Efendimiz’in (sas) Yirmi Dört Saati

960

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) 24 saati nasıl değerlendirirdi?

Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalâtu vesselâm) torunları, babaları Hazreti Ali’den naklederek Peygamber Efendimiz’in yirmi dört saatlik bir zaman dilimini nasıl değerlendirdiği hakkında şu bilgileri aktarıyorlar:

– …Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) günlük zamanını üçe taksim ediyordu. Bir kısmını namaz kılmak ve Kur’ân okumak gibi Yüce Allah’a ibâdetle değerlendirirdi. Zamanının diğer
bir kısmında aile fertleri ve ev işleriyle ilgilenirdi; günlük ev işlerini yapar, ev ihtiyaçlarından kendisine düşenleri yerine getirirdi. Zamanının diğer bir bölümünde ise, istirahat
ederdi. Ancak, istirahat zamanını da ikiye böler ve bunun bir kısmında ashâbın ileri gelenlerini huzuruna kabul ederek onlara gerekli bilgileri öğretir, onlar da huzurundan
çıkınca öğrendiklerini ashâbın bütününe öğretirlerdi. Peygamber Efendimiz, kendisine yakınlık ölçüsü olarak ashâbında mal, mülk, para, soy sop gibi şeylere değil, daha çok takvaya (İslâm’ı duyarlılıkla yaşamaya) önem verirdi. Bu münasebetle, kulluk bilincine sahip, ibadet ve taatını yerine getiren, dürüst, güvenilir kimselere (söz ve davranışları itibariyle dinî ölçüye uyanlara) iltifat ederdi.

İhtiyaç sahiplerinden kimileri bir, kimileri ise iki veya daha fazla olan ihtiyaçlarını arz ederlerdi de Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) sonuna kadar onları bıkmadan dinler, onlarla olabildiğince nezaketle ilgilenir ve ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırdı. Kendisine dünya veya ahiretle ilgili bir soru sorulunca, soruyu soranın seviyesini gözeterek onun hayrına olacak cevaplar verirdi. Soru sorana verdiği cevapla onu hayra yöneltirdi. Huzurunda bilgi öğrenenlere, “Benden öğrendiklerinizi burada olmayanlara öğretiniz. Erkek, kadın, köle, cariye kim olursa olsun çeşitli sebeplerden dolayı bana gelip ihtiyaçlarını arz edemeyen kimselerin de ihtiyaçlarını ve isteklerini bana iletiniz. Muhakkak ki, ihtiyacını devlet başkanına (idarî kademelere) arz etmeye gücü yetmeyenlere yardımcı olan kimsenin
ayaklarını Cenâb-ı Hak kıyamet gününde sırat üzerinde kaydırmaz.” diye tembih ederdi.

Huzurunda abes yani, lüzumsuz, faydasız ve gereksiz söz söylenmesine müsaade etmezdi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) dışarıda da tevazuu (alçakgönüllülüğü, gösterişsizliği,
olgunluğu) elden bırakmazdı. Çarşıda, pazarda, sokakta nerede olursa olsun herkese güler yüzle davranır, hâl hatır sorar, tatlı dille hitap ederek insanların gönüllerini alırdı…

Meclisinde, camide, cemaatte, cumada göremediği ashâbının durumlarını derhal soruşturur, başına bir şey gelip gelmediğini öğrenmeye çalışır, görüşebildiklerine ise dinî metanetlerini ve duyarlılıklarını daima kuvvetlendirecek, iyilik ve güzelliklere koşturup, çirkinliklerden
uzaklaştıracak şeyler söylerdi.

Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm), oturmakta olan bir topluluğun arasına geldi mi ısrarla baş köşeye geçmek için özel bir çaba göstermez, bu amaçla hiç kimseye sıkıntı vermez,
topluluğun son kısmında ve boş bulduğu bir yere otururdu. Başkalarına da böyle toplantı ve meclislerde hiçbir şahsa zarar vermeden uygun olan yerlere oturmalarını tavsiye ederdi. Toplantıda bulunanları, durumlarına göre iyilikle anar ve iltifatta bulunurdu. Öyle ki, herkes, onun yanında en çok sevilenin kendisi olduğunu sanırdı. Huzurunda adeta usandıracak kadar çok oturan bir kişinin de haddi aşan bu tutumu karşısında telaş göstermeyip sabreder ve sükûnetle dinleyerek ihtiyacını karşılamaya çalışırdı.

Kendisinden bir şey istenildiği zaman, şayet imkân varsa verir, yoksa tatlı sözlerle o kişinin gönlünü alıp vadederdi. Rasûlullah’ın (aleyhissalâtu vesselâm) şefkati, merhameti, cömertliği,
tevazuu herkesçe bilinmekteydi. Ahaliden herkes, Hz. Peygamber’in (aleyhissalâtu vesselâm) kendisi ile ilgileneceğinden emindi. Bir hakkın dağıtımında -özel bir sebep olmadığı sürece- hiçbir ferdi ötekine tercih etmezdi. Hz. Peygamber’in (aleyhissalâtu vesselâm) meclisi, ilim, hayâ, sabır ve emanet meclisi idi. Orada insanlar edeple otururlar, dikkatle dinlerler ve
birbirine saygı beslerdi. Edebe aykırı bir şekilde yüksek sesle konuşmazlardı. Orada konuşulup orada kalması gereken önemli hususlar dışarıya aktarılmaz ve asla dedikoduculuk
yapılmazdı. Esasen orada hiç kimsenin aleyhine söz söylenmez, hiç kimse töhmet altında tutulmazdı.

Huzurunda bulunanlardan -insanlık hâli- bazı kusurlar meydana gelse, o kusurlar orada kalırdı, yayılmazdı. O’nun meclisine katılanlar, yek dil ve yek ağız kişilerdi. Yani gönüllerindeki davada birleşmiş, konuştukları şeylerde kaynaşmış ve birliğin ahengine ermiş kişilerdi. O’nun topluluğunda tevazu hâkimdi, bunun sonucu olarak yaşlılara hürmet beslenir, küçüklere şefkat gösterilirdi. İlk elde hep birlikte ihtiyaç sahibinin ihtiyacı giderilmeye çalışılırdı. Yani ihtiyaç sahipleri bu açıdan kendileriyle ilgilenilme konusunda ihtiyaç sahibi olmayanlara tercih olunurdu.1

Netice olarak ifade etmek gerekirse, Hz.Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) yirmi dört saat içinde Yüce Allah’a ibadet eder, aile fertleriyle ve ev işleriyle ilgilenir, dinî, dünyevî işleri
düzenler, kamu hizmetlerini îfa eder ve istirahat ederdi. Bu süre içinde her hak sahibine hakkını verir, insanlara tevazu ve nezaketle davranır, toplumsal hizmetleri samimiyet
ve ciddiyet içinde yürütürdü.

Her Müslüman, zaman şuuruna sahip olmalı, vaktin nakit olduğunu fark etmeli, zamanın sınırlı ve sonlu olduğunu düşünmeli, ömrün en değerli sermaye olduğunu anlamalı, her gün, her gece, dinî ve dünyevî görevlerini duyarlılık içinde yapmalıdır.


Yazar: Prof. Dr. Hüseyin Algül/Peygamberimiz’in Şemâili Ahlâk ve Âdâbı (s.a.s.) isimli kitabından alınmıştır.

Dipnot:

  1. Hâce Mehmed Raif Efendi, Muhtasar Şemâil-i Şerif Tercemesi, 230-234.
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.