Uhud sonrası münafıkların tavrı

439

Uhud’a giderken yoldan dönen ve ashâb arasında moral bozukluğuna sebep olan münafıklar, yaptıklarından dolayı üzülüp pişmanlık duyacaklarına bir de tutmuş yapılanların yanlış olduğunu söyleyip Medine’de yeni bir kazan daha kaynatıyorlardı. Bilhassa reisleri konumundaki Übeyy İbn Selûl, Uhud’da aldığı yarayı tedavi etmeye çalışan oğlu Abdullah’ı karşısına almış:

– Senin O’nunla birlikte savaşa gitmen benim fikrim değildi; zaten Muhammed de beni dinlemedi ve çoluk çocuğun aklına uydu. Bütün bunların olacağını zaten ben görüyordum, diyordu. Babasına söz geçiremeyeceğini bile bile Hz. Abdullah:

– Allah’ın, Resûlullah ve ashâbı hakkındaki takdiri her zaman daha hayırlıdır, diye mukabelede bulunmak istiyor ve babasının da kadere rıza göstermesi gerektiğini hatırlatıyordu. Ancak bütün bunlar fayda vermeyecekti.

Bu arada bir kısım Yahudiler de boş durmuyor:

– Muhammed mülk peşinde; zira bir Nebi bu türlü şeye düçar olmazdı! Baksanıza, bedenine yara bile almış! Zaten ashâbı da perişan, diyerek Efendimiz’in hâşâ Nebi olmadığını söylemeye çalışıyorlardı.

Übeyy İbn Selûl’ün yanında yer alan bir kısım münafıklar da:

– O öldürülenler de bizimle beraber dönmüş olsalardı öldürülmezlerdi, diyerek ashâb arasındaki vahdet-i ruhiyeyi sarsmak istiyorlardı. Onların bu sözünü duyan Hz. Ömer, doğruca Efendi­miz’in huzuruna gelecek ve duyduklarını O’nunla paylaşacaktı. Elbette onun gibi müteheyyiç bir fıtrat, sadece paylaşmakla kalmayacak, bu adamların kellesini almak için ısrarla izin isteyecekti.

– Yâ Ömer, dedi Efendimiz! Şüphen olmasın ki Allah (celle celâluhû), mutlaka dinini izhar edip Nebi’sini de aziz kılacaktır. Yahudilerle anlaşmamız var; onları öldürmek olmaz, buyurdu İnsanlığın Emîni. Yerinde durmakta zorlanan Hz. Ömer:

– Ya şu münafıkları, diye ileri atıldı. Bunun üzerine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem):

– Onlar da, ‘lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah’ diye şehadet getirmiyorlar mı, mukabelesinde bulundu. Boynunu büken ama hâlâ talebinde ısrar eden Hz. Ömer şunları söyleyecekti:

– Evet yâ Resûlallah! Ama onlar bunu, kılıçtan korktukları için yapıyorlar. Şimdi ise durumları daha da netleşti; bu sıkıntılı süreçte Allah (celle celâluhû), nasılsa içlerinde gizleyip durdukları şeyleri ortaya çıkardı.

Doğruydu; ancak din, zahire göre hükmetmeyi emrediyordu. Onun için Efendiler Efendisi, meseleye şu cümlelerle son noktayı koyacaktı:

– Ben, ‘Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah’ diyen bir insanı öldürmekten menedildim.

Hz. Ömer’e bir de müjdesi vardı Allah Resûlü’nün:

– Ey Ömer, diye başladı cümlesine. Ardından ilave etti:

– Bizler rüknü selamlayacağımız ana kadar bir daha Kureyş’ten böyle bir mukabele görmeyeceğiz!

Aradan birkaç gün daha geçip de ortalık yeniden durulmaya başlayınca Übeyy İbn Selûl, rengini değiştirmeye başlayacak ve mü’min görüntüsü sergileme gayreti içine girecekti. Hatta cuma günü Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hutbeye çıkıp da insanlara hitap etmek istediğinde o da ayağa kalkacak ve insanları Resûlullah’ı dinleme konusunda teşvik eden sözler söyleyecekti.1

Yazar: Dr. Reşit Haylamaz

Dipnot:

  1. Onun bu şekilde söz söylemeye hakkı olmadığını söyleyen bazı sahabîler, Abdullah İbn Übeyy İbn Selûl’ü eteklerinden çekecek ve haddini bilmesi gerektiğini söyleyeceklerdi. Gelgitleri o kadar açıktı ki, belli bir duruş sergileyemiyor ve sürekli zikzak yaşıyordu. Nihâyet Mescid-i Nebevi’den dışarı çıkmak zorunda kalmıştı. Onu kapıda gören bir başka sahabî, dışarı çıkışının sebebini soracak ve o da, iyilik yapmak istediği hâlde kötülük gördüğünü ifade ederek oradan uzaklaşacaktı. Arkasından kendisini tevbe ve istiğfara çağıranlara da kapısını kapayacak ve Resûlullah (s.a.s.) dâhil kimsenin, kendisi hakkında istiğfarda bulunmasını istemediğini söyleyecekti. Bkz. İbn Hişâm, Sîre, 4/56; Süheylî, Ravdu’l-Unf, 3/293
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.