Nebevî Eğitimin İlkeleri (17): “YAKINLIĞINI DUYUR!”
Eğitim, öğretim ve iletişimde yakın olmanın ve yakınlığını muhataba duyurmanın sözlü ve sözsüz olmak üzere farklı şekilleri vardır. Bu vesileler aslında talim ve terbiye hayatının üzerine kurulu olduğu temel esaslar arasındadır. Zira bir anne babanın, rehberin ya da öğretmenin bu yöntemlere başvurmadan muhatabının duygularına yakınlığını duyurması çok zordur. Allah Resûlü’nün talim ve terbiye metodolojisi içinde “sünnet” olarak yaşanan bu yöntemler, muhatabın kalp ve ruhunun şekillenmesinde önemli dinamiklerdendir.
İsmiyle Hitap Etme
Sözlü yakınlık davranışlarından ilki muhataplara ismiyle hitap etmektir. Tanışma ya da konuşma esnasında muhataba ismiyle hitap edilmesi hem zarafetin hem de ona saygının bir gereğidir. Bu nezaket ve saygı, insana kendisini değerli hissettirir, ikili iletişimi güçlendirir ve ilgili şahısları birbirine yakınlaştırır. Aksi takdirde “Adımı söylemedi zira o bana değer vermez. Hatta o benim adımı bile bilmez/hatırlamaz. Bugüne kadar bir kerecik olsun adımı anmadı; bana ismimle hitap etmedi.” vs. gibi duygu ve düşünceler, iletişim, eğitim ve öğretimi olumsuz etkiler.
Allah Resûlü, yakınlığını duyurma adına ashâbına ya ismiyle ya da sevdiği künyesiyle hitap eder, muhataplarını onurlandırırdı. Ebû Hureyre’nin anlattığı şu hatıra, bunun yüzlerce örneklerinden birisidir: “Mescid-i Nebevî’nin içindeki Suffe mektebinde barınan ve ders gören talebelerin ne malları vardı ne de aileleri. Ben de onlardan biriydim. Bazen açlıktan yüzü koyun yatar ciğerimi yere dayardım. Bazen de midemin üzerine taş bağlardım. Bir gün ashâb-ı kiramın gelip geçtiği yol üzerine oturdum… Derken Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) çıkageldi. Beni görünce gülümsedi ve ‘Ey Ebâ Hirr!’ diye seslendi. “Ya Resûlallah! Buyurunuz emrinize amadeyim!” dedim. “Beni takip et!” buyurdu. Peşinden gittim. Hane-i saadetlerine varınca bir müddet bekleyip kapıyı çaldım. İçeri buyur etti ve ben de girip bir köşeye oturdum. Mutfakta bir tas sütü görünce hanımına ‘Bu süt nereden geldi?’ diye sordu. Annemiz, sütün hediye olarak getirildiğini söyledi. Bunun üzerine bana döndü ve “Ey Ebâ Hirr! Suffe ashâbına git ve onları buraya çağır. Onlar Müslümanların misafirleridir. Ne malları ne de aileleri vardır.” buyurdu. Zaten O’na zekât malları geldiğinde hiçbir şey almaz; Suffe talebelerine gönderirdi. Hediye geldiğinde ise onlara haber gönderir ve gelen hediyelere ortak ederdi.”
Aslında Allah Resûlü’nün bu davranışı da talebelerine ne kadar yakın olduğunun başlı başına bir göstergesidir. Zira O, ilgilendiği ve geleceğe hazırlamak istediği muhataplarının maddi manevi her meselesiyle yakından ilgilenir, gerçekten ‘onların en yakını’ olduğunu ruhlarına hissettirirdi.
