Benû Kaynuka’nın Teslim Oluşu (1 Zilkâde 2 Hicrî)
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), on beş gün önce Medine Anayasasını ihlal edip ihanet etmeleri ardından da kendilerine sunulan teklifleri kabul etmeyip meydan okumaları üzerine Benû Kaynuka kalesini kuşatmıştı. Bu süre içinde Allah (celle celâluhû), kalplerine büyük bir korku düşürmüş ve Benû Kaynukâlılar Efendimiz’in vereceği hükmü kabul ettiklerini bildirerek on beş günün sonunda da teslim olmuşlardı.
Artık, Benû Kaynukâ Yahudilerinin eli silah tutan erkekleri esir alınmış ve elleri de bağlanmıştı. Şimdi ise, haklarında verilecek hükmü bekliyorlardı. Haklarında verilecek her türlü hükme razı idiler. Artık tükendiklerini düşünüyorlardı. Hayatlarını ortaya koyarak büyük bir kumar oynamış ve kaybetmişlerdi.
Bu sırada, Benû Kaynukâoğullarının müttefiki olan ve Bedir sonrasında Müslüman olduğunu açıklayan Abdullah İbn-i Übeyy çıkageldi. Aralarındaki ittifakı nazara vererek Efendimiz’den, Benû Kaynukâ Yahudilerine iyi davranmasını ve onları affetmesini istiyordu. Hatta bunun için o kadar ısrar ediyordu ki, Efendimiz’in cevap vermeyişi karşısında küplere biniyor ve istediğini koparabilmek için olmadık yollara başvuruyordu.
Nihâyet elini, Efendimiz’in zırhının cebine sokmuş ve kendine doğru çekmişti. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ellerini çekmesini söyleyecekti. Ancak o, bundan anlayacak gibi gözükmüyordu. İkinci kez seslendi:
– Yazıklar olsun sana! Bırak Beni!
– Vallahi de bırakmam, diyordu. Benim müttefiklerime iyi davranma sözü almadığım sürece bırakmam! Çünkü onlar, üç yüzü zırhlı olmak üzere yedi yüz kişiyle birlikte beni Arap ve Acemlere karşı koruyup onların işini bir günde bitirdiler. Artık ben, arkası kesilmeyecek savaşların sökün etmesinden korkuyorum!
Onun bu hâlini görüp de gerçek niyetinin ne olduğunu bilen bir başka müttefik Ubâde İbn-i Sâbit, Efendimiz’e gelecek ve Benû Kaynukâ ile bütün anlaşmalarına son verdiğini açıklayarak:
– Yâ Resûlallah, diyecekti. Ben artık, sadece Allah ve Resûlu ile mü’minleri dost kabul ediyor ve onun dışındaki –bu kâfirler ve anlaşmaları dâhil– her türlü anlaşmayı bir kenara koyuyorum!
Zaten Cibril-i Emîn’in getirdiği haber de aynı şeyleri tavsiye edecekti. Gelen âyetlerde, mü’minlerin dostunun, ancak mü’minler olabileceğini anlatıyor, başkalarıyla olan münasebetlerde daha duyarlı davranılması gerektiğinin üzerinde duruluyor ve iman adına tavrını belirleyenlerin de bu hareketlerinin karşılığını mutlaka alacakları ifade ediliyordu.1
Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), Benû Kaynukâ Yahudilerine üç gün süre verdi ve bu üç günün sonunda Medine’yi terk etmelerini istedi. Bu kadar isyan ve karşı koyuşa rağmen ne birisinin burnu kanamış ne de esir alınmışlardı. Hâlbuki onlar, bu çıkışlarıyla benzeri sonuçları çoktan hak etmiş ve zaten haklarında böyle bir kararın verileceğini bekliyorlardı.
Dünyalar onların olmuştu; ölüm beklerken hayatlarının yeniden kendilerine bahşedilmiş olmasını büyük bir lütuf olarak değerlendirip hükme itiraz bile etmeden hemen yol hazırlıklarına başladılar. Onların Medine’den ayrılışlarını ashâb adına Ubâde İbn-i Sâmit deruhte ediyordu.
Arkalarında bol miktarda silah bırakmışlardı ve bunlar da ashâb arasında ganimet malı olarak dağıtıldı. Benû kaynukâlıların geride kalan mallarıyla ilgili olarak da Muhammed İbn Mesleme görevlendirilmişti.