Kardeşliğe Kıymamak İçin!
Allah Resûlü, “kardeşliği” besleyen ve pekiştiren davranışları talim buyurduğu gibi1 buna aykırı tavır, davranış ve yanlışlara karşı da telkinlerde bulunmuş; “kardeşliği” özel koruma altına almıştır. O, bu emir ve tavsiyeleriyle mü’minlerin can, mal ve şahsiyetlerini teminat altına aldığı gibi her çeşit hukuksuzluğun önüne geçmiş, onlar arasında hakkaniyet ve adaleti de ikame etmiştir.
Bu çerçevede O (aleyhissalâtu vesselâm), her türlü zulüm ve haksızlığı, menfaatperestliği, ırkçılığı, yakınlarını kayırmayı, kini, nefreti, intikam duygularını, hasedi, gıybeti, su-i zan, yalan ve aldatmayı, iftirayı ve başkalarıyla alay etmeyi, insanları hor ve hakir görmeyi, onları yalnızlığa terk etmeyi, kötü lakap takmayı, onlarla tartışmayı vs. gibi kardeşlik hukuk ve ahlakına sığmayan ve insanın omuzlarına ağır veballer yükleyen birçok davranışı da yasaklamıştır.
Kardeşini Hor Görme!
Allah Resûlü’nün kardeşliği koruma adına verdiği ilkelerden ilki mü’minlerin, birbirlerinin onur ve şahsiyetine zarar vermemeleridir. O, bunu ifade buyururken önemine binaen “can ve malın dokunulmazlığı” ile birlikte ele alır, “Müslüman’ın, kardeşini hakir görmesi, ona günah olarak yeter!” buyurur ve bunu gerekçelendirirken de meseleyi şöyle açar:
“Zira her Müslümana, kardeşlerinin canına zarar vermek, malını haksız yollarla yemek ve onurunu/şahsiyetini çiğnemek haram kılınmıştır.”2
Kardeşinle Tartışma!
Kardeşliğe, birlik ve beraberliğe en çok zarar veren hususlardan bir tanesi de ölçüsüz ve nefsanî tartışmalardır. Bu sebepledir ki maksadı hakikati bulmaya yönelik olmayan tartışmalar İslam ahlakında mezmum kabul edilmiş ve yasaklanmıştır. Allah Resûlü, “Kardeşinle tartışmaya tutuşma. Onunla kırıcı şekilde şakalaşma ve ona, yerine getiremeyeceğin sözü verme!”3 buyurur ve Müslümanlar arasında niza ve kavgaya sebebiyet verecek davranışları yasaklar. Yine O, “Meşru bir sebep olmadan kardeşinle kavgaya/tartışmaya tutuşman sana günah olarak yeter!”4 buyurur ve menfi rekabetten kaynaklanan bu tür davranışların büyük günah olduğuna dikkat çeker.
Bu anlamda kardeşliğe zarar verecek bir davranışta diyalektiktir. Allah Resûlü, “Kardeşini söz ve mana hatalarını araştırıp onlar üzerinden kendisiyle tartışman ve onu mahcup etmeye kalkışman sana günah olarak yeter. Faydasız bir tartışmayı devam ettirmen de zulüm olarak sana yeter.”5 buyurur ve kardeşliğe kalıcı zararlar verecek böyle bir yanlışa düşülmemesi için ikaz eder.
Allah Resûlü, mü’minlere bu ilkeyi vermesinin yanında istenmeden de olsa tartışamaya girildiği durumlarda ise uhuvvete zarar verilmemesi için bir an önce tartışmanın sonlandırılmasını tavsiye eder. Hatta bu davranışı sergileyenlere cennetin ortasında bir köşk verileceğini şöyle müjdeler:
“Haklı olduğu halde sırf tartışmayı sonlandırmak üzere ilk adımı atan kimseye cennetin kenarında bir köşke ben kefilim…”6
Dolayısıyla asıl olan hiç tartışmamaktır. Fakat nefis ve egolara hâkim olunamadığı için bir tartışma açılırsa bu esnada sünnet olan onu bir an önce sonlandırma istikametinde adım atmaktır. Hatta bir başka nurlu beyanlarında Allah Resûlü, “… Kul, haklı dahi olsa tartışmayı terk etmedikçe hakkıyla iman etmiş olamaz.”7 buyurur ve bu davranış tarzını imanla irtibatlandırır.