Hz. Ebû Hureyre olayın devamını şöyle anlatır: “Suffe ashâbını çağırma fikri hoşuma gitmedi. Onun için yolda giderken kendi kendime şöyle dedim: ‘Bir tas süt, bütün Suffe ashâbına nasıl yetecek? Onlar da gelirse bana ve Resûlüllah’a buradan pay kalmaz ki? Ben açlığımı giderecek kadar ondan kana kana içmek isterdim fakat O’na itaat etmekten başka da çarem yok!’ Bu düşünceler içerisinde ders arkadaşlarımın da yanına varmıştım. Allah Resûlü’nün kendilerini yemeğe davet ettiğini haber verdim. Sonra da birlikte dönüp huzuruna girdik ve oturduk. Efendimiz, bana ‘Ey Ebâ Hirr! Süt tasını al ve herkese ikram et!’ buyurdu. Tası alıp teker teker herkesi dolaştım. Hepsi doyasıya içti ve en son sütü, O’na takdim ettim. O da süt tasını ellerinin arasına aldı ve tebessüm ederek ‘Ey Ebâ Hirr! Şimdi otur ve sen de iç!’ buyurdu. Aldım ve kanasıya içtim. Tası kendisine takdim etmek isteyince “Daha da iç!” buyurdu. İçmeye devam ederken “İç, iç!” diyordu. Sonunda ‘Seni hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki, artık içemeyeceğim; çok doydum!’ dedim. Bunun üzerine tası aldı ve Allah’a hamd ettikten sonra besmele çekerek geriye kalanı da O içti.”1
Örnekte görüldüğü üzere Allah Resûlü, talebesine sevdiği künyesiyle hitap eder ve bununla ona yakınlığını duyurur. Üstelik yakınlığın gereği onun derdiyle ilgilenir ve evine davet ederek ikramda bulunur. Bu davranışıyla O, hem yakınlığın ve İslam kardeşliğinin gereğini yerine getirir hem de talebesini evinde ağırlayarak onurlandırır. Üstelik Allah Resûlü, onun talebe arkadaşlarını da düşünür ve onları da davet ettirerek herkese, talim ve terbiyesiyle muvazzaf olduğu kimselere yakın olma; dertleriyle ilgilenme ve problemlerini çözmede yardımcı olma dersi de verir.
Güzel Davranışları Dua ile Takdir
Muhatapların düşüncelerini ve davranışlarını methederek pekiştirmeye çalışmak da sözel yakınlık davranışlarından birisidir. Her talebenin/çocuğun övülecek bir kabiliyeti/davranışı mutlaka vardır. Anne-baba ve muallimler, yeri ve zamanı geldiğinde bunu görmeli ve takdir fırsatını kaçırmamalıdır. İyi davranışları takdir edilen kimseler, bu muameleden olumlu etkilenir ve motive olurlar. Aynı zamanda bu övgü, onları hem cesaretlendirir hem de iyiliklere yönlendirir.
Allah Resûlü, muhataplarında beğendiği güzel huy ve davranışları, dualarla birlikte takdir eder. Bir gün çocuk yaştaki Amr İbn-i Ahtab’dan su ister. O da bir bardak su getirir ve tam takdim edeceği sırada bardağın kenarında bir saç teli görür. Amr, onu dikkatlice alır ve öyle takdim eder. Suyu alan Allah Resûlü ise onun bu davranışını hem yanağını okşayarak hem de “Allah’ım onu daha da güzelleştir.” diye dua ederek metheder.2
Abdullah İbn-i Abbas ise O’nun kendisine yaptığı medh u senayı şöyle haber verir: “Bir gün Allah Resûlü’nün abdest alması için su hazırladım ve bekledim. Geldiğinde abdest suyunun hazır olduğunu görünce bundan çok memnun oldu ve ‘Bunu kim hazırladı?’ diye sordu. Kendisine “Abdullah hazırladı.” denilince döndü ve ‘Allah’ım! Bu çocuğu dinde fakih kıl.’3 ‘ve ona Kur’ân’ın tevilini/tefsirini öğret!’ diyerek dua etti ve yaptığımı takdir buyurdu.”4
Örneklerde görüldüğü üzere Allah Resûlü, karşılaştığı güzel davranışları ve kendisine duyulan yakınlık ve ilgiyi ve bundan dolayı kendisine yapılan hizmetleri, dualarla takdir eder. Böylece hem muhataplarını ilme, öğrenmeye ve güzel davranışlara motive eder hem de onlara duyduğu bu yakınlıkla, onları hakka yönlendirir ve iyiliğe teşvik eder.
