Efendimiz’in (sas) Sözlü İletişim Üslûbu

682

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bütün insanlığa kıyamete kadar hidayet kaynağı olarak gönderildiği için, her alanda rehber olma durumunda idi. Buna göre O, vaaz ve nasihatlerinde gönüllere nüfûz eden etkili bir vaiz ve hatip, davaları çözerken âdil bir hâkim, düşmanlarıyla savaşırken muzaffer bir kumandan, devlet işlerinde dirayetli bir lider, eğitim ve öğretimde etkili ve müşfik bir muallim, aile içinde iyi bir baba idi. Resûlullah böyle ağır bir misyon yüklenmişti. Bunun için söz ve davranışlarına son derece ehemmiyet veriyor, mesajlarının açık, net, anlaşılır ve etkili olmasına dikkat ediyordu.

Resûlullah, beyanın insanlar üzerinde etkileyici bir güce (sihir) sahip olduğunu belirtmiştir.[1] Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) fesahat[2] ve belağatta[3] Arapların en üstünüydü. O (sallallahu aleyhi ve sellem), şu sözleriyle bunu ifade etmektedir:

“Ben az kelimeyle çok mana ifade etme kabiliyetiyle gönderildim.”[4] ve “Sizin en fesahatliniz benim. Çünkü ben Kureyş’denim ve dilim Sa’d b. Bekr’in (Sa’doğulları kabilesi) dilidir.”[5]

İbnü’l-Esîr (ö. 606/1209), Resûlullah’ın fesahat ve belağatı hakkında şunları söylemektedir:

“Muhakkak ki, Resûlullah lisan bakımından Arapların en fasihi, beyan bakımından en vâzıhı, nutku en tatlı olanı, lafız ve lehçe bakımından en düzgün ve en açık konuşanı, hüccet yönünden en kuvvetlisi, hitâp açısından da en iyi bileni ve en doğru yolu gösterenidir.”

Hz. Ali (radıyallahu anh), Resûlullah’ın, Benû Nehd ile yaptığı konuşmanın çoğunu anlamadığını hayretle ifade etmiş, Resûlullah da “Rabbim bana en güzel bir şekilde dili kullanmayı (edebiyatı) öğretti.[6] ve ben Benû Sa’d kabilesi içinde büyüdüm.” buyurmuştur.

Resûlullah, Arap kabilelerinin lehçelerini iyi bilir ve konuşmalarında her kabilenin anladığı ve bildiği tarzda onlara hitap ederdi. Resûlullah bir hadislerinde “İnsanların idrak ve anlayış seviyelerine uygun bir biçimde onlara konuşmakla emrolundum.” buyurarak bu duruma izah getirmektedir.”[7]

Câhız da (ö. 255/869) Resûlullah’ın sözlerinin edebî niteliği hakkında “lafız azlığı ile mana zenginliği ve anlatım güzelliğini, mehâbetle halâveti birleştirmiş, nâdir kullanılan kelimelerle sokak tabirlerinden ve yapmacıklıktan arınmış bir kelâm…” değerlendirmesinde bulunmaktadır.[8]

Hz. Âişe Vâlidemiz, Ebû Hüreyre’nin Resûlullah’ın hadislerini ara vermeksizin peş peşe sıralamasından rahatsızlık duymuş ve bu durumu Urve b. Zubeyr’e yakınarak anlatmış, ardından Resûl-i Ekrem’in konuşurken sözlerini peş peşe sıralamadığını söylemiştir.[9] İsmailî’de geçen rivâyette ise “O, sözü ayıra ayıra söylerdi, dinleyenlerin gönlüne sinerdi.” Kaydı geçmektedir.[10]

Hz. Âişe (radıyallahu anhâ) bir başka hadiste “Resûlullah bir şey anlatırken bir kişi kelimelerini sayacak olsa, muhakkak sayardı.” demiştir.[11] Resûl-i Ekrem’in konuşması açık seçikti ve herkes kolayca anlardı.[12] O (sallallahu aleyhi ve sellem) konuşurken dikkatlice dinleyenler, sözlerini ezberleyebilirlerdi. Hitap ettiği kimseler az veya çok olsun sâde, zarif, tabiî ve samimi bir üslûp ile konuşmasını yapardı.[13]

