Kamu Malı ve Emanete Hıyanet

530

Devlet, millet ve vakıf gibi kamuya ait işleri deruhte etmek için kendilerine vazife tevdi edilen kimseler büyük bir sorumluluk altındadırlar. Zira halkın haklarını koruma ve geliştirme onlara emanet edilmiştir. Tarih boyunca milletleri ve medeniyetleri sosyal ve iktisadî açıdan çöküşe sürükleyen sebepler arasında yöneticilerin idarî ve ekonomik yolsuzlukları; konumlarını kendi menfaatleri istikametinde kullanmaları, yolsuzluğa kapı aralamaları ve yapanları korumaları vs. ilk sıralarda yer alır. Çünkü bu tür hukuksuzluklar, iktisadi büyüme ve kalkınmayı menfi etkiler; gelir dağılımında adaletsizliği artırır ve yoksulluğa sebebiyet verir. Ve bu durum zamanla pek çok sosyal ve ahlakî dejenerasyonu da beraberinde getirir. 

İslam, ister akrabalık ve dostluk bağlarıyla ister kim olduğu önemli olmadan daha çok komisyon verebilecek kimselere tanınan ayrıcalıklar ve ihale yolsuzlukları ile isterse sistematik olarak kamuda gücü elinde tutanların konumlarını kendi menfaatlerine kullanmaları veya hırsızlık şeklinde olsun bütün çeşitleriyle kamu malından aşırmayı reddeder ve yasaklar. Zira hepsinde ortak olan nokta haksız kazançtır. Kur’ân’ın bu husustaki yasağı ise açık ve kesindir: “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda meşru olmayan yollarla yemeyin. Karşılıklı rıza ile yapılan bir ticaret elbette meşrudur…” 

Kur’ân’ın, verdiği bu ilkenin yanında hemen ardından dikkat çektiği ikinci önemli bir nokta da bunun beraberinde getireceği sosyolojik kaos ve kargaşadır: “Sakın haram yiyerek, başkalarının haklarına girerek hem kendinizi hem de birbirinizi (toplumu) öldürmeyin.”1 Ayet-i kerimede “Kendinizi ve birbirinizi öldürmeyin!” emriyle hem canların hem de kamu düzeninin korunması istenir. Zira malların hırsızlık, yolsuzluk, gasp vs. gibi haksız yollardan elde edilip yenilmesi/kullanılması yasaklandıktan sonra “Kendinizi öldürmeyin!” denilmesi açıkça bunu ifade eder. Haksız yere başkalarının mallarını alıp zenginliğine zenginlik katanlar toplumun nizam, asayiş ve emniyetinin altüst olmasına sebebiyet verirler. Bu adaletsizlikler de iç bünyede sosyal kargaşa ve patlamaları tetikler. Kaos ve anarşinin hakim olduğu böyle bir toplumda suçlu suçsuz herkes zarar görür; çalan da seyreden de herkes bedel öder.

İşte Allah Resûlü hem idari mekanizmaların belli ölçüler içerisinde sağlıklı çalışması hem toplum nizamının muhafazası adına mesele üzerinde tahşidat yapar ve mevzuyu ahiretle irtibatlandırır. Hesap günü gelip-çatmadan önce mü’minleri bu konuda şiddetle uyarır; kamu malını çalmanın, haksız yere ondan istifade etmenin ötelerde özellikle ateşe dönüşeceğine dikkat çeker. Samimi Müslümanların bu konuda kaybetmemesi için farklı örnek ve ifadelerle telkinde bulunur. Emîr, âmir, hakim vs. bütün amir, memur ve yetkilileri, cehenneme giden her türlü batıl yol ve vesilelerle mal edinmeye karşı dikkatli olmaya/yaşamaya davet eder. Çok etkili ifadelerle onların kalp ve duygularını harekete geçirir ve her türlü haksız kazancın nasıl bir ateş olduğunu bütün incelikleriyle ruhlarına duyurur: 

