Çocuk Karakterinin Ailede Şekillenmesi

1.361

Milletler için her zaman en önemli mesele hiç şüphesiz eğitimdir. Ve bu eğitimin gayesi de çağı anlayan, geçmişle gelecek arasında iyi bir köprü olabilen nesli yetiştirmek olmalıdır. Çünkü bir toplumun uzun süreli yaşaması o toplumdaki ailelerin çocuklarına verdikleri değerlere ve ahlâkî karaktere bağlıdır. Ahlâkî karakter bakımından aile içi eğitimin değeri çok büyüktür. Çocukta ahlâkî gelişmeyi ailesi, arkadaşları, oyunları, dinî eğitimi ve benzeri faktörler yönlendirir. Bu çevre, çocuğun ilk ahlakî modelinin temelini meydana getirir. Ailenin yaşadığı ve benimsediği ahlâkî ilkeler çok kere çocuk tarafından da benimsenir. Temeli sevgiye, güvene, şefkate dayanma zorunluluğu olan aile yuvası çocuk için ilk tecrübî laboratuar niteliğindedir.

İyi Bir Eğitim Karakteri

Dengesi bozulmamış bir aile yuvası çocuk eğitimi için en elverişli bir ortamdır. Çocuk ilk tasavvurlarını, alışkanlıklarını, ideallerini, ruhi hayatının ana imajlarını bu ocakta alır. Ayrıca çocuğun dış dünya ile kuracağı ilişkilerde büyük önemi olan ilk sosyal deneyimler ailede gerçekleşir. Çocukta “ben”i oluşturan vaziyet alışlar ailedeki kişiler arası ilişkilerle kurulur. Aile içinde kurulan bu yapılar dinamik yapılar olup daha sonraki ilişkilere yön verirler. Bowlby (1953) karakterin temellerinin atıldığı ilk beş yıl içinde iyi bir aile terbiyesi alamamanın çocukta suçlu karakter yapısının gelişmesinde en büyük faktör olacağını ileri sürer. Bu hayatî laboratuarda çocuk sürekli büyüme, olgunlaşma, değişme içindedir. Bu süreç içinde o ebeveyninden farklı bir kişilik geliştirmektedir. Kişiliği oluşum devresinde olan çocuğu iyi anlamak mecburiyeti vardır.

1900-1914 yıllarını kapsayan çocuktan hareket fikri ile Batı pedagojisinde yeni bir akım başlamıştır. Bu akımla beraber çocuğun bir küçük yetişkin olmadığı, ruhî yapısı bakımından olduğu gibi fizikî gelişim kademesi yönünden de yetişkin insandan farklı kendine has bir varlık olduğu, hayatın çok özel bir biçimini teşkil ettiği, her çocuğun bir ferd olup, ferd olarak kendisine saygı duyulması, ona uygun muamele edilmesi gerektiği, çocuğun mükemmel bir yaratık olduğu, ama ona mükemmelleşmiş gözüyle bakmanın yanlış olduğu imajlarını taşıyordu. Bu akımın en önemli niteliği çocuğun ferdî özelliklerinin tanınması, gelişimini kendi seyrinde bırakması ve onu gelişmeye terk etmesidir.1 Bu akımın temsilcilerinden Ellen Key (1849-1926) “Çocuk Asrı” kitabında “çocuğun kendi ferdî yapısına uygun bir biçimde geliştirilmesini” ifade ederken, Montessori de (1870-1952) ” Eğitimci; çocuğun ihtiyaçları nelerdir? Bunu nasıl yerine getirmek lazımdır bilmeli” demektedir.2

Coğrafî deterministler coğrafî şartlarla çocuk suçları arasında ciddi bir ilişkinin olduğunu savunurlar. Montesquieu “Kanunların Ruhu” kitabında ekvatora yaklaştıkça suçluluğun artacağını iddia eder. Hedonistin temsilcilerinden Jeremy Bentham’a göre davranışlar zevk ve ıztırap prensibine göre ayarlanır. Belli bir davranışın vereceği zevk, aynı hareketin doğuracağı ıztırapla denge halindedir. Kurallara karşı gelmenin vereceği zevk, onun getireceği ıztıraptan fazla olduğu takdirde bu davranışa yönelinir. H.H. Goddard’a göre de zihin seviyesi düşük olanlar toplumun saadetini bozar. J.J. Dousseau ise “hayatımdaki bütün hatalarım ana terbiyesi ve şefkati görmeyişimden ileri gelmiştir” demektedir. Görülüyor ki insanoğlunun şekillenmesinde, olgunlaşmasında topluma faydalı hâle gelişinde birçok iddia ile haklı veya haksız birçok faktör vardır. Bu faktörler ister kültürel, ister ekonomik, isterse psikolojik veya fizyolojik olsun kanaatime göre hepsinin nirengi noktasını J.J. Douseau’nun iddia ettiği gibi aile içi duygusal ve sosyal etkileşim teşkil etmektedir. Başka bir ifadeyle ana terbiyesi, ana şefkati, baba fedakârlığı ve yol göstericiliğinin iyi olup-olmayışı teşkil etmektedir.

