Uhud sonrası yarımadada oluşan hava

242

Bir badire daha atlatılmış ve müşrikler yeniden geri püskürtülmüştü. Ancak bundan emin olmak gerekiyordu. Bu arada etraftan gelen haberler de iç açıcı değildi; Uhud’un yaralarını sarıp Hamrâü’l-Esed’den de zaferlerini tescil ettirerek dönen Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashâb-ı kirâm, yoğun geçen iki günün ardından yaralarını sarma fırsatı bulmuşlardı. Ancak gelen haberler, buna ayıracak zamanın bile olmadığını gösterir mahiyetteydi. Zira Uhud’da yetmiş sahabenin şehit oluşu ve Mekke ordusunun kendince bir zaferle (!) geri dönüşü, fırsat bekleyen başkalarının da iştahını kabartmış ve Medine’ye saldırma duygularını tetiklemişti. Kendilerince, Müslümanların kökünü kazımak için Medine’ye saldırmanın tam zamanıydı ve bunun için ittifaklar kurulmaya, anlaşılan mekânlarda asker toplanmaya çoktan başlanmıştı! Tabii olarak bu haberler, Resûl-ü Ekrem’in kulağına da geliyordu.

Elbette bunlar da çözülecekti; ancak Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem), stratejilerini düşmanın atacağı adımları bekleyerek ortaya koyma yerine daha aktif bir yol izleyerek kendisinin belirleyeceği düzlemde yürümeyi tercih ediyordu. Bu dönemde de aynı tavrı sergileyecek ve daha birileri Medine’ye saldırı hazırlığı yürütürken karşılarında Müslümanları buluvereceklerdi. Aynı zamanda bu, savaşla zaman kaybetmemenin bir başka adıydı; zira henüz yola koyulmadan dağıtılan şer odaklarının bir daha toplanmasına imkân yoktu ve en azından bu, savaşarak açılması muhtemel yaraların, daha işin başındayken önüne geçilmesi anlamına geliyordu. Çünkü zaman, müspet hareket adına yapılması gerekenleri yapma zamanıydı.

Allah Resûlü de sırasıyla bu adımları atacak ve bir taraftan Cezî­ratü’l-Arab’da güvenliği sağlayıp adını nakşederken diğer yandan da etrafa muallimler göndererek Kur’ânî düşüncenin yaygınlaşmasını hedefleyecekti. Bunun için etrafa keşif kolları gönderiyor, seriyye ve gazvelerle Hicaz’daki hâkimiyetini tescil ediyordu. Etrafa muallimler yolluyor ve ilâhî mesajın muhtevasına muttali olmak için Medine’ye gelenlere de rehberlik yapıyordu.

Mekke müşriklerinin yine gelecekleri, gidişlerinden belliydi. En azından onlar yeniden toparlanıp gelecekleri ana kadar Kur’ânî düşünce, toplumun geneline mâl edilmeli ve kitleler tarafından hüsn-ü kabulle karşılanmalıydı. Bunun için zaman, yarın ne olacağını bekleyerek vakit geçirme değil, yarını inşa adına sabırla aktiviteyi birleştirerek istikbale yürüme zamanıydı.

Yazar: Dr. Reşit Haylamaz

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.