Çocukları Yalan Söyleme Alışkanlığından Kurtarmanın Yolları (1)

959

Yalandan koruma adına ortaya konulan bütün çabalara rağmen çocuklar, bir şekilde bir yerden yalana bulaşabilir hatta zamanla yalan söylemeyi huy haline de getirebilirler. Bu sonuç, genellikle ebeveynlerin ve çevrenin, onların hataları karşısında gösterdiği tepkilerle de doğru orantılıdır. Zira çocuklar, başta anne-baba olmak üzere muhataplarının muhtemel öfkelerinden ve cezalandırmalarından korunmak için kendilerini yalan söyleme mecburiyetinde hissederler. Dolayısıyla yalan problemi olan çocuklara, sözlü, fiili şiddet ya da ceza ile yaklaşarak onları yalana teşvik yerine dürüstlüğü ölçü yapmalarına yardımcı olunmalıdır. Yanlış değil doğru davranışları kazanmaları için onlara yol gösterilmelidir.

Hilim ve Sukûnet Muhafaza Edilmelidir

Anne/baba, çocuk, yanlış bir iş yaptığında ya da hatalı bir davranışta bulunduğunda ona kızıp öfkeyle bağırmamalı; onu, tedirgin etmemelidir. Zira ebeveyninin bu huyunu bilen bir çocuk, kendini güvende hissetmez ve gerektiğinde korunma ve savunma adına yalana tevessül eder. Çoğu zaman anne ve baba, bunu, çocuğunu koruma niyetiyle yapar fakat dışa vurulan öfkede, sevgi ve şefkat değil şiddet ve nefret vardır. Bir anne/baba tabiatıyla çocuğuna şiddet uygulamak istemez ya da ondan nefret etmez ancak kusulan öfkeler, içinde bunları barındırdığından tam aksine bir netice verir; çocuklar bundan bir ders çıkarmadığı gibi ebeveyninden ve dürüstlükten korkup uzaklaşır. Onun için yalanın tedavisinde öfkenin ve şiddetin olumlu herhangi bir katkısı yoktur.

Bunun yerine, akıl, mantık, teenni ve basiretle hareket edilmesi her zaman daha isabetlidir. Allah Resûlü’nün beyanıyla, “Teenniyle hareket etmek Allah’tan, aceleyle hareket etmek şeytandandır…”1 Bu şekilde itidal ile hareket edildiğinde öfke, ses tonu, jest ve mimiklere kadar her şeye hâkim olunacak, iletişim kanalı açık kalacak ve çocukla tam bir sükûnet içinde konuşma imkanına kavuşulacaktır. Böyle bir ortamda hem onlar kendilerini rahat ifade edebilecek hem de yalanlarına/yanlışlarına rağmen ebeveyn tarafından karşılıksız sevildiğinin ve kendisine şefkatle yardımcı olunmaya çalışıldığının farkına varacaklardır. His ve duyguların değil akıl, mantık ve merhametin hâkim olduğu bu ortamda artık yapılması gerekenler birlikte düşünülüp konuşulacak, böylece karşı tarafı içine düştüğü yanlıştan kurtarma imkânı kendiliğinden doğacaktır. Aksi takdirde doğru zaman kaçırılmış olacak ve çocuklara rehberlik yapma ihtimali tamamen kaybedilecektir.

Yanlış istek ve davranışlar karşısında sukûnetini koruma mevzuunda Allah Resûlü’nün hayatında bir çok örnek göstermek mümkündür. Mesela Kureyşli müşriklerden Umeyr İbn-i Vehb’in oğlu Vehb, Bedir savaşında esir düşmüştü. Hem Bedir’in yenilgisi hem de oğlunun esir düşmesinin hüznüyle Hicr’e gelmiş ve orada Safvan İbn-i Ümeyye ile karşılaşmıştı. Bedir’de yaşanılanları konuşurken ‘borçları ve ailesinin kimsesiz kalması olmasa, Muhammed’e suikast düzenlemek istediğini” söyleyince Safvan, hem borçlarını hem de kendisine bir şey olursa ailesinin bakım görümünü üzerine alacağını belirtmişti. Derken anlaşmış ve Peygamberimizin canına kastetmek üzere Medine’ye gelmişti. Umeyr’in kılıcını kuşanmış bir şekilde Medine’ye girmesi, Hz. Ömer’in dikkatinden kaçmamış ve hemen Efendimiz’e haber vermişti. Bunun üzerine Allah Resûlü, gayet sakin bir şekilde “Onu, yanıma getirin!” buyurmuştu. Fakat Hz. Ömer, Umeyr’e güvenmiyordu. Yanındaki sahabîlerden Peygamber Efendimiz’i korumak içinde mescitte yer almalarını istemişti.   