İslam’da Milletin Malı, Allah’ın Malıdır 

Allah Resûlü bir hadislerinde milletin ve devletin malını“Allah’ın malı” olarak nitelendirir ve ondan gayr-ı meşru her türlü istifadenin günah ve suç olduğunu veciz bir şekilde beyan eder: “Haksız yere Allah’ın malından istifade eden kimseler, kıyamet günü cehennemi hak ederler.”2 Hadis-i şerifte geçen “Allah’ın malı” kavramı, üzerinde herkesin hakkı bulunan, millete/devlete ait ğanimet ve zekât dahil mali hakları ifade eder. Günümüzde bu “kamu malı” olarak adlandırılmaktadır. Hadiste bu tür haklar “Allah’ın malı” diye nitelendirildiği için İslam hukukçuları bunu “Allah hakları” diye de isimlendirmektedir. Biz bu makalede daha iyi anlaşılsın diye kamu malı ya da hakkı kavramlarını kullanacağız. Allah Resûlü, “Allah’ın malı” deyimiyle aynı zamanda halka ait her türlü malî hak ve hukukun takipçisinin bizatihi Cenab-ı Hak olduğunu ve bu konuda yetkilileri/sorumluları hesaba çekeceğini de açıkça beyan eder.

Burada şu hususu da dile getirmek gerekir ki hadisteki bu hüküm, kamu mallarından her çeşit gayr-ı kanunî kullanım, istifade ve israfı içine aldığı gibi kamuya ait arsaları, arazileri ve maddi-manevî farklı imkanların başkalarına peşkeş çekilmesini de ihtiva eder. Dolayısıyla devletin herhangi bir kurumunda görev yapan kimselerin, hangi şekilde olursa olsun devletin malî imkanlarını kullanarak elde ettikleri kazançlar haramdır ve bunu yapanlar/yiyenler haramzâdedirler. Böyle bir suçun cezası da cehennemdir. Kamunun mallarında bulunan toplumun her bir ferdinin kul haklarını da Allah kıyamet günü yolsuzlardan alıp hak sahiplerine teslim edecektir.   

Kamu Malından Bir İğne Bile Aşırılsa 

Ortaya koyduğu prensiplerle kamu mallarını özel koruma altına alan Allah Resûlü, bu hassasiyetin oluşması için farklı zaman ve vesilelerle bu konuyu sürekli gündeme getirmiştir. Bir mecliste “Kamunun işlerini takip için görevlendirdiğimiz tayin ettiğimiz bir kimse bizden bir iğneyi veya ondan daha küçük bir şeyi de gizlese bu bir hırsızlık/emanete hıyanet olur ve kişi o çaldığı şeyle kıyamet günü huzura getirilir.” buyurur. Efendimiz’in bu nurlu beyanlarından çok etkilenen Ensardan siyahî bir zat ayağa kalkar ve “Ey Allah’ın Resûlü! Benden görevlendirmeni geri alır mısın?” der. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Ne oldu? Niçin böyle bir talepte bulunuyorsun?” diye sorar. Adam, “Senin söylediklerini işitince çok korktum!” diye karşılık verir. Onun bu açıklamasına karşılık Peygamber Efendimiz aynı noktaya tekrar vurguda bulunur: “Evet! Ben o sözü her zaman söylediğim gibi şimdi de söylüyorum. Sizden kimi mâli bir göreve tayin edersek, o malın azını da çoğunu da korusun ve onu hazineye teslim etsin. O, çalışması karşılığında kendisine takdir edileni alsın fakat geri kalanda ise herhangi bir hakkı yoktur.”3   