Gıyabında Methetme!
Allah Resûlü’nün, sözel yakınlık uygulamalarından birisi de yetiştirmek istediği kimseleri bazen güzel davranışları ve yaşantılarıyla gıyabında takdir ederek, onlardan beklediği başka bir davranışa vurgu yapmasıdır. Abdullah İbn-i Ömer’in anlattığı şu hatıra konuyu aydınlatma adına önemlidir: “Allah Resûlü döneminde ashâb-ı kiramdan birisi rüya gördüğünde onu gelir ve kendisine anlatırdı. Ben de buna imrenir ve ‘Keşke ben de bir rüya görsem de onu anlatsam.” diye içimden geçirirdim. O dönemler genç ve bekârdım. Bir gün Mescid-i Nebevî’de uyuya kaldım ve bir rüya gördüm. Rüyamda, iki melek beni alıp doğruca cehenneme götürdüler. Cehennem kuyu duvarları gibi taşlarla örülüydü ve iki de direği vardı. Orada bazı tanıdıklarımı da görmüştüm. Bu manzara karşısında ürperdim ve ‘Cehennemden Allah’a sığınırım, cehennemden Allah’a sığınırım!’ diye dua etmeye başladım. Derken bir melek geldi ve bana ‘Korkma, Korkma!’ dedi.”
Hz. Abdullah, kendisini çok etkileyen bu rüyayı gelir ve ablası Hz. Hafsa validemize anlatır. Hz. Hafsa da Allah Resûlü’ne anlatınca şöyle buyurur: “Abdullah ne iyi ne salih bir insan! Keşke geceleri de namaz kılsa.” Allah Resûlü’nün, hakkındaki bu takdirini duyan Hz. Abdullah, o günden sonra gece ibadetlerini daha düzenli ve devamlı hale getirir.5
Hureym el-Esedî’yi de “… Hureym, ne güzel adam!” diyerekgıyabında metheden ve yakınlığını/ilgisini gösteren Allah Resûlü, onda tashih etmek istediği bir hususu ise bu takdirden sonra şöyle dile getirir: “Keşke saçlarını o kadar çok uzatmasa ve bir de elbisesini yerde sürümese!..”6 Hakkında Peygamber Efendimiz’in bu takdir ve taleplerini duyan Hz. Hureym, çok memnun olur ve denilenleri de vakit kaybetmeden yerine getirir.
Allah Resûlü bazen de güzel davranışı takdirle yetinir arkasından bir şey söylemez. Bununla O, mevcut davranışı pekiştirmeye hedefler. Allah Resûlü’nün gıyabında “Ne iyi insan!” diye saydığı pek çok kimse vardır: “… Üseyd İbn-i Hudayr, ne iyi ne güzel insan! Sabit İbn-i Kays İbn-i Şemmas ne iyi insan! Muaz İbn-i Cebel, ne iyi insan! Muaz İbn-i Amr İbni’l-Cemûh ne iyi insan!”7
Yine Hendek savaşı için kazı çalışmaları devam ederken Zeyd İbn-i Sabit de oradadır ve kazılan toprağı hendekten taşınmasında canla-başla çalışır. O gün için Hz. Zeyd, daha on beş yaşında bir gençtir. Onun bu samimi gayretlerine şahit olan Allah Resûlü, “O, ne iyi; ne gayretli bir genç!”8 buyurur; böylece onu ve onun şahsında, çalışan bütün askerlerin güzel davranışlarını takdir eder ve nazara verir.
Allah Resûlü, muhataplarının sahip olduğu güzel hasletleri hem pekiştirme adına onları metheder hem de örnek hayat ve davranışlarına dikkat çeker. Hadis kaynaklarının “Menâkıb ve Fedâilu’s-Sahabe” bölümlerinde bu çerçevede değerlendirilebilecek pek çok örnek vardır. Ashâb-ı kiram bu tür iltifat, takdir ve dualardan son derece memnun ve mutlu olur. Dolayısıyla anne-baba ve muallimler bu sünnetin, eğitim ve öğretimde başarıyı artıran motive edici gücünü yanlarına almayı ihmal etmemelidir.
