşı olan kinlerini açıklamaktan çekinmemişlerdi. Hele bazıları vardı ki onlar, aleyhteki propagandanın merkezinde olan insanlardı ve onların Müslüman olması, karşı düşüncenin tamamen yok olması anlamına geliyordu. Zira bugüne kadar hep bakışlarındaki şartlanmışlık ve ön yargı, gelişlerini engellemiş, haset ve kıskançlıklarından O’nunla birlikte oturup da mesajlarını anlama fırsatı bulamamışlardı. İşte; onlar için fetih, böyle bir zemini oluşturan en önemli dönüm noktasıydı.

Fedâle İbn Umeyr, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Kâbe’yi tavaf ederken suikast kurarak O’nu öldürmek istemişti; Müslüman gibi gözüküyor ve niyetini gizli tutuyordu. Bu iş için tam da Allah Resûlü’ne yaklaştığı sırada Allah Resûlü:

– Sen Fedâle misin, diye seslendi. Sanki ne yapmak istediğini anlamıştı. Mecburen Fedâle:

– Evet, diye cevapladı. Allah Resûlü yeniden sordu:

– Peki, şu anda içinden ne geçiriyor, neyin hesabını yapıyorsun?

Bir anda paniklemişti Fedâle. Öylesine:

– Hiçbir şey, dedi önce. Ancak Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisinden cevap bekliyordu. Bunun üzerine Efendimiz’i başından savmak istercesine:
– Allah’ı zikrediyordum, deyiverdi.

Adamını iyi tanıyan Efendiler Efendisi tebessüm ediyordu; önce:

– Estağfirullah, dedi ve ardından da mübarek elini, Fedâle’nin göğsüne koydu. Herkese nasip olmayacak bir lütuftu bu ve o andan itibaren Fedâle’nin kalbinde çok farklı şeyler yeşermeye başladı. Artık o, Allah Resûlü’ne tuzak kuran Fedâle değil, Efendiler Efendisi’nin sevgisiyle dolu mükemmel bir mü’mindi; kalbinde olumsuzluk adına ne kadar ukde varsa hepsi silinip gitmiş ve yerini, Allah ve Resûlü’nün muhabbeti doldurmuştu.

Efendimiz’in Kâbe’de olduğu bir sırada, kucağında babasıyla birlikte Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) çıkageldi. Saçı sakalı ağarıp beli bükülmüş ve gözleri de görmez olmuş olan Ebû Kuhâfe, oğlunun Allah Resûlü’yle birlikte sekiz yıl sonra yeniden Mekke’ye gelişini büyük bir heyecanla beklemiş ve baba-oğulun yolları Kâbe’de kesişmişti. Bu demler, baba oğulun hasret giderdiği demlerdi ve sevincinden Hz. Ebû Bekir onu kucağına aldığı gibi Allah Resûlü’nün yanına getiriyordu! Onların gelişini gören Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem):

– İhtiyarı evinde bıraksaydın da onu orada ziyaret eden Ben olsaydım ya, diye mukabelede bulundu. Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh):

– Yâ Resûlallah, diyordu. “Sizin onun ayağına gitmenizdense onun sizin ayağınıza gelmesi daha münasiptir!”

Bu sırada Ebû Kuhâfe’yi Allah Resûlü’nün önünde oturtmuştu; Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem), mübarek ellerini yaşlı Ebû Kuhâfe’nin omuzlarına koyacak ve:

– Müslüman ol ki selamete eresin, buyuracaktı. Davet Resûlullah’tan gelince yaşlı Ebû Kuhâfe’ye, bu davete icabet etmek kalmıştı ve orada Müslüman oluverdi! Hz. Ebû Bekir’i de Allah Resûlü’nü de, en az Mekke’nin fethi kadar sevindiren bir manzaraydı bu!1

Bir aralık Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), karşısına aldığı amcası Hz. Abbâs’a:

– Senin kardeşin Ebû Leheb’in oğulları Utbe ve Muattib nerede? Onları göremiyorum, diye soracaktı. Mekke’de iken bunlar, Efendimiz’in damadı idiler. Babaları Ebû Leheb’in ve Mekkelilerin baskısına dayanamayarak ve sırf hicran olsun diye Allah Resûlü’nün kızlarını o gün boşamayı tercih etmişlerdi. Ancak gün, vefa günüydü ve Server-i Kâinat Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), kucağını herkese açtığı gibi o gün Utbe ile Muattıb’a da açıyordu. Hz. Abbâs:

– Bir kenara çekilip de kaçan Mekke müşrikleriyle birlikte onlar da gözden kayboldular, diye cevaplayınca da:

– Onları Bana getir, diyecekti. Belli ki ısrarlıydı ve Hz. Abbâs, atına atladığı gibi yeğenlerinin peşine düşecekti. Nihâyet onları Urne denilen yerde bulup önce Resûlullah’ın kendileri için söylediklerini ilettikten sonra onları İslâm’a davet etti. Beklemedikleri bu civanmertlik karşısında kalpleri yumuşayan iki kardeş, amcalarıyla birlikte şimdi Resûlullah’ın yanına geliyorlardı. Onların gelişini gören Allah Resûlü’nün yüzü yine dolunay misali parlamaya başlamıştı; önce ayağa kalktı ve ayakta karşıladı onları! Ardından da ellerinden tutarak Mültezem’e kadar geldi; ellerini açmış dua ediyordu!

Bir müddet orada kaldıktan sonra geri dönen Allah Resûlü’nün yüzündeki beşaşeti gören Hz. Abbâs:

– Yâ Resûlallah, diyecekti. “Allah (celle celâluhû), sürûrunu daim kılsın! Yüzünde ayrı bir sürûr görüyorum!”

Bunun üzerine Efendiler Efendisi:

– Rabbimden, amcamın şu iki oğlunu Bana bağışlamasını diledim; O da Benim bu dileğime cevap vererek onları Bana bağışladı, buyurdu.

O gün Mekke’den kaçanlar vardı; Abdullah İbn Zib’arâ, İkrime İbn Ebî Cehil, Safvân İbn Ümeyye, Vahşî İbn Harb, Zü’l-Cevşen, Sâib İbn Sayfiyy, Adiyy İbn Hıyâr ve Ukbe İbn Hâris gibi Resûlullah’ın şefkatinden kaçan daha nice isim vardı; ancak hepsi de bir vesileyle gelip o şefkat dolu huzurun önünde hidâyete ermiş ve böylelikle, önceki yanlışlarını telafi edercesine Resûlullah’ın dizinin dibinde teslim olup önlerine yepyeni birer sayfa açmışlardı!

Dipnot:

  1. Daha sonra Efendimiz (s.a.s.), Hz. Ebû Kuhâfe’nin saç ve sakalının rengini değiştirmelerini isteyecek ve bunu yaparken de siyah renkten kaçınmalarını tembih edecek; bunun üzerine de, onun saç ve sakalını kına ile boyayacaklardı. Bu, İslâm’da bir ilki ifade ediyordu. Bkz. İbn Abdilberr, İstîâb, 3/1036 (1773); İbn Hacer, el-İsâbe, 4/453
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.