En Önemlisi Ahlâk

Ebeveynin; doğduğu zamandan itibaren çocuğun terbiyesine son derece itina göstermesi, olgunlaşmasını, gelişmesini ve ahlakî yaşayışını kontrolünde bulundurması lazımdır. Çünkü yarının sağlam ve dürüst hâkimleri, sahipleri aile saadeti, aile terbiyesinden geçen bugünün çocuklarıdır. Milletlerin huzuruna göz dikenlerin yıkmak kasdı ile, hedef aldıkları toplumun temeli olan sağlam ailelerdir. Ailede millî, ahlakî değerlerin ince elenip sık dokunarak işlenmesi, bunların çocuğa mal edilmesi iç ve dıştan gelen yıkıcı faktörlere karşı bir zırhtır. Ahlakî değerlerin verilmesinin yanında, çocukta mevcut, fakat gizli olan öğrenme kabiliyeti, bilgi alanı, ruhî ve fizyolojik gelişiminin gereksinimleri temalarına da değinmek istiyorum.

İlk Vazife Anneye

Anne ve babanın çocuklarına karşı sonsuz denilebilecek kadar çok fedakârlıklarda bulunmasının temelinde şefkat ve merhamet duyguları yatmaktadır. Ebeveyn bunu ne kadar ve nasıl kullanmalı? Çocuk-ebeveyn düalizminin ilkeleri nasıl olmalı? Karakteri mükemmel onurlu ve tutarlı bir şahsiyet imajı çocuğa nasıl verilmeli? Yarınlarına güvenle bakan hamleci bir ruha sahip, kimliğini idrâk eden, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırıp tahlilini yapabilen muhakeme gücüne sahip nesli nasıl yetiştirmeli? Sevgiyi, şefkati ruhunda hissedip olumsuzluklara tavır alabilen dinamiği nasıl yoğrulmalı? Daima “ben” duygusundan uzak, “biz” duygusunu ruhunda yaşatan, millet için var olan kahramana gerekli olan idealler nasıl verilmeli? Verilmediği takdirde bütün gayretleri boşa çıkaran ve çocuk için esas sermaye olan ahlâk ve fazileti hangi ölçülere göre vermeli? Bu soruların cevaplarını ilk okullarda, orta okullarda, liselerde ve hatta üniversite eğitim-öğretim yuvalarında aramakla sınırlı kalmayıp menşeini aile yuvasına indirmek kanaatimce zarurîdir.

İlk terbiyeyi zorunlu olarak üstlenen anne-babanın çocuğa karşı tutumları tutarlı ve bilinçli olursa, topluma karşı ödevlerini de yerine getirmiş olurlar. Genelde her ailenin temel prensibi çocuğun eğitimi ve onun geleceğe hazırlanması olmalıdır. Çünkü o, zamanın ötesindeki hayat içindir. Onu geleceğe hazırlamak önemlidir. Onu zamanımızla sınırlamak geleceğine ipotek koymaktır. Bu konuda Hz. Ali’nin (r.a.) “Evlatlarınız sizin zamanınızdan başka bir zaman için yaratılmıştır. Dünya işlerinde onları yetişecekleri zamanın ihtiyacına göre hazırlamalısınız” sözü önemli bir pedagojik tesbittir. Çocuğun gelişmekte olan kişiliği manevî ve millî değerlerle yoğrulmalı, ben değil, daima biz duygusu gibi yüksek değerler telkin edilmeli. Bunu yapacak olan da birinci derecede annedir. Annelere düşen ilk vazife sadece çocuğu dünyaya getirmek değil, önce onu mensup olduğu topluma, millete, sonra da tüm insanlığa faydalı bir eleman haline getirmektir. Yarınlarda dünyaya hâkim olacak nesil için bu şarttır. Bunun için “beşiği sallayan el dünyaya hükmeder” sözü dilden dile dolaşmaktadır.