Hal ve Hatırını Sorma
Sözlü yakınlık davranışlarından birisi de muhatapların hal ve hatırlarını sormaktır. Bu hem insanî hem de İslâmî bir görevdir. Zira talebenin önemli psikolojik bir ihtiyacı da büyükleri tarafından halinin/hatırının sorulmasıdır. Ancak bu, çok kolay ve maliyeti olmayan bir davranış olmasına rağmen eğitim-öğretimde ihmal edilen sünnetlerden birisidir.
Allah Resûlü, bir gün huzuruna gelen talebelerinden Hz. Muaz İbn-i Cebel’in selamını alır ve ardından kendisine “Ey Muaz! Bugün nasıl sabahladın?” diye hatırını sorar. Hz. Muaz “Ey Allah’ın Resûlü! Allah’a hamdolsun! O’na imanla sabahladım.” cevabını verir. Bunun üzerine Efendimiz (aleyhisselatü vesselam) yine yakınlığın bir yansıması olarak kendisine ismiyle hitap eder ve “Ey Muaz! Her sözün doğruluğuna bir delil gerekir. Senin bu sözünün doğruluğuna delilin nedir?” buyurur. O, şöyle cevap verir: “Ey Allah’ın Resûlü! Ben sabah olduğunda, akşama çıkamayacağımı, akşam olduğu zamanda sabaha varamayacağımı düşünürürm. Bir adım attığım zaman, ikinci adımı atamayabileceğimi hesap ederim. Bütün insanların mahşer meydanında toplandığını görür gibi olurum. Onlar nebileri de yanı başlarında dururken kendilerine verilecek kitapları almak üzere çağrılırlar. Bazılarının yanında ise taptıkları putları vardır. Diğer taraftan cehennemdeki insanların çektikleri azabı ve ehl-i cennetin karşılaştıkları sevap ve mükafatları da görür gibiyim.” Bunun üzerine Efendimiz (aleyhissalatü vesselam), “Ey Muaz! Çok iyi ve isabetli düşündün. Böyle düşünmeye ve yaşamaya devam et. Bu çizginden hiç ayrılma!”9 buyurur ve kendisini takdirle birlikte bu muhasebe üzerinde yaşamaya teşvik eder.
Vahiy katiplerinden Hz. Hanzala, bir gün ağlar vaziyette Hz. Ebû Bekir’e uğrar. Hz. Ebû Bekir, “Nasılsın ey Hanzala! Ne oldu neyin var?” diye sorar. O, “Hanzala münafık oldu!” der. Bu cevaba şaşıran Hz. Ebu Bekr, “Subhanallah! Bu nasıl söz öyle? diye tepki verir ve izahını ister. Hz. Hanzala ise içinde bulunduğu durumu şöyle açıklar: “Ey Ebû Bekir! Allah Resûlü’nün yanında olduğumuzda, bize Cennet ve Cehennemi anlattığında çok etkileniyor onları görür gibi oluyoruz. Fakat onun yanından ayrılıp evlerimize ve işimize döndüğümüzde çok şeyi unutup dünyaya dalıyor ve değişiyoruz.” Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, “Vallahi biz de aynıyız. Kalk Resûlüllah’ın huzuruna varıp bunu O’na soralım.” der.
Geldiklerinde Hz. Ebu Bekir, “Ya Resûlellah! Hanzala münafık olmuş.” der. Peygamber Efendimiz hemen Hanzala’ya döner ve kendisine “Sakin ol, Hanzala! Neyin var?” diye sorar. Hanzala iç dünyasında yaşadığı çelişkileri, Hz. Ebu Bekir’e anlattığı gibi O’na da aktarır. Onu dikkatlice dinleyen Rehber-i Ekmel, bunun münafıklık sayılmayacağını bilakis insan tabiatının bir gerçeği olduğunu çok veciz bir şekilde şöyle ifade eder: “Siz, benim huzurumdaki kalbi ve ruhî halinizi kesintisiz olarak devam ettirebilecek olsaydınız, melekler, yollarınızda ve evlerinizde sizinle selamlaşmak ve musafaha yapmak için birbirleriyle yarışırlardı. Lakin ey Hanzala! İşte insan bu! Bazen öyle bazen böyle!”10
Görüldüğü üzere Allah Resûlü çeşitli vesileler ile muhataplarının hal ve hatırını sorar ve ihtiyaçlarına göre açıklamalarda bulunur. Böylece O, hem onlara ne kadar yakın olduğunu, durumlarını yakından gözettiğini hissettirir hem de bu vesileyle onların pek çok sorunlarını çözer.
