Biri Bin Yapan Değerler
Ömrün hamd, huzur ve ihsan dolu geçmesi, ölümün ötelerdeki rıza yamaçlarına geçiş kapısı olması adına bazı hayati hususlar ve değerler vardır. İman, ahlak, vefa, takva, sevgi, saygı, sadakat, hayır, afiyet ve adalet belki ilk akla gelenler. Onlardan bir tanesi de içine girdiği her şeye ayrı bir derinlik, zenginlik, enginlik ve genişlik katan “bereket”tir. Lügat anlamı itibarıyla eksilmemeyi, bolluğu ve artmayı ifade eden bereket, kula ihsan edilen nimetin sabit tutulması, artırılması, semeresinin sürekli kılınması, bol bol verilmesi ve onunla kulun mutlu kılınması demektir ve mutlak manada kaynağı Allah’tır.
Cenab-ı Hak, Hz. Nuh’a ve gemisindekilere bol bereket takdir etmiş; Mescid-i Aksa’nın çevresini istifadeye açık ruhlar için bereketli kılmış; melekler, Hz. İbrahîm’in (aleyhisselam) ehl-i beyti için bereket talebinde bulunmuş; Efendimiz (aleyhisselatu vesselam), evlenen, çocuğu olan veya yeni bir şey satın alan kimseler için bereket dilemiş ve yaşadığı her günü bereketle doldurmasını Allah’tan istemiştir. Ayrıca müminlerin de bereket bulmaları için birbirlerine dua etmelerini tavsiye etmiştir. Kur’ân, Sünnet ve Selef-i Sâlihîn, Müslümanların bereket üzere bir ömür sürmeleri adına çok sayıda meseleye, meskene ve mesleğe dikkat çekmiş ve onları, biri bin yapan değerler olarak bizlere sunmuştur:
İman
Doğduğu gönlü nuruyla, inkâr, şirk ve nifaka ait kirlerden arındıran, nefsi karanlıklardan kurtaran, manevî ve ruhi aydınlığa çıkaran iman, hiç şüphesiz en büyük bereket vesilesidir. Kul, onunla yaratıcısıyla irtibata geçer, ilahi emir ve nehiylerin muhatabı haline gelir. Oyun ve eğlenceden ibaret olan kısacık dünya hayatı, içi ebedi nimetlerle dolu ahireti netice veren bir zemine dönüşür.
Kul, onsuz en büyük kaybı yaşarken onunla Rabbinin cennetinin, cemalinin ve rızasının ebedi yolcusu olur. Saf ve sade haliyle bile çok şey vaat eden iman, ilim, irfan, marifet, muhabbet ve kesintisiz kullukla insan için tam bir bereket sebebi, terakki kaynağı ve Hakk’a yakınlık rampasıdır: “O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.”1
Kul, yaptığı işlerin ve inşa ettiği şeylerin bereketli olmasını istiyorsa temelini iman ve takva üzerine atmalıdır. Mescid-i Nebevî’nin inşası sırasında yanına gelen bir sahabîye Efendimiz (aleyhisselatu vesselam): “Harcı, imanımla karıyorum!”2 buyurmuş; ihlas ve bereket adına bu hususa dikkat çekmiştir.
Kur’ân-ı Kerim
Cenab-ı Hakk’ın, hayatın bütün ünitelerinde hidayete ve rızaya giden istikamet yollarını tarif etmek, gazaba ve azaba giden dalalet mecralarını sed çekmek için gönderdiği Kur’ân, kendisine iman eden, ayetlerini düşünüp ders ve ibret alan, emir ve nehiylerine uyan kullar için tam bir bereket harmanıdır. O, okunmasıyla tükenmez bir sevap hazinesi, tefekkür edilmesiyle dipsiz bir ilim, irfan ve marifet okyanusu, muhtevasıyla eksiksiz bir yol haritası ve rehberi, ayetleriyle kesintisiz bir hidayet ve şifa membaı, düsturlarıyla tam bir adalet manzumesidir. Kur’ân’ın, indiği kalbi, mümin kalplerin en sevdiği şahsa çevirmesi, nazil olduğu sıradan bir geceyi, bir anda bin aydan daha değerli bir zaman dilimi haline getirmesi; ayı, ayların sultanı seviyesine yükseltmesi, girdiği gönle, yaşanıldığı güne ve ömre, düşünüldüğü zihne ve tilavet edildiği dile kazandıracağı bereketin en sağlam belgesidir.