Görüldüğü üzere Allah Resûlü, devletin herhangi bir dairesinde kendisine vazife verilen kimseleri uyarır ve onlara küçük-büyük, değerli-değersiz, az ya da çok kamuya ait iğneden ipliğe ne varsa muhafaza etmelerini ve asla şahsî menfaatleri istikametinde kullanmamalarını, ondan bir şey almamalarını etkili bir dille anlatır. Aksi takdirde, kamu malından bir iğne bile aşıranın, “ğulûl” yani hırsızlık, yolsuzluk ve hıyanet yapmış olacağını belirtir. Kıyamet gününde, bu kimselerin, hırsızladığı şeyle gelmesi ise şiddetli bir tehdit ve böyle bir büyük günahın karşılığının cehennem olduğunun delillerinden biridir. Nitekim Allah Resûlü hem bu ölçülerin yerleşmesi hem de mü’minlerin ebedi hayatlarını koruması içindir ki devlet memurlarının hediye almasını dahi yasaklamıştır.   

Devlet Memuru Hediye Bile Alamaz!

Allah Resûlü Ezd kabilesinden İbn Lütbiyye’yi, zekat toplamak üzere memur olarak tayin eder ve o, vazifesini yapar ve geri döner. Topladığı zekatı teslim ederken, “Ey Allah’ın Resûlü! Bunlar sizindir, şunlar da bana hediye olarak verilenlerdir.” der. Bunun üzerine Efendimiz “Sen, evinde otursaydın bunlar sana hediye olarak verilir miydi?” diye sorar ve onun böyle bir hakkı olmadığını kendisine anlatır. Olayın hemen akabinde de bir hutbe irad eder ve şöyle buyurur: “Ben birinizi memur olarak görevlendiriyorum. Sonra da geldiğinde bana ‘Bu size ait olandır, bu da bana hediye edilenlerdir.’ diyor. Bu kimse, sözünde doğruysa, annesinin veya babasının evinde otursaydı, kendisine bu hediyeler verilir miydi? Allah’a yemin olsun ki, sizden her kim, devlete ait bir görevi ifa ederken hakkı olmayan bir şeyi alırsa, kıyamet günü onu sırtına yüklenmiş olarak Allah’ın huzuruna çıkar. Bundan dolayı Ben, sizden hanginizin, ilahi huzura, böğüren bir deve veya bir inek ya da meleyen bir koyun yüklenmiş vaziyette mi çıkacağınızı kesinlikle bilemem.” buyurur. Bu sözlerinin ardından ellerini kaldıran  Allah Resûlü, ‘Allah’ım! Tebliğ ettim mi?’ diye Rabbisine iltica eder.”4

Dolayısıyla Allah Resûlü, devlet ve millete ait bir iş için görevlendirilen kimselerin değil sadece yaptığı iş karşılığında menfaat elde etmesini, konumunu kullanarak hediye almasını dahi yasaklamıştır. Zira bu hediyeler konuma verilen hediyeler olduğu için alana caiz olmaz. Kaldı ki memura hediye veren kişi hediyesi karşılığında ödemesi gereken zekat, vergi vs. meblağı tam ödemeyebilir böylelikle bir suçunu, eksiğini kapattırabilir; memuru görevini su-i istimale sevk edebilir. Bu manada hediye almaya açık memur çok kolay satın alınabilir. Kendi menfaati için milletin hak ve hukukunu çiğneyen kimseler de emanette emin olamaz; böylelerine kamu görevi tevdi edilemez. Bu husustaki bir gevşeklik daha büyük kamu zararlarına yol açabilir. Onun için Peygamber Efendimiz bu ifadeleriyle devleti temsil konumunda bulunanları kul haklarına karşı hem dikkate davet etmiş hem de bulunduğu makamı kullanarak insanlardan menfaat celbedenlerin ahirette cezaya çarptırılacaklarını haber vermiştir.