Kardeşine, Küsme!
Kardeşlik hukuku adına bilinmesi gerekli bir husus da müminlerin birbirine küsmesinin asla helal olmadığıdır.8 Ancak ikili ilişkilerde bazen çeşitli sorunlar yaşanabilir ve buna bağlı olarak insan kırılabilir ve muhatabına darılabilir. Fakat bu durumda da sünnet, küslüğe bir üst sınır getirmiştir:
“Müslümanın, din kardeşine üç günden fazla dargın durması helal değildir. Onlar birbirleriyle karşılaştıklarında birisi yüzünü şu taraf, diğeri ise öte tarafa çevirir. Onların en hayırlısı önce selam verendir.”9,
“Selamı alıp barışan, sulhun mükafatına ortak olur. Barışmayıp direten ise küslüğün bütün günahını yüklenir.”10
Bu hükmün yanında sebep ne olursa olsun dargınlığı uzatmanın Allah katında bağışlanmaz bir günah olduğuna da dikkat çeken Efendimiz, bu hususta müminleri şu veciz ifadeyle de barışmaya çağırır: “Her pazartesi ve perşembe günleri ameller Allah’a arz olunur. Din kardeşi ile arasında düşmanlık bulunan kimse dışında Allah’a şirk koşmayan her kulun -zulüm hariç-günahları bağışlanır. Meleklere siz iki kişiyi barışıncaya kadar tehir edin, buyrulur.”11 Zira küslüğü devam ettirmek, Allah’ın içtimai hayat adına çok önem verdiği kardeşlik hukukunu korumamak, adeta onu yok saymaktır. Halbuki mü’min, Allah’ın değer verdiklerine değer veren kimsedir. Birbirini affetmeyerek küslüğü devam ettirip kardeşlik şeâirini çiğneyenleri, Allah da affının dışında tutmaktadır. Dargınlığı uzatarak bunu intikama dönüştürenlerin ise yüklendikleri vebalin büyüklüğünü şöyle ifade eder:
“Müslüman kardeşine bir yıl küs duran onun kanını dökmüş gibidir.”12
Ayrıca Allah Resûlü, üç günden fazla küslüğü devam ettirirken ölen bir kimsenin cennete giremeyeceği ikazını da yapar.13
Kardeşine Su-i Zan Besleme!
Kardeşlik hak, hukuk ve ahlakının bir gereği de mü’minlere karşı kötü zan beslememek ve buna bağlı olarak onlar hakkında dedikodu üretmemektir. Cenâb-ı Hak
“Ey iman edenler! zandan çok sakının; çünkü zannın büyük bir kısmı günahtır. (Çeşit çeşit zanlara kapılıp) birbirinizin gizliliklerini de araştırmaya kalkmayın…”14
buyurur ve böyle bir bağımlılığı yasaklar. Bir insanın kalbinden geçenleri ancak Allah bilir. İnsan, “niyet okumacılığı” yaparak ihtimaller üzerinden hareket edip kardeşliğe, sosyal ilişkilerine ve kendi maneviyatına zarar vermemelidir. Zira su-i zanda bulunmak müminlerin kardeşlik bağlarını zedelemekle kalmaz, aralarında dedikodu ve gıybetin yaygınlaşmasına ve sonunda çeşitli fitne, fesat ve düşmanlıkların ortaya çıkmasına sebebiyet verir.