Memnuniyeti İfade Etme
Talim ve terbiyede sözlü yakınlık davranışlarından biri de muhatabı, ortaya koyduğu güzel ve başarılı bir işi ya da doğru ve isabetli bir görüşü karşısında duyulan memnuniyetini ifade etmektir. Allah Resûlü, Hz. Muaz İbn-i Cebel’i Yemen’e vali olarak uğurlarken kendisine “Sana bir mesele arz edildiğinde nasıl hüküm vereceksin?” diye sorar. Hz. Muaz, “Allah’ın kitabına bakar ve onunla hüküm veririm.” der. “Peki, sana sorulan meselenin cevabı Allah’ın kitabında yoksa ne yaparsın?” buyurur. Hz. Muaz, “O zamanda Resûlüllah’ın sünnetine bakarak hüküm veririm.” diye cevap verir. “Ya sana sorulan meselenin cevabını sünnette bulamazsan ne yaparsın?” diye sorar. Hz. Muaz, kendinden emin bir şekilde “O zaman kendi görüşümle hareket ederim!” karşılığı verir. Talebesinden aldığı bu cevaplardan çok hoşnut olan Rehber-i Ekmel, eliyle onun göğsüne dokunur ve memnuniyetini şöyle ifade eder: “Resûlü’nün elçisini/valisini, O’nun razı olacağı işe muvaffak kılan Allah’a hamdolsun.”11
Örnekte görüldüğü üzere Allah Resûlü, muhatabını yeni vazife mahalline uğurlarken bir müddet onunla yürür ve bununla ona olan sevgisini ve yakınlığını gösterir. Sorduğu sorulara karşılık aldığı isabetli cevaplardan da memnuniyetini hamdle ortaya koyar. O, bu hamd ve takdirleriyle onu yeni görevine hem motive eder hem de cesaretlendirir. Hoşnutluğunu izhar ederek bu isabetli düşünceyi pekiştirir. Dolayısıyla eğitim-öğretim hayatında hoca-talebe ilişkisini/yakınlığını canlı tutma ve güçlendirme adına bu dinamiğin değeri yüksektir. Aynı zamanda bu yakınlık davranışı, talebeyi ilim ve aksiyona teşvik edeceği gibi başarıyı da artıracaktır.
Nebevî Eğitimin İlkeleri (16): “YAKIN OL!”
Dipnot:
- Buharî, Rikâk 17 (6452)
- İbn-i Hacer, el-İsâbe, s. 1679 (10000); Tirmizî, Menâkıb 9 (3629)
- Buharî, Vudu’ 10 (143); Müslim, Fedâil 30/138 (2477)
- Müsned, (2397); İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihaye, VIII/299
- Buhari, Fedâilu’s-Sahabe 19 (3738); Müslim, Fedâilu’s-Sahabe 31/139 (2479)
- Ebû Davud Libas 26 (4089); Ahmet İbn Hanbel, Müsned, (17622)
- Tirmizî, Menâkıb 92 (3795)
- İbn Sâd, Tabakât, V/219; İbnu’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, s. 424 (1824)
- el-Ukaylî, ed-Duafâu’l-Kebîr, II/291; Ebû Nuaym el-İsfahanî, Hilyetu’l-Evliya, I/211 (247)
- Müslim, Tevbe 3/12, 13 (2750); Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyamet 59 (2514)
- Ebû Dâvud, Akdiyye 11 (3592); Tirmizî, Ahkâm 3 (1327)