Umeyr, Efendimiz’in yanına gelince “Hayırlı sabahlar!” diye selam vermişti. Allah Resûlü de “Ey Umeyr! Allah senin cahiliye selamın yerine bize ehl-i cennetin selamını lutfetti. Asıl sen, niçin geldin onu söyle!” buyurdu. O da “Esir düşen oğlumu kurtarmaya geldim. Sizin esirlerinizden birine karşılık onu bana verin.” deyince Efendimiz, “Peki o zaman. Üzerinde niçin kılıç var.” diye sordu.  Umeyr, “Lanet olsun ona! O bizim Bedir’de işimize yaramadı ki! Gelirken onu bırakmayı unuttum!” Onun bu cevabı üzerine Allah Resûlü, sakin bir şekilde konuşmasını sürdürdü ve kendisine, “Bana doğruyu söyle! Sen, asıl niye geldin!” 

Umeyr, tekrar “Esirim için geldim!” dese de Allah Resûlü, kendisine inanmadı ve “Hicr’de Safvan İbn-i Umeyye ile ne konuşup anlaştınız!” buyurdu. Bunun üzerine korkmaya başlayan Umeyr, “Bir şey konuşup anlaşmadık!” dedi. Allah Resûlü, “Beni öldürmen karşılığında ‘borcunu ödeyeceği ve ailenin nafakasını karşılayacağı’ hususunda anlaşmadınız mı?” diye sordu. Artık Umeyr’in diyecek hiçbir şeyi kalmamıştı. Bunun üzerine, “Biz Safvan ile bunu Hicr’de konuşup anlaşırken yanımızda kimse yoktu.” diyen Umeyr, kelime-i şahadet getirdi ve Müslüman oldu.2 Allah Resûlü’nün, kendisini öldürmeye gelen ve yalan konuşan Umeyr karşısındaki sakin hali, sağduyusu ve samimiyeti onu can evinden vurmuş ve Umeyr, doğruluk dini İslam’ın içerisindeki yerini almıştı. 

Çocuklar, Korkutulmamalıdır!

Bir çocuk yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmişse bunun sebeplerinden biri korkudur. Zira çoğu anne ve baba, dayak ve cezalandırma yöntemiyle yalan sorununun üstesinden geleceğini zanneder ve çocuğunu tehdit eder, korkutur. Halbuki her iki yöntem de bu problemi çözmez bilakis kendisini bir şekilde korumak isteyen çocuğu yalana iter. Hatta “Doğru söylersen ceza vermeyeceğim ya da dövmeyeceğim.” diye tehdit edilen çocuk da büyük bir ihtimalle yalana sığınır. Zira doğru söylediğinde cezalandırılmama ya da dayak yememe garantisi çoğu zaman ona yeterli güveni vermez. Bu durumda köşeye sıkıştırılan ve kendisini güvende görmeyen çocuk, çareyi doğrulukta değil yalanda aramaya başlar. Dolayısıyla çoğu zaman çocukları yalana iten, büyüklerin yanlış yaklaşım ve davranışlarıdır. Kaldı ki kendisine böyle bir söz verildiği halde kızılan ve dövülen çocuklarda, yalan söyleme alışkanlığı daha da pekişir.