Allah Resûlü de su-i zannı yasaklarken “Su-i zandan sakının. Zira su-i zan sözün en yalanıdır!…”15 buyurur ve onun yalanın bir türü olduğunu belirtir. Zira insan çoğu zaman içindeki su-i zannını başkasıyla da paylaşır ve aslı olmayan bir şeyi söyleyerek yalana da girmiş olur. Yalan söylemek ise yine O’nun beyanıyla ancak münafıklığın alametidir.16
Allah Resûlü su-i zandan nehyetmenin yanında mü’minleri hüsn-ü zanna da teşvik etmiştir. O, “Bir kimsenin hüsn-ü zan sahibi olması onun kulluğunun güzelliğindendir.”17 buyurmuş ve insanlar hakkında samimi ve güzel niyetler taşımayı, onlara karşı güzel kanaatler beslemeyi, Allah’a kulluğun bir çeşidi olarak saymıştır. Fakat burada şu kaydı da düşmemiz gerekir ki İslam’da hüsn-ü zan önü açık sonsuz bir güven kredisi değildir. Zira bunun da bir haddi vardır. Hüsn-ü zan etmek mümkün oldukça ona kilitlenmek esastır. Fakat yine Allah Resûlü’nün beyanıyla “Bir mümin bir delikten iki defa ısırılmaz.”18
Dolayısıyla insan zarar gördüğü kimse hakkında daha dikkatli ve temkinli hareket etmeli onunla ilişkilerini zarar görmeyeceği mesafede götürmelidir. Hüsn-ü zan ettiği hususlarda yanıldığı ortaya çıkarsa o zamanda “hüsn-ü zan adem-i itimad” prensibine göre hareket etmeli ve daha tedbirli olmalıdır.
Kardeşini Gıybet Etme!
Kur’ân, su-i zannı yasaklarken, “… Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın!” buyurur ve su-i zanların insanı sürükleyeceği gıybeti de haram kılar. Ardından da
“Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan tiksindiniz değil mi?”19
buyurur ve gıybetin ne kadar çirkin bir davranış olduğunu çok beliğ bir şekilde ifade eder.
Allah Resûlü bir gün ashabına “Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?” diye sorar. Onlar “Allah ve Res’ulü daha iyi bilir.” diye cevap verirler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “Gıybet, Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şekilde anmasıdır.” buyurur. Orada hazır bulunanlardan birisi, “Ya benim dediğim şey onda varsa! Bu da gıybet olur mu?” diye sorar. Allah Resûlü, “Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış olursun. Söylediğin onda yoksa bir de iftirada bulunmuş olursun.” buyurur.20
Dolayısıyla bir kimsenin “dedikodusunu yapmak” anlamına gelen gıybet, insanları bedeni yapısı, huyları, nesebi, işi, ailesi ya da elbisesi vs gibi hususlarda hoşlanmayacağı şekilde gıyabında eleştirmek, çekiştirmek ve aleyhinde konuşmaktır. Bunu yapan kimse kardeşinin onur ve şahsiyetine zarar verdiği için kul hakkına girmiş olur. Bundan dolayıdır ki Allah Resûlü,
“Büyük günahların en büyüklerinden birisi de Müslümanın aleyhinde haksız yere ileri geri-konuşup onun onur ve şahsiyetine dil uzatmaktır.”21
buyurur ve bunun büyük bir günah olduğunu net olarak ifade eder. Zira gıybet sadece birisini arkadan çekiştirme ve yaralama olarak kalmaz sonucu itibariyle kişileri, aileleri hatta içinde yaşanılan bütün bir toplumu menfi olarak etkiler. İnsanlar arasında sağlıklı iletişimi bozduğu gibi kardeşliğe de zarar verir, insanları birbirine düşürür ve düşman yapar; fert ve toplumun huzurunu kaçırır.
Gıybet yapan kimse büyük günah işlediği için hem “fasık” hem de kul hakkına girdiği için “zalim” olur. Böyle bir kimse istiğfar etmesi gerektiği gibi hakkına girdiği izzet ve şerefine zarar verdiği kimseyle de helalleşmelidir. Hakkına girilen kimse öldüyse de onun için de dua ve istiğfarda bulunulmalıdır.22 Gıybet ve dedikodudan kaçınmanın zorluğu ve bu günahın büyük bir vebal oluşundan dolayıdır ki Allah Resûlü, hiçbir müminin mahşerde zor durumda kalmaması için kardeşlerine onur ve şahsiyetinden kaynaklanan haklarını daha baştan helal etmesini de tavsiye etmiştir.23
Bu hususta Allah Resûlü’nün müminlere verdiği bir vazifede kardeşlik hak ve hukukunun gereği birbirlerinin ırz ve şahsiyetlerini koruma vazifesidir. Bu vazifeyi yerine getirenler dünyada kazandıkları gibi ötelerde de kazanacaklardır:
“Kim bir Müslümanı kötülemek için hakkında bir şey uydurursa Allah onu kıyamet günü o günahından temizleneceği ana kadar sırat köprüsü üzerine hapseder. Kim de bir münafığa karşı Müslümanı, onun gıybet ve iftiralarına karşı korursa Allah da kıyamet günü bir melek görevlendirir ve onun vucudunu cehennem ateşinden korur.”24
Yine “Bir kimse herhangi bir Müslümanın şahsiyetine zarar vermek için onun hakkında bir şey söyler/uydurur ya da iftira atarsa Allah (celle celâluhu) onu ‘Sırat’ köprüsü üzerinde hapseder. Bu günahının cezasını çekeceği ana kadar da oradan kurtulamaz.”25 Zira dediği şey/ayıp onda varsa bu gıybetinin cezası, söylediği şey onda yoksa iftirasının cezasıdır. Bu durumda ortada ya gıybet ya yalan ya da bühtan vardır.