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), az sayıdaki uzun süreli konuşmalarından biri olan Veda Hutbesi’nde İslâm’la ilgili birtakım umdeler anlatmıştır. Umdelerin anlatıldığı uzun süreli konuşmalar, genelde sıkıcı olur ve bu tür konuşmalarda dikkatler dağılır. Fakat Resûlullah, uyguladığı birkaç üslûpla (meselâ; tekrar, soru, örnek, belağat) konuşmasına akıcılık kazandırmış ve böylece orada hazır bulunanlar O’nu can kulağıyla dinlenmiştir.

En güzel konuşma üslûbuna sahip olan Resûlullah, öte taraftan “Şüphesiz ki, Allah Teâlâ, sığırın otu yerken ağzında evirip çevirdiği (geviş getirdiği) gibi sözü ağzında evirip çevirerek konuşan kimselere buğz eder.”[14] ve “Güzel sohbet ediyor dedirtmek için uzun uzun konuşanlar, sözünü beğendirmek için avurdunu şişire şişire laf edenler ve bilgiçlik etmek için lügat paralayanlar ise en sevmediğim ve kıyamet günü bana en uzak mesafede bulunacak kimselerdir”[15] buyurarak hoş karşılanmayacak bir üslûpla konuşanları yermiş, daha süslü söz söylemek maksadıyla mübalağaya başvurmanın şeytandan olduğunu belirtmiştir.[16]

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), insanlarla iletişime girmeden önce selâm verirdi. Selâm, insanlar arasında hürmet ve muhabbet vasıtalarından biri olup dünya ve ahiret sıkıntılarından kurtulmak, esenliğe kavuşmak, barış ve selâmet manalarına gelmektedir.[17] Bir kimseye “Selâmün aleyküm” dediğimizde, o kimse için “Kurtuluş, selâmet senin üzerine olsun, barışla, esenlikle seni karşılıyorum, benden sana bir zarar gelmez.” demiş olmaktayız. Bu niyetle selâm vererek konuşmaya başlamak, etkili ve faydalı bir iletişim için iyi bir başlangıç demektir.

Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir işi size haber vereyim mi: Aranızda selâmı yayınız.”[18] buyurarak selâmın önemini vurgulamaktadır. Hadisin ifade ettiği manaya göre insanların birbirini sevmesi, aralarında iletişim kurmalarına bağlıdır. İletişimin ilk adımı da selamdır.

Bir meclise girerken ve çıkarken,[19] bir mü’minle karşılaşınca “Selâmün aleyküm” demek sünnettir.[20] Resûlullah yolda giderken karşılaştığı erkek, kadın, çocuk herkese selâm verirdi.[21] Bir yerde müslüman, münafık ve kâfirlerin topluca oturduklarını gördü ve hepsine birden selâm verdi.[22]

Yahudiler Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) “Ölüm senin üzerine olsun!” diye selâm verdiklerinde O, karşılık olarak “Ölüm sizin de üzerinize olsun!” değil de, sadece “Sizin de üzerinize olsun.” manasında “ve aleyküm”[23] demek suretiyle peygamber nezaketine uygun bir davranış sergilemiştir. Yine Resûlullah, ashâbına da, Yahudiler bu kelimelerle selâm verirlerse “ve aleyküm” diyerek karşılık vermelerini tavsiye etmiştir.[24]
Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) diplomatik mektuplarına da selâmla başlamıştır. Roma kralı Hirakl’a yazdığı mektubunun başında “Selâm, hidayete tabi olanların üzerine olsun.” ibaresi vardır.[25]