Cenâb-ı Hak, “Biz sana feyizli ve bereketli bir kitap indirdik ki insanlar onun âyetlerini iyice düşünsünler ve aklı yerinde olanlar ders ve ibret alsınlar.” buyurur ve Kur’ân’ın bu yönüne dikkat çeker.3 Efendimiz’de “İçinde Kur’ân okunan ev, aile fertlerine (okyanuslar kadar) genişler. Melekler oraya iner, şeytanlar ise oradan kaçar. O ev hayır ve bereketle dolar. Kur’ân okunmayan ev, halkına daralır, melekler orayı terk eder, şeytanlar ise oraya musallat olur. O evin hayır ve bereketi kaçar.”4 buyurarak aynı hususa işaret eder.
Kur’ân’ın bu bereketi onun bütününde olduğu gibi parçalarında da mevcuttur. Mesela onun geniş bir özeti mahiyetindeki ikinci sûresi ile alakalı Efendimiz (aleyhisselatu vesselam): “Bakara Sûresi’ni okuyunuz. Onu elde etmek berekettir. Terk etmek ise pişman olunacak büyük bir kayıptır!”5 buyurmuş ve bu hakikate işaret etmiştir.
Allah Resûlü
Efendimiz (aleyhisselatu vesselam) ümmetine bakan tarafıyla tam bir bereket vesilesidir. İsminin anılması, siyeri, sünneti, sözleri ve ashabı başta olmakla O’na ait değerlerle her an irtibat halinde olmak, insanın fâni zamanlarını, baki kazanımların tarlası haline getirecek ve kazanma kuşağının zirvesine çıkaracaktır. Küçücük dünyevi hayaller, bütün insanlığın imanını kurtarmaya dönüşecek; beyhude geçen hayatlar, rıza ufkunun soluklandığı zeminlere çevrilecek; akıl, hafıza, ruh ve vicdan enginlerden daha engin hale gelecektir.
O’na eş olma bahtiyarlığına erişen kadınlar, bir anda bütün müminlerin annesi; arkadaş olma saadetine kavuşanlar ise insanlığın önünde hidayet ve istikamet rehberi olmuşlardır. Gaye-i hayali, O’nun nam-ı celili olan yapılar kıtalara yayılmış, O’nun hayallerinin peşinde koşmayanlar kısa sürede kısır döngüye girmiştir. O, hayattayken girdiği her yere bereket götürdüğü gibi bugün de kendisine yakın duran herkese bereket vaat etmektedir.
Takva
Allah’ın emirlerini hayat felsefesi haline getirip O’nun çizdiği helal dairede hareket etmek ve kâinata koyduğu kanunları dikkate alıp O’nun ahlakıyla ahlaklanmak yani takva yörüngeli bir hayat da muhatabı için nice bolluk ve bereketlere vesile olacak bir kaynaktır. Zira biri bin yapacak İlahi kudret için kulun günahlar karşısında iradesinin hakkını vermesi, isyan denizinin sahiline bile yaklaşmaması, hep rızayı netice verecek amelleri kovalaması, sebeplere riayet edip ilim, araştırma ve çalışmanın hakkını vermesi, hayatına ve hamlelerine bereket ihsanı adına mühim referanslardır. Takvaya sarılıp bütün günahlardan ve tembelliklerden sıyrılmak, semeresi itibarıyla “ânı”, senelere, belki de ebedi sevincin incilerine çevirecektir.