Allah Resûlü de bu konuda hassasiyet gösterir ve her vesileyle çevresine bunu talim buyururdu. Bir gün Hz. Âişe validemiz, kıskançlık duygularına kapılarak Hz. Safiyye hakkında Efendimiz’e, “Onun kısa boyu sana yeter!” diye bir söz söylemişti. Bunun üzerine yüz hatları değişen Allah Resûlü, “Ey Âişe öyle bir söz söyledin ki eğer o söz denizin suyu ile karışsa onu ifsat eder tadını ve kokusunu değiştirirdi.”26 buyurmuş ve bununla hem Hz. Safiyye’nin onurunu korumuş hem de Hz. Âişe validemize ve onun şahsında bütün müminlere kardeşlerinin şerefini müdafaa dersi vermişti.
Ashab-ı kiram da kardeşlerini müdafaa etme de hassasiyet gösterir gıybete kapı aralayacak konuşmalara mani olurlardı. Tebük seferi esnasında Allah Resûlü, gazveye katılmayan Ka’b İbn-i Malik‘i sorunca orada bulunanlardan birisi, “Ey Allah’ın Resûlü! Onu zenginliği ve kendisini beğenmesi alıkoydu.” diye bir yorumda bulundu. Bunun üzerine Muaz İbn-i Cebel “Ne kötü söz söyledin!” diye onu susturdu ve Hz. Ka’b’ı şöyle müdafaa etti: “Ey Allah’ın Resûlü! Biz onun hakkında hayırdan başkasını bilmiyoruz/düşünmüyoruz.”27
Bunların yanında Allah Resûlü, gıybet yapanların ahirette karşılacakları cezayı tarif ederek de bu kötü alışkanlıktan insanları sakındırır: “Miraca götürüldüğümde, bakırdan tırnakları olan bir topluluğa uğradım. Tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini parçalıyorlardı. Cebrail’e “Bunlar kimlerdir?” diye sordum. Bana”Bunlar, (gıybet ederek) adeta insanların ölü etlerini yiyen ve onların şahsiyetlerini/ırzlarını ayaklar altına alan kimselerdir.” buyurdu.28
Kardeşinle Alay Etme!
Gıybet sözle olacağı gibi el, kol hareketleri kaş-göz işaretleri, yazı, resim ve karikatürle de yapılabilir. Taklit edilen ya da kendisiyle bu şekilde alay edilen herkes bundan incinir ve rahatsızlık duyar; insan onur ve şahsiyeti zarar görür. Böyle bir durum Müslümanlar arasında hem uhuvvete ve vahdete hem de sağlıklı iletişime çok büyük zararlar verir. Bundan dolayıdır ki Cenab-ı Hak müminlerin kardeş olduğunu bildirdiği ayetin hemen ardından bu mezmum davranışı kesin olarak yasaklar:
“Ey İman edenler! Hiçbir kişi veya toplum, başka bir toplumu küçümseyip alaya almasın. Belki o beğenmedikleri insanlar Allah katında kendilerinden daha üstündürler. Aynı şekilde, kadınlar da başka topluma mensup kadınları alaya almasın. Belki o küçümsedikleri kadınlar, kendilerinden daha üstündürler. Meşru eleştiri sınırını aşıp birbirinizi kırıcı sözlerle de ayıplamayın. Birbirinizi küçük düşürecek lakaplar da takmayın/kullanmayın.”29
Bu şekilde müminleri yaralayan ve alay edenler büyük günah işlerler. Onun için ayetin devamında böyle yapan kimselere şu ikaz yapılır: “İmanla şeref kazandıktan sonra insanın adının günahkâra çıkması/fasık damgası yemesi ne fena bir şeydir.” Ancak Kur’an, bu tür yanlışa düşenleri ümitsizliğe de sevk etmez, onlara kurtuluş kapısını açık tutar ve tövbeye davet eder: “Bu duruma düşen kimseler tövbe ederse kurtulur, tövbe etmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”30