Bir Hırkaya Kaybedilen Şehitlik ve Cennet

Şehitlik ve sıddıkıyet bir mü’minin dünya ve ahirette ulaşabileceği mertebelerin en üstünüdür. Kur’ân, ötelerde manevi derecelendirmeleri sayarken şehitleri, nebîlerin ve sıddıkların ardından sayar.5 Sadık olmayanın İslam davasına sahip çıkma adına canını ortaya koyamayacağı düşünülürse şehitliğin ikinci mertebede olduğu daha iyi anlaşılır. Bunun içindir ki ashab-ı kiram çıktıkları gazvelere bu duygu ve şuurla çıkar ve düşmana karşı korkusuzca çarpışır, aralarında şehit düşenlere de gıpta ile bakarlardı. Zira onlar, Kur’ân’ın şehitler hakkındaki “Allah yolunda öldürülenler hakkında “ölü” demeyin. Bilakis onlar diridirler, fakat siz bunun farkında değilsiniz.”6 ayetini çok iyi biliyor ve fani hayatlarını şehadetle ebedileştirmek ve ötelerde nebilere komşu olmak için can atıyorlardı.

Onun için Hayber’in fethedildiği gün bir grup sahabi Allah Resûlü’nün huzuruna gelmiş ve şehit düşenleri imrenerek isim isim saymaya başlamışlardı: “Falanca şehit oldu, falanca şehit oldu.” Derken şehit düşen bir şahsın yanından geçmiş ve “Ey Allah’ın Resûlü! Falanca da şehit düşmüş!” demişlerdi. Peygamber Efendimiz ise “Hayır! Ben, onu ganimetten çaldığı bir hırka içinde cehennemde gördüm.” buyurmuştu.7 

Allah Resûlü bu nurlu beyanlarıyla kamu malından haksız yere istifade etmenin affedilmeyeceğini ve böyle bir kimse, cephede Allah yolunda öldürülse bile bütün hizmetlerini ve şehitliğini yakacağını, Müslümanlara çok etkili bir şekilde ders verir. Şehitlik büyük bir makam ve günahlara keffaret olduğu halde kamu malına el uzatan kimse, bu günahından dolayı hem o makamı kaybeder hem de devlet malına ihanetin cezası olarak cehenneme atılır. Nitekim bu hassasiyetin tam yerleşmesi adına Allah Resûlü bu olayı vesile kılarak hemen Hz. Ömer’i ve Hz. Ali’yi çağırır ve “İnsanlara, ‘Ancak mü’minler cennete girebilecek!’ diye nida edin!” diye emreder. Onlar da askerler arasında dolaşarak ancak emin insanların cennete girebileceğini nida ederler.8  

Bu hususun bir örneği de Peygamber Efendimiz’in hizmetlileri arasında bulunan Kirkire’dir. Seferlerde yükleme ve taşıma işlerinden sorumlu olan Kirkire,9 Hayber gazvesi dönüşünde istirahat için bir vadiye inildiğinde Efendimiz’in devesinin üzerinden yükleri çözerken kendisine bir ok isabet eder ve orada şehit düşer. Bunun üzerine ashab-ı kiram “Ne mutlu ona! Şehitliği mübarek olsun!” diye dua ederler. Bunu duyan Allah Resûlü ise şöyle buyurur: “Hayır, hayır! Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki Hayber ganimetleri taksim edilirken kendisine düşmediği halde oradan gizlice aldığı bir elbiseden dolayı o cehennemdedir.” 

Bunu işiten insanlar çok ciddi korkar ve orada bulunanlardan birisi bir çift ayakkabı bağcığı getirir ve “Ey Allah’ın Resûlü ben de bir çift ayakkabı bağı bulup önemsememiş almıştım.” der ve onu teslim eder. Allah Resûlü “İster tek isterse çift bağcık olsun her ikisi de ateşten bir bağcıktır.”10 buyurur. Efendimiz’in bu sözleri üzerine Kirkire’nin yükünü araştıran sahabiler Allah Resûlü’nün dediği haksız yere sahiplenilen elbiseyi bulur ve teslim ederler.11

Arkadaşınızın Cenazesini Siz Kılın!