Aslında bu durumda çözüm korku ve tehditte değil yine sevgi, şefkat ve merhametle yaklaşmaktadır. Zira tehdit ve şiddetin çözüm üretemediği yerde sevgi ve şefkat kalıcı bir çözüm getirecektir. Bu konuda on yıl Allah Resûlü’nün hizmetinde bulunan Hz. Enes İbn-i Malik‘in, anlattıkları çok manidardır. “Peygamber Efendimiz, bir gün beni, bir işi için bir yere göndermek istedi. Ben, dediği yere gitmek için Efendimiz’in yanından çıktım. Sokakta oynayan çocukları görünce onlarla oyuna daldım. Aradan epey zaman geçmişti ki Peygamberimizin ensemden beni tuttuğunu gördüm. Bana gülümseyerek, şefkatle şöyle sordu: ‘Ey Enescik! Gönderdiğim yere gittin mi?’ Bunun üzerine ben de ‘Gidiyordum, ya Resûlallah!’ diye karşılık verdim.”

Görüldüğü gibi Efendimiz, oyuna dalıp, kendisine söylediği işi henüz yapmayan hizmetçisine kızmıyor, onu korkutmuyor ve tehdit etmiyor bilakis ona sevgi ve şefkatle yaklaşarak tekrar işine yönlendiriyor. Bundan dolayıdır ki Hz. Enes, Efendimiz’in bu örnek ahlakını dile getirirken şöyle buyurur: “Resûlüllah’a toplam on yıl hizmet ettim. Tabii ki her işim onun arzu ettiği gibi mükemmel olmuyordu. Fakat O, hiçbir zaman bana, yaptığım bir iş için, ‘Bunu, niye böyle yaptın?’ ya da yapmadığım bir iş için de, ‘Niye şöyle yapmadın’ diye çıkışmadı. Resûlüllah, beni ne dövdü ne bana kötü bir söz söyledi ne de ayıpladı. Hatta bir kere bile öf demedi.”3  

Dolayısıyla “Yalan söyledi.” diye korkutulan ve cezalandırılan ya da “Bana niye yalan söylüyorsun! Çabuk doğruyu söyle. Yoksa!!” diye tehditle sıkıştırılan çocuklar, yalanın kucağına itilir. Bunun yerine kendisine sevgi cümleleri ve şefkatli davranışlarla yaklaşılan çocuklar ise güven hisseder, özür diler ve doğruyu söylerler.  Şefkatle sarmalandığını gören bu çocuklar, yalana değil her zaman anne-babaya sığınmayı öğrenirler.  

Çocuklara Önyargılarla Yaklaşılmamalı

Çocuk eğitiminin önündeki en büyük engellerden birisi de anne-babaların ve öğretmenlerin önyargılarıdır. Bir anne-baba, yalan söyleme alışkanlığı olan çocuğuna, “Bu çocuk adam olmayacak! Bu, bana yine doğruyu söylemeyecek! Bu tam bir profesyonel yalancı olmuş! Bu çocuk iflah olmaz!” vb. gibi hem suçlayıcı hem de dışlayıcı önyargılarla yaklaştığında asla ona yardımcı olamaz. Bilakis bu bakış açısı ebeveynin bakışlarına, yüz ifadelerine ve sözlerine yansıyacağından bunu gören çocuk, onlara güvenemez ve doğru söylemekten çekinir. Bu durumda çocuk, yaptığı yanlışlar ya da yapmayıp eksik bıraktığı şeyler karşısında anne-babasının, hakkında daima bu şekilde düşüneceğini ve hareket edeceğini varsayarak doğru söylemenin faydasına inanmaz ve konuşmaz. Çareyi içine ve odasına kapanmada ve kendini korumak için daha güçlü yalanlar üretmede görebilir. Böyle bir duruma düşürülen çocuk ya da gençler, zamanla yaşayacakları “güvensizlik” duygusuyla, kendilerini aileden de soyutlayıp yalnızlığı ve hatta yuvadan kaçışı bile çözüm olarak benimseyebilirler.