Kur’an’da bu konu önemine binaen müstakil bir sûrede de ele alınır ve ictimaî hayatta derin yaralar açan böyle bir günahın cezası özellikle dile getirilir:
“Gizli-açık- iftira, dedikodu ve gıybet yaparak insanları arkadan çekiştiren; kaş-göz işaretleriyle onları aşağılayıp alaya alan her küstahın vay haline! Malı mülkü kendisini sonsuza dek yaşatacak sanır. Hayır aksine o, kırıp geçiren ve iliklere işleyen bir ateşin dibine, “Hutame”ye atılacak. Bilir misin, nedir Hutame? O, Allah tarafından tutuşturulmuş bir ateştir. Ta yüreklere işleyen bir ateş. Bu ateş mahzeninin kapıları üzerlerine kapatılacaktır. Kendileri de uzun sütunlara bağlı bırakılacaklardır.”31
Bu hususta çok hassasiyet gösteren Allah Resûlü çevresine de aynı dikkati ders verir. Bir gün bir validemiz, birisini tarif etmek için davranışlarını taklit ederek anlatmaya çalışınca O, (aleyhissalâtü vesselâm) bundan hoşlanmamış ve “Karşılığında bana dünyayı verseler bile, bir insanı hoşlanmayacağı bir şey ile asla taklit ve tavsif etmem.” buyurur.32
Burada üzerinde durulması gerekli bir konu da kendisiyle bu şekilde alay edilen ya da şahsiyeti rencide edilen kimse bundan haberi olduğunda misliyle karşılık vermemelidir. Zira bu durumda o da aynı günahı işlemiş olur. Buna karşılık öfkesine yenik düşmemesi ve kendisine karşı yapılan bu tür saldırı ve yanlışları, güzellikle savması ya da hukuki yollara başvurarak tashihe çalışması daha mümince bir yol olacaktır.
Devamı için;
Yazar: Dr. Selim Koç
Dipnot:
- Bkz. https://peygamberyolu.com/kardeslik-hakki-icin-1/ ve https://peygamberyolu.com/kardeslik-hakki-icin-2/
- Müslim, Birr 10/32 (2564)
- Tirmizî, Birr 58
- Tirmizî, Birr 58
- Beyhâkî, Şuabu’l-İman, VI/340 (8433)
- Ebû Dâvud, Edeb 8
- Bkz. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, II/352, 364; Heysemî, Zevâid, I/92
- Bkz. Müslim, Birr 8/26 (2561)
- Buhârî, Edeb 62; Müslim, Birr 8/25; Tirmizî, Birr 21
- Bkz. Ebû Dâvud, Edeb 55
- Müslim, Birr 11/35, 36 (2565)
- Ebû Dâvud, Edeb 55
- Bkz. Ebû Dâvud, Edeb 55
- Hucurât Sûresi, 49/12
- Müslim, Birr 9/28 (2563)
- Bkz. Buhârî, İman 24; Müslim, İman 25/107, 108 (599)
- Ebû Dâvud, Edeb 88
- Buhârî, Edeb 83; Müslim, Zühd 13/63 (2998)
- Hucurât Sûresi, 49/12
- Müslim, Birr 70; Ebu Davud, Edeb 40
- Ebu Davud, Edeb 40 (4876, 4877)
- Bkz. Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, II/145
- Bkz. Ebu Davud, Edeb 43 (4886, 4887)
- Ebû Dâvud, Edeb 41
- Ebû Dâvud, Edeb 41
- Ebû Dâvud, Edeb 40
- Bkz. Buhârî, Meğâzî 79; Müslim, Tevbe 9/53 (2769)
- Ebû Dâvud, Edeb 40
- Hucurât Sûresi, 49/11
- Hucurât Sûresi, 49/11
- Hümeze Sûresi, 104/1-9
- Ebû Dâvud, Edeb 40