Çocukta beliren ilk alışkanlık yeme-içme kabiliyetidir. Bu kabiliyeti olumlu yönde geliştirme yine, birinci derecede anneye aittir. Bunun birinci adımı da gelişiminin gerektirdiği ihtiyaçlarını karşılama ve faydalı olanı seçmedir. Bunu seçip kullandırmada düzenli fakat katı olmayan, disipline edici alışkanlıkları kazandırmak önemlidir. Meselâ, yemeği acıkmadan yedirtmemek, yemekten önce el yıkatmak, sağ elle yedirtmek, aç gözlüymüş gibi yemeğe iştahla baktırmamak, kendisi ile birlikte yemek yiyenlerin lokmalarına bakmamak, yemeği normal bir yavaşlıkta yemek, çok yiyip obur olmamak, lokmaları iyi çiğnemek, yerken üstüne-başına bulaştırmamaya özen göstermek gibi önemli prensipleri kazandırmak gereklidir. Yeme-içmenin çok önemli başka bir boyutu da çocuğa yedirilip-içirilen gıdaların helâl olmasıdır. Öncelikle çocuğa helâl süt emzirmelidir. Çünkü haram süt ve haram yiyecekler çocuğun tabiatı üzerinde menfî tesir ederek onu hırçın, talana, yıkıcı, kanaatsız yapar. Asrımızda gençliğin anarşist ruhlu, yıkıcı olmalarının mayasında kanaatimce analarının çocuklarını iyi terbiye etmemesinin ve yiyeceklerde haram-helâl ölçüsüne dikkat etmemeleri yatmaktadır. Bu konuda Napolyon’un şu sözünü nakletmekte fayda mülâhaza ediyorum. “Bana iyi ve dürüst analar veriniz, size iyi vatandaşlar vereyim.”

İhtiyaçları karşılamada, yeme-içmede dikkat edilmesi gereken başka bir prensip de naz konusudur. Gerek bu konuda gerekse başka konularda çocuğun nazlı hale getirilmesi, gelecekte telafisi mümkün olmayan zararları netice verebilir. Çünkü acı gerçeklerle örülü olan hayatta çocuğun çevresi ebeveyni gibi onun nazını çekmez. Bu da onda hayata veya sosyal çevresine karşı küskünlük duygusunun oluşmasında rol oynayan bir âmil olur. Çocuk karamsar olur. Çocuğun ihtiyaçlarının tesbitinde ebeveynin seçimi yanında çocuğa da seçim hakkını kullandırtma çok önemlidir. Çocuğun da seçimde bulunması seçme muhakemesini geliştirir. Yalnız burada şu çok önemlidir: İhtiyaç olanın seçilmesi. Yoksa her istediğinin yerine getirilmesi değil. Çünkü çocuğun isteklerinde ölçü yoktur. İstekleri hiç bitmez. Bazı ebeveynler şefkat gereği çocuklarının her isteğini yerine getirirler. Hatta şefkat göstermede de aşırı giderler. Bu tutum yanlıştır. Şefkatin en büyük temsilcileri olan analar evladından şefkatini esirgesin demiyorum. Bu konuda söylenen “Küçüklerimize şefkatli olmayan, büyüklerimizi saymayan bizden değildir” Hadîs-i Şerifini bütün benliğimle kabul ediyorum. Burada vurgulamak istediğim önemli nokta çocuğa şefkati dengeli verememe ve aşırı hissettirmedir ki, kanaatimce bu yanlıştır. İhtiyaçlarının te’min edilmesinde, veya şefkat izhârında dengeli olunmalı, çocuğun suiistimaline fırsat tanımamalıdır. Aksi halde çocukta isteme oburluğu meydana gelir. Çocuğun ihtiyaçlarını veya isteklerini yerine getirmede önemli bir kaide de ona karşı verilen sözde durmaktır. Söz verip yerine getirmeme gibi tutumlar çocuğun ebeveynine olan güvenini sarsar. Kişiliğine güvensizlik işlenmiş olur. Onun için yerine getirilebilir taahhütlerde bulunmak lâzımdır. Bu konuda prensipli davranışlar önemlidir. Çocuk prensipli davranışlar sonucunda meydana gelen kaideleri sevmese de realite budur. Yanlış arzu ve davranışlarda bulunduğu zaman ona yol göstermek yerinde olur. Rehbersizlik ona çok zaman kaybettirir.

Karşılıklı Anlayış

Aile içi huzur atmosferi fertlerin karşılıklı anlayış ve feragatine bağlıdır. Zaten bu feragat ebeveynlerde daima zirvededir. Çocuk onları çok kere üzer ve bunun da farkındadır. Çocuk ebeveyninin onun için çok şeyler yaptığını bilmeli, kendisinden istenilenlerin ise çok olmadığını hissettirmelidir. Bu konuda dengeli davranılırsa çocuk da bazı fedakârlıklarda bulunur. Yerine göre karşılıklı feragat başlayınca aