Ebvâ/Veddân Seferi (1 Safer Hicrî 2. Yıl)
Allah’a kulluklarını, en temel insanî hak ve hürriyetlerini Mekke’de yaşama imkânı bulamayan Müslümanlar, gördükleri ağır zulüm ve baskı üzerine memleketlerini terk edip Medine’ye yerleşmişlerdi. Efendimiz’in (aleyhissalâtu vesselâm) rehberliğinde yeni bir medine ve medeniyet inşası başlatmış ve emin adımlarla ilerliyorlardı.
Hayır, hikmet ve hukuk dolu hamleler, kısa zamanda etkisini göstermiş ve Yesrib her köşesine huzur havasının hâkim olduğu bir havzaya dönüşmüştü. Yalnız bütün bunlar, Mekkelilerin hazımsızlığını daha da artırmıştı. Gözleri, kin ve nefretin etkisiyle Müslümanları yok etmekten başka bir şey görmüyor; sürekli Medine’ye tehdit içerikli mesajlar gönderiyorlardı. Medine’deki gruplardan Müslümanları şehirlerinden çıkartmalarını aksi takdirde yaşanacaklara onların da muhatap olacaklarını söylüyorlardı.
Olup bitenleri yakından takip eden ve anbean haberdar olan Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) hemen devreye giriyor ve tehlikenin önünü daha ortaya çıkmadan alıyordu. Fakat Mekkelilerin veya onların kışkırttığı kabilelerin her an ani bir saldırı düzenleme ihtimali uykuları kaçırıyordu. Bu duruma bir çare arayan Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm), bir taraftan kritik yerlere güvenlik devriyeleri göndermeye diğer taraftan komşu kabilelerle temas kurup onlarla güvenlik ve saldırmazlık anlaşmaları yapmaya karar verdi. Amaç Medine’deki sulh havasını korumak ve bunu dalga dalga etrafa yaymaktı. Zira cihanda sulh olmadan yurtta sulhun sabitkadem olması çok zordu.
Bu maksatla ilk seferini annesinin de kabrinin bulunduğu Ebvâ tarafına yaptı. Ebvâ coğrafi konum olarak Mekke-Medine yolu üzerinde, Herşâ, Furu’ ve Cuhfe yakınlarında kritik bir mevki ve önemli bir kavşaktı. Buraya en yakın yerleşim yeri sekiz mil mesafedeki Veddân’dı. Veddân, Kinâne kabilesine mensup Damra oğullarının yurduydu. Mekke kaynaklı askerî hareketliliği izleme ve erken haber alma adına en kritik mevki idi. Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm), onlarla stratejik dostluk kurmak ve karşılıklı iyi ilişkiler geliştirmek istiyordu. Üstelik bu çerçevede oluşan zemin, muhtaç sineleri İslam’a davet etmek için de değerlendirilebilirdi.
O gün itibarıyla Benî Damra’nın lider olarak başlarında Mahşi İbn-i Amr bulunuyordu. Mahşi ile Ebvâ’da buluşan Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm), kendisine karşılıklı çarpışmama, birbirine saldırmak için askeri yığınak yapmama ve bir saldırı durumunda düşmana yardımcı olmama hususlarında anlaşmayı teklif etti.
Dünden bugüne huzur ve güvenlik herkesin ortak kaygısıydı ve güvenilir müttefikler bulmak hayati bir ihtiyaç gibi duruyordu. Mahşi, Allah Resûlü’nden (aleyhissalâtu vesselâm) gelen bu açık ve net teklife hiç tereddüt etmeksizin ve Mekkelilerin haber aldığında vereceği tepkiyi de hesaba katarak evet dedi. Zira Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) duruşuyla muhatabına her türlü tehlikeyi ve tehdidi göz önüne alabilecek bir güven telkin ediyordu.
Mahşi’nin evet demesiyle metne dökülen anlaşmanın içeriği şu şekildeydi:
“Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu Allah’ın Resûlü Muhammed’in Benî Damrâ için kaleme aldığı yazıdır: Onların malları ve canları emniyettedir. İslâm’a karşı çarpışmadıkça, düşmanların baskınına karşı Medine’den yardım görecekler ve Peygamber’in onlara olan bu yardımı deniz bir kıl parçasını ıslatabilecek suya sahip olduğu sürece devam edecektir. Bir tehlike anında Peygamber onları kendisine yardıma çağırdığı zaman da onlar bu davete icabet edeceklerdir. Bu onlara Allah’ın ve Resûlü’nün bir ahdi ve emânıdır. Yardım, onların iyilik eden ve kötülüklerden kaçınanlarına mahsustur.”
İçeriğe konu olan hususlar, Efendimiz’in (aleyhissalâtu vesselâm) çevresini de barış iklimini dâhil etme hassasiyetini hissettirir mahiyettedir ki böylesi anlaşmalar, O’nun için en büyük fetihtir. İlk seferinde barış, huzur ve güvenlik adına böylesi büyük bir kazanım elde eden birlik, on beş gece süren ayrılıktan sonra hiçbir sıkıntı yaşamaksızın ve hiç kimseye bir sıkıntı vermeksizin Medine’ye geri dönmüştü.