Meşveret
Tabiinden Dahhâk gibi âlimlere göre Allah’ın, fetanet-i a’zâm sahibi Efendimiz’e (aleyhisselatu vesselam) meşvereti emretmesi, neticesi itibarıyla büyük bir bereket vesilesi olması sebebiyledir. Ortak akla müracaatı ifade eden meşveret, aklın yarısıdır ve onsuz iş gören hem işini güdükleştirmiş hem de aklını tam kullanamamıştır. Mesuliyeti yüklenilen meselelerin selameti adına selim akıl sahiplerine söz hakkı vermek, kanaat ve fikirlerine saha açmak çok mühimdir. Meşveret, ortaya konulan gayretin sağlamlığının garantisidir ve istişare eden pişmanlık yaşamaz. İdarede de en güzel misal olan Efendimiz’in (aleyhisselatu vesselam) en mümtaz talebelerinden Hazreti Ömer (radıyallahu anh) ve daha niceleri, meselelerini hep meşveret meclislerinde pişirmişlerdir. Hissilikle ön plana çıkan hanımları da meşveretlerine muhatap kabul etmiş ve hep işlerini bu bereket vesilesinin suyuyla sulamışlardır.
Uhud öncesi Allah Resûlü (aleyhisselatu vesselam) hakkı, halkı ve şehri müdafaa adına Medine’de kalmanın isabetli olacağını ifade etmiştir. Fakat yaptığı şura neticesinde Uhud’a çıkmıştır ki bu istişare, Allah Resulü (aleyhisselatu vesselam) ve İslam toplumu için çok büyük bereketlere vesile olmuştur. Onlardan bir tanesi sağlam bünyenin içerisinde ve onu çürütme potansiyeline sahip büyük bir nifak kitlesinin “bütün olarak” ortaya çıkmasıdır. Böylece hem onların İslam toplumunu ifsat etmelerinin ve hem de farklı tedaviler kullanılarak bu hastalıktan dolayı cehennemin en dibini boylamalarının önü alınmıştır.
Cemaat
Aynı duygu, düşünce ve ideale gönül vermiş insanların birlik ve beraberliği, kolektif hareketi, hedeflerin ve hayallerin ihyası ve inşası adına tam bir bereket vesilesidir.6 Böylesi bir birlikteliğin şuuruna erenler, Allah’ın nihayetsiz rahmet hazinelerinde bulunan değişik nimetleri ihsan ve ikram etmekle her an yanlarında olduğunu hissederler. Cemaat bünyesindeki her fert, bütün adına ayrı bir vazifeyi deruhte eder ki böylece sistem daha sağlıklı ve semereli işler. Diğer taraftan bu ruhun yakalanamadığı yerde, işlerde bir nizam ve intizam olmadığı gibi, çoğu mesele ya havada ya da belli şahısların omuzlarında kalır. İşler ağır aksak yürür ve zamanla bütün bereketi kaybolup gider ki Efendimiz, “Dağınıklık/Ayrılık, azaptır!” buyurur.7
Ümmet-i Muhammed
Efendimizin (aleyhisselatu vesselam) ümmeti de insanlık için büyük bir bereket vesilesidir. Hadis-i şerifte “Ümmetimin hali, Allah’ın semadan indirdiği yağmur gibidir. Bereket onun başında mıdır sonunda mıdır bilinmez!” buyurulur. Bundan dolayı O’nun halkasına dâhil olanlar kendileri için en mümbit bir iklime kavuşmuşlar demektir. Üstelik bereketin, halkanın başında mı yoksa sonunda mı olduğunun bilinmediği bildirilerek herkesin aynı hayırdan ve saadetten istifadesinin yolunun açık olduğu haber verilmiştir. Mümine hususi bir nazar ve bu nazara taalluk eden ikramlar olduğu gibi topyekûn ümmete de bir nazarın ve bu nazara taalluk eden ikramların olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Rıfk
Sosyal bir varlık olan insan, başkalarıyla bir arada yaşamanın beraberinde getirdiği imtihanlara muhatap olur. Çünkü içleri cehalet, kin, kibir, haset, hazımsızlık ve kabalıkla dolu insanların işleri ve davranışları, şiddet ve hiddetle doludur. Böyleleri samimi ve sağlam ruhları bir araya getiremediği gibi bulundukları yerlerdeki birlik ve beraberliği de mahveder. Müminler ise insanlarla muamelelerinde rıfkı esas almalıdır. Yumuşak hal, kal ve tavrı ifade eden rıfk, bir peygamber vasfı olduğu gibi hem şahıs hem de toplum için tam bir bereket vesiledir. Bunu ifade sadedinde Allah Resulü (aleyhisselatu vesselam) “Rıfk, fazlalık ve bereket içerir!”,8 “Rıfk, feyiz ve bereket kaynağıdır…”9 buyurur.