Kamuya ait malların korunması hususunda çok hassasiyet gösteren Allah Resûlü, çeşitli vesilelerle bu mevzuyu dile getirmiş ve ashabını uyarmıştır. Mesela yine Hayber gazvesinde şehit düşen bir Müslümanın cenaze namazı için Resûlüllah’a haber verilmişti. Allah Resûlü “Arkadaşınızın cenazesini siz kılınız!”  buyurdu. Onun bu şekilde söylemesine mana veremeyen halk bir an şaşkınlık yaşamıştı. Durumu fark eden Allah Resûlü, izah ihtiyacı hissetmiş ve cenaze namazını kılmama sebebini şöyle açıklamıştı: “Arkadaşınız, Allah yolunda iken ğanimetten mal aşırdı.” Bunun üzerine şahsın yükünü araştıran yetkililer, değeri iki dirhemi bile bulmayan Hayber yapımı bazı boncuklarla karşılaşmıştı.12 

Allah Resûlü, değeri az da olsa devletin hazinesine ait bir maldan hakkı olmayan birkaç boncuğu alan kimsenin cenaze namazını kılmayarak hem o gün ashabına hem de kıyamete kadar bütün müminlere unutulmayacak bir ders vermişti. Aynı zamanda bu uygulamasıyla kamu malında yolsuzluk yapanların cenaze namazlarının bile kılınma hakkını kaybedeceklerine dikkat çekmişti. Ardından da ellerinde değerli ya da değersiz gördükleri ne varsa getirip görevlilere teslim etmesini istemişti. 

Kamu Malından Aşırmak Mahşerde Utanç Sebebi

Allah Resûlü, Huneyn ğanimetlerinin taksimi öncesinde develerin toplandığı mekana yakın bir yerde namaz kıldırır. Selam verdikten sonra ayağa kalkar ve develerden birinin üzerinden bir tüy alır ve ashabına şöyle seslenir: “Ey insanlar! İşte bu, elde edilen ğanimetten bir tüydür. Ğanimetten gelen iğne ve iplik hatta ondan daha küçük ya da büyük ne varsa onu teslim edin. Çünkü “ğulûl” yani millete/devlete ait mal varlığından bir şey çalmak/gizlemek bir hıyanettir. Böyle bir hiyanet de kıyamet günü sahibine büyük bir ar, zillet ve ateştir.”13 “Ey insanlar! Allah’ın size takdir ettiği beşte dörtlük haktan da bana bu kadarı bile helal olmaz. Bana takdir buyurduğu beşte birin haricinde yine hiçbir şeye el süremem. Kaldı ki ondan ihtiyacım kadarını aldıktan sonra geri kalan da yine İslamî hizmetler ve halkın maslahatı için kullanılacaktır.” 14

Böylece Allah Resûlü, kamuya ait maldan bir şey gizlemeyi ve onu kendi üzerine geçirmeyi yasaklamış ve bunun azı ya da çoğunun arasında fark olmadığını çok veciz bir şekilde ifade etmiştir. Hukukî, dinî ve ahlakî açıdan bu hususa çok önem veren Allah Resûlü bir başka hadislerinde “Kim, şu üç şeyden uzak durarak ölebilirse cennete girer: ‘Kibir, devlet malından aşırma (ğulûl) ve borç.” buyurmuştur.15 Hadisin bir başka rivayetinde ise kibirin yerine Allah Resûlü “Kenzi” zikretmiş ve “Biriktirilmiş ve Allah hakkı ödenmemiş mal varlığından” uzak duran kimsenin de cennete gideceğini belirtmiştir.16

Dolayısıyla devlete ve millete ait işleri görmek için seçilmiş ya da atanmış vazifeli kimseler kamu malında tasarrufta dikkatli olmalı; hakkı olmayan bir kuruşa bile dokunmamalıdır. Hele hele “Bu kadarında bir mahzur olmaz!” diye yorum yapan ve açık kapı arayanlar Allah Resûlü’nün bu beyanları karşısında tir tir titremelidirler. 

