Benî Lihyân Gazvesi
Kur’ân öğretmek için yola çıktıkları sırada kendilerine Beni Lihyanlılar Beni Hüzeylliler tarafından tuzak kurularak şehit edilen Âsım İbn Sâbit ve Hubeyb İbn Adîy gibi ashâb-ı kirâma duyulan üzüntü hâlâ canlı duruyordu; Allah’ın adını anlatmaktan başka hedefleri olmayan bu insanlara tuzak kurulmuş ve hunharca hayatlarına kastedilmişti.
Hak ve adaletin yerini bulması gerekiyordu; zira Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), sadece insanların kalbine hitap eden bir lider değil, aynı zamanda dünyevî işleri de organize eden bir otoriteyti. Zulme ‘dur’ denilmezse başka zalimlerin de ortaya çıkması muhtemeldi ve Racî’de onları katleden Benî Lihyân ve Benî Hüzeyl kabilelerinin yaptıkları bu zulmün yerde kalmaması için Allah Resûlü, ashâbından iki yüz kişiyle birlikte Usfân tarafına sefer düzenleyecekti. Gidilecek ve Benî Lihyân’ın durumuna bakılacaktı; şâyet hâlâ kin ve nefretleriyle birlikte hareket ediyorlarsa hadleri bildirilecek, karşı çıkma cesareti bulamazlarsa da en azından İslâm’ın otoritesi kabullendirilerek geri dönülecekti.
Medine’de yine Abdullah İbn Ümmi Mektûm bırakılmıştı, Efendimiz, yine hedefini gizli tutuyordu; onun için Cürüf tarafına yöneldi ve sırasıyla Gurâb, Mahîs, Betrâ, Yeyn, Suhayrâtü’s-Sümâm, Seyyâle güzergâhını takip ederek, ashâb-ı kirâmın şehit edildiği Usfân’a beş mil mesafedeki Gurân vadisine geldi.
Resûlullah’ın ashâbıyla birlikte yanı başlarına kadar geldiğini gören Benî Lihyân’ın yapabileceği hiçbir şey yoktu; başlarına nelerin geleceğini anlamış ve bundan sonra Hicaz’da tek otoritenin Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) olduğunu anlamakta gecikmemişlerdi. Yapabilecekleri tek şey vardı ve onlar da çareyi, dağ başlarına kaçmakta buldular.
Burada iki gün kalan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), ortalıkta kimsenin olmaması üzerine ashâbını gruplara ayırdı ve onları farklı istikametlere doğru göndermeye başladı. Seriyyelerin de karşısına çıkan olmamıştı. Ashâbına döndü ve:
– Şâyet biz Usfân’a inersek, Mekkeliler bizim Mekke’ye geldiğimizi sanırlar, buyurdu. Belli ki, buraya kadar gelmişken bir mesaj da Kureyş’e vermek istiyordu.
Daha sonra da, hareket emri vererek ashâbıyla birlikte, ashâbının şehit edildiği Usfân’a yöneldi. Vefa insanıydı ve Usfân’a gelir gelmez, burada şehit edilen ashâbı için dua etmeye başladı; Allah’a yönelmiş, onlar için O’ndan rahmet diliyordu.
Sonra da, Hz. Ebû Bekir’in başkanlığında on kişilik bir süvari birliğini Mekke tarafına gönderdi; durumlarını kontrol ettirecek ve aynı zamanda bu hareketiyle Kureyş üzerindeki baskısını da artırmış olacaktı. Kurâü’l-Gamîm’e kadar gelmişler ve onlar da kimseyle karşılaşmadan geri dönüyorlardı.
Artık maksat hâsıl olmuştu; suçlular, yaptıklarının ağırlık ve pişmanlığı içinde dağlara kaçmak zorunda kalmış, Hicaz’daki hâkimiyetin mü’minlere ait olduğu kesin olarak tescil edilmiş, Allah Resûlü’nün otoritesi de herkes tarafından kabullenilmişti. Artık geri dönülebilirdi ve Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de:
– Bizler, Allah’a dönmeyi ana hedef hâline getirmiş kimseleriz; inşâallah Rabbimize tevbe ile teveccüh eder ve sürekli hamd ile iki büklüm olur, kulluğumuzda sadece O’na yöneliriz. Sefer yorgunluğundan, dönüş üzüntüsünden ve mal mülk ile aile içindeki kötü akıbetten Allah’a sığınırız. Allah’ım! Bizi, mağfiret ve rızana ulaştıracak şekilde selamete ulaştır, diyerek, on dört gündür ayrı kaldığı Medine istikametine doğru hareket etti.
Yazar: Dr. Reşit Haylamaz/EFENDİMİZ isimli kitabından alınmıştır.