Rıfk, hep iyilik yüklüdür ve her zaman hayır doğurur. Tavır, davranış ve sözlerinde ondan uzak olan, hayırdan mahrum kalır: “Kim rıfktan mahrum olursa her türlü hayırdan da mahrum olur!”10 Allah Resulü, her daim düşmanlıkla oturup kalkan nicelerinin hak yola hidayetine onunla vesile olmuş ve en hayırlı toplumun mayasını onunla karmıştır. Ama diğer taraftan öyleleri de olmuştur ki rıfk yoksunu amelleriyle nice gönülleri kırmış, insanları uğrunda canlar feda edilen yüce duygu ve düşüncelere düşman haline getirmiş, vifak ve ittifakı zedeleyerek vahdet ruhuyla çalışan toplum mekanizmasını paramparça etmiştir.
Şükür
Sahip olduğumuz şeyleri nimet ve bu nimetlerin kaynağını Allah bilmeyi ve bütün nimetleri veriliş gayesi istikametinde kullanmayı ifade eden şükür de inananlar için biri bin yapan bir bereket kaynağıdır. Allah, “…Eğer şükrederseniz, elbette size nimetimi artıracağım…”11 buyurur ve bu hususu açıkça ifade eder. “Allah’a hamd ile başlanmayan her mühim iş, bereketsiz olur.”12 buyuran Efendimiz de işlerimizin bereketli olması için Cenâb-ı Hakk’a hamdetmenin gerekliliğini beyan eder. Nimetlerle şımarmak ve nankörlük ise hasaret ve hüsran sebebi, nimeti ve bereketini alıp götüren bir azap vesilesidir: “Allah (ibret için) bir ülkeyi örnek verdi: Bu ülke güvenli, huzurlu idi; oraya rızık her yerden bolca gelirdi. Sonra onlar Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıklarından ötürü açlık ve korku sıkıntısını tattırdı.”13
Besmele
Her salih amele O’nun zatının ismini anarak başlamayı ifade eden besmele, neticenin selameti ve bereketi adına hayati bir noktada durmaktadır. Zira “Besmele ile başlamayan her iş ebterdir.” Varlık, zahiriyle ve batınıyla O’nundur ve O’nun tasarrufundadır. Varlıktan en semereli şekilde istifade adına besmele parola hükmündedir. O’nun ismini duymadan kendilerinde saklı bulunan cevherlerin kapısını hayra vesile olacak şekilde açmaları zordur. Varlık, sahibini tanımakta, her an hamd ile O’nu anmakta, eteklerinde bulunanı boşaltmak için besmeleyi beklemektedir. Öyle ki yemeğin içindeki her türlü faydanın fazlasıyla yiyene ulaştırılması doğrudan besmeleyle irtibatlıdır. Allah Resulü (aleyhisselatu vesselam), “Yemeği birlikte yemek için toplanınız ve Allah’ın adını anarak başlayınız ki onun içerisindeki şeyler sizin için bereketli olsun” buyurmuş; birlikteliğin ve besmelenin beslediği bereketi bizlere duyurmuştur.