Hz. Muaz’ı Geri Çağırdığında Verdiği Son Talimat

Allah Resûlü, Hz. Muaz’ı Yemen genel valisi olarak görevlendirir ve uğurlarken onunla bir müddet yürür. Son anlarını da onu yetiştirme adına değerlendiren Allah Resûlü, birçok tavsiyelerde bulunur. Daha sonra da vedalaşır ve kendisine “Cenab-ı Hak seni önünden, arkandan, sağından, solundan, üstünden ve altından gelecek musibetlerden muhafaza buyursun. İnsanların ve cinlerin şerrini senden uzaklaştırsın.” diye dua eder ve ayrılır. Ancak aradan fazla zaman geçmeden onu tekrar geri çağırtır ve nihai olarak kendisine şu talimatı verir: “Seni niçin geri çağırdığımı biliyor musun? İznim olmadan hakkın olmayan hiçbir şeyi alma, çünkü bu bir hainliktir. Her kim bu dünyada “ğulûl” yaparsa yani hıyanet edip de kamuya ait hasılattan bir şey aşırır, bunu da gizlerse kıyamet gününe o vebalini aldığı şeyler boynuna asılı olarak getirilir. İşte bu ikazımı yapmak için seni çağırmıştım, şimdi gidebilirsin!”17 

Sonuç

İslam’da idareciliğe ve memurluğa talip olunmaz, ancak görev verilmişse bu hukuk çerçevesinde, doğrulukla ve adaletten ayrılmadan yerine getirilir. Vazifeli kimse kendisine yetkili mercilerin tayin ve takdir ettiği meblağın ötesinde konumunu kullanarak herhangi bir şey alma hakkına sahip değildir. Bu hususta “Ben daha çok çalışıyorum, canla başla emek veriyorum. Aslında bana takdir edilen emeğimi karşılamıyor.” vs. gibi şahsî kanaat ve takdirlerle kendisine ilave bir şey devşirmesi yasaktır ve haramdır. En üstteki âmirden en alttaki memura kadar bütün devlet görevlileri millete ait olan devlet mallarını korumalı ve uhdesine emanet edilen nakit, menkul ya da gayr-ı menkul her şeyi kendi ve yakınlarının menfaati istikametinde kullanmaktan/harcamaktan da şiddetle sakınmalıdır.

Yazar: Dr. Selim Koç

Dipnot:

  1. Nisa Sûresi, 4/29
  2. Buhârî, Farzu’l-Humus 7 (3118)
  3. Müslim, İmâre 7/30 (1833); Ebû Dâvud, Akdiyye  5 (3581)
  4. Buharî, Hibe 17 (2597), Eyman 3 (6636), Hiyel 15 (6979); Müslim, İmâret 7/26 (1832)
  5. Bkz. Nisa Sûresi, 4/69
  6. Bakara Sûresi, 2/154
  7. Müslim, İman 48/182; Dârimî, Siyer 48 (2532)
  8. Müslim, İman 48/182 (114)
  9. Rivayetlerde bu şahsın adı Kerkere ve Mida’m olarak da geçmektedir.
  10. Buharî, Meğâzî 38 (4234); Cihad 190 (3074)); Müslim, İman 48/183 (115)
  11. İbn Mâce, Cihad 34 (2849)
  12. Ebû Dâvud, Cihad 143 (2710); Nesâî, Cenâiz 66 (1959); İbn Mâce, Cihad 34 (2848)
  13. İbn Mâce, Cihad 34 (2850)
  14. Nesâî, Kasmu’l-Fey 1 (4138)
  15. Tirmizî, Siyer 21 (1572)
  16. Bkz. Tirmizî, Siyer 21 (1573)
  17. Tirmizi, Ahkam 8 (1335). Ayrıca bkz. Âl-i İmrân Sûresi, 3/161
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.