İster başkaları ister çocuklarımız hakkında olsun, bu tür önyargılarımız aslında suizannın ta kendisidir. Suizan, herhangi bir delil olmadan bir kimse hakkında kötü düşünce ve kanaat sahibi olmaya denilir ki bu davranış, Kur’ân ve Sünnet’te kesin olarak yasaklanmış bir günahtır: 

“Ey iman edenler! Birbiriniz hakkında kötü zandan (tahmini kurgulardan) çok kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır…”4 

Allah Resûlü de “Zandan sakının; zira zan, sözün en yalanıdır…”5 buyurur. İşte hadiste yasaklanan zan, suizandır. 

Hadiste zannın, ‘sözün en yalanı’ (أكذب الحديث) olarak ifade edilmesi, insanın içine gelen zanların aslı ve doğruluğu tam olarak araştırılıp hakkında herhangi sağlam bir delile ulaşılmadan bunun başkalarına söylenemeyeceğini ve zanla karşı tarafı suçlayıcı ve dışlayıcı bir tavır takınılamayacağını açıkça göstermektedir. Dolayısıyla çocuklarının üzerine, “Bu çocuk bana doğru söylemez. Fakat ben onun yalanını ortaya çıkaracağım!” önyargı ve suizannıyla yürüyenler hem kendileri yalana düşer hem de evlatlarını yalan söylemeye iterler. Sonunda böyle bir yaklaşım, çocuğun içine düştüğü yalanlardan kurtulmasına değil bilakis yalan söyleme alışkanlığının pekişmesine sebebiyet verir.

El-hasıl anne babalar, çocukları hakkında önyargıları bir kenara bırakarak, onlara güvenerek ve güven vererek yardımcı olmaya çalışmalı, konuşurken ona güvendiğini kavli ve fiili ifadelerine taşımalıdır. Suizanların yerine hüsnü zan ve güveni koymalıdırlar ki evlatları da onlara güvenip gönlünü açsın, elini uzatsın.

Çocuklara Hatasından Dönebileceği Öğretilmeli

İslam, insan fıtratına en uygun bir dindir. Allah, kullarının hata işleyebileceğini bildirmiş ve onlardan kurtulma yollarını, peygamberleri vasıtasıyla insanlığa öğretmiştir. Bu açıdan çocuk ya da yetişkin kim olursa olsun söylediği yalanlardan ya da yaptığı her çeşit kötülükten kurtulma imkânı kendisine verilmiştir. Bunun tek yolu tövbe etmek yani bir daha o yanlışı işlememeye, Cenâb-ı Hakk’a söz vermektir. Allah Resûlü,

“Ademoğullarının hepsi hata işleyebilir. Fakat hata işleyenlerin en hayırlısı tövbe edenlerdir.”6 

buyurur. Nitekim insan, tövbe ettiğinde yaptığı bütün kötülüklerden de arınma imkanına kavuşur. Allah Resûlü’nün ifadesiyle “..o günahı hiç işlememiş gibi”7 tertemiz hale gelir.

Dolayısıyla çocuklara, melek olmadıkları, bazen bilmeden ya da yanılarak hata işlemiş ya da yalan söylemişlerse ondan tövbe ile vazgeçebilme imkanları olduğu anlatılmalıdır. Hatta bunun Allah’ın hoşuna giden bir davranış olduğu belirtilmeli ve hatasını itirafa ve tövbeye yönlendirilmelidir. Aksi takdirde bir yalanıyla yuvada ya da çevresinde yalancı ilan edilen çocuklar, artık adlarının çıktığını ve bir daha bu tavsiften kurtulamayacaklarını düşünürlerse, yalan kendilerini tamamen esir alacaktır.

Yazar: Dr. Selim Koç

Dipnot:

  1. Tirmizî, Birr 66; Beyhakî, Sünenu’l-KübraX/104 (20270)
  2. İbnu’l-Esîr, Üsdü’l-ğâbe, 966-967 (4098)
  3. Buharî, Edeb 39; Müslüm, Fedâil 13 (2310); Ebu Davud, Edeb 1
  4. Hucurât, 49/12
  5. Ebu Davud, Edeb 56; Buharî, Edeb 58; Müslim, Birr 9 (2563)
  6. Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyamet 49; İbn Mâce, Zühd 30
  7. İbn Mâce, Zühd 30

Yoruma kapalı.