Resûl-i Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve sellem) selâmlaşmada kullandığı tabirlerden biri de “merhaba” idi.[26] Merhaba, “rhb” kökünden gelmiş olup geniş, ferah olmak manalarına gelmektedir.[27] Merhaba, dilimizde “hoş geldin, safâ geldin” manasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ; “Bir meclise giren kimsede korku ve endişe bulunur. Siz böyle bir kimseyi (korku ve endişelerden uzaklaştırmak ve rahatlatmak için) “Merhaba!” diyerek karşılayınız”[28] buyurmuştur. Resûlullah Abd-i Kays heyeti geldiğinde onlara kimlerden olduklarını sordu. Onlar, Rabia Kabilesi’nden olduklarını söylediler. Bunun üzerine Resûlullah onları “Merhaba, hoş geldiniz, Allah sizleri utandırmasın, pişman etmesin.”[29] diyerek karşılamıştır.


Dipnotlar
1 Buhârî, Tıb, 51, Nikah, 47; İmam Mâlik, Kelâm, 7; Tirmizî, Birr, 81; Ebû Dâvûd, Edeb, 87.
2 Fesahat: kelime manası, açık olmak, ortaya çıkmak demektir. Istılahta ise, kelimedeki harflerin dile ağırlık vermemesi, mananın açık olması, sözün gramer kaidelerine uygun olması demektir. Dölek, Hadislerde Teşbih ve Temsiller, s. 23; Cârim ve Emin, el-Belâğatü’lvâdıha, s. 5.
3 Belağat: kelime manası, ulaşmak, bir şeyin son noktasına varmak, olgunlaşmak, ergenlik çağına girmek demektir. Istılahta ise sözün fasih olmasıyla birlikte muhatapların durumuna göre (muktezây-ı hâle mutâbık) söz söylemektir. Dölek, a.g.e., s. 23-24; Cârim ve Emin, a.g.e., s. 8.
4 Buhârî, Cihad, 122, Ta‘bir, 22, İ‘tisam, 1; Müslim, Mesâcid, 5-8, Eşribe, 71.
5 İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 93.
6 Türkçe’de yaygın olarak “Beni Rabbim en güzel surette terbiye etti.” diye tercüme edilen bu hadisi, Hz. Ali’nin sorusuna ve İbn Esîr’in konuyu ele alış tarzına dayanarak “Rabbim bana en güzel bir şekilde dili kullanmayı (edebiyatı) öğretti.” diye tercüme etmeyi uygun bulduk. Bu hususla ilgili olarak ayrıca bkz. Durmuş, “Muhammed (Hitabet ve Fesahati)”, DİA, XXX, 429.
7 İbnü’l-Esîr Mecdüddîn, en-Nihâye, I, 4.
8 Câhız, el-Beyân ve’t-tebyîn, II, 244-250.
9 Buhârî, Menâkıp, 23; Ebû Dâvûd, İlim, 7.
10 Aynî, Umdetü’l-kârî, XVI, 161.
11 Buhârî, Menâkıp, 23.
12 Ebû Dâvûd, Edeb, 18.
13 Algül, Peygamberimizin Şemâili, s. 42.
14 Ebû Dâvûd, Edeb, 86.
15 Tirmizî, Birr, 71.
16 Buhârî, el-Edebü’l-müfred, s. 237, (Bab: Kesratü’l-kelâm).
17 Canan, Hadis Ansiklopedisi, IX, 399-400.
18 Müslim, İman, 93.
19 Ebû Dâvûd, Edeb, 138-139.
20 Ebû Dâvûd, Edeb, 134-135.
21 Ebû Dâvûd, Edeb, 135-136, 136.
22 Buhârî, İsti’zân, 20.
23 Buhârî, Cihad, 98, Edeb, 35.
24 Buhârî, İsti’zân, 22, İstitâbetü’l-mürteddîn, 4.
25 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 6, Cihad, 102, İsti’zân, 24.
26 Buhârî, Edeb, 98.
27 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arap, “rhb” md., (I, 414).
28 Deylemî, Firdevs, II, 28.
29 Buhârî, İman, 40, Edeb, 98.

Yrd. Doç. Dr. Yusuf Güneş/Peygamber Ölçülerinde İletişim Ahlâkı kitabından alınmıştır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.