Sayılan hususların yanında Kur’ân ve Sünnet, sahuru, yemeğin öncesinde ve sonrasında elleri yıkamayı, yemek yerken önünden ve kabın kenarından başlayıp bereketin indirildiği orta kısma doğru ilerlemeyi, parmaklara bulaşan parçaları, pak yerlere düşen kısımları temizleyip yemeyi, kendisi için yağmurun ve toprağın seferber kılındığı ekmeğe hürmet etmeyi, yemeği soğuyunca yemeyi, serîd ve hurma gibi yiyecekleri, gıda malzemelerinin ölçülüp tartılmasını, zeytin ağacından hâsıl olan ürünlerin yenilmesini, hem saf haliyle hem de işlenmiş haliyle Allah’ın kullarına bir ihsanı olan sütü, hacamatı, güne erken başlamayı, ticarette şeffaf hareket etmeyi, eve girerken selam vermeyi, büyüklerle oturup kalkmayı, koyun beslemeyi, aksiyon ve hareket için beslenen atların alınlarını, ziraatla meşgul olmayı, kocasına evlenirken kolaylık gösteren ve sonrası itibarıyla meşakkat çıkarmayan kadını, ahiret için yaşarken unutmadığımız dünyanın nasibimize bakan yüzünü, yeni evlilere yapılan duayı, nazar değdirmemek için bereket talebinde bulunmayı, Allah’ın verdiği nimetlere razı olmayı, musafahada bulunmayı, güneşli zeminlerde gölgeye sığınmayı, insanların kendisinden değişik şekillerde istifade edeceği ağaçlar dikmeyi de bereket vesilesi şeyler olarak zikreder.
Netice
İnsan, birçok mesuliyetle kuşatılmıştır. Onun Yaratıcısına, şahsına, aile ve akrabalarına, komşu ve çevresine, milletine ve mefkûresine, insanlığa hatta bütün bir varlığa karşı yerine getirmesi gereken vazifeleri vardır. Bu arada okuyup araştırması, çalışıp kazanması ve daha bir sürü işin peşinden koşması da gerekir. Üstelik bir de önünde her anına ve bütün donanımına hitap eden ve kazanması gereken imtihanları vardır. Sınırlı imkânlarla bütün bunların haklarını yerine getirmesi çok zor gözükmektedir. Öyleyse işlerini her attığı tohumdan yedi başak devşirecek şekilde yapmalı, birini bin edecek kazanç kuşağında dolaşmalı, sahip olduğu bütün imkânlardan en azami derecede istifadenin yollarını bulmalıdır. Bunun da en kestirme yolu her işine Allah’ın bereket ihsan eylemesidir ki onun da celbi adına en mümbit vesileler, Kur’ân ve Sünnet’in dikkat çektiği, yukarıdaki hususlardır.
Dipnot:
- A’râf Sûresi, 7/96
- İbn-i Sa’d, Tabakât 5/421; İbn-i Hacer, İsâbe 1246
- Sâd Sûresi 38/29. Ayrıca bkz. En’âm Sûresi 6/92, 155; Enbiyâ Sûresi 21/50
- Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân 14; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân 1
- Müslim, Müsâfirîn 252; Taberânî, Evsat 1/150, 6/51
- Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 18449; 18450; İbn-i Mâce, Et’ıme 17; Bezzâr, Müsned 3282; Taberânî, Kebîr 21/84, 85
- Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned 18472
- Taberânî, Kebîr 2/348 (2458)
- Taberânî, Evsat 5/57 (4099); Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid 8/19
- Müslim, Birr 75
- Âl-i İmrân Sûresi, 3/144; Zümer Sûresi, 39/7
- İbn-i Mâce, Nikah 19; Ebû Dâvud, Edeb 18
- Nahl Sûresi, 16/112
[…] Kul, onsuz en büyük kaybı yaşarken onunla Rabbinin cennetinin, cemalinin ve rızasının ebedi yolcusu olur. Saf ve sade haliyle bile çok şey vaat eden iman, ilim, irfan, marifet, muhabbet ve kesintisiz kullukla insan için tam bir bereket sebebi, terakki kaynağı ve Hakk’a yakınlık rampasıdır: “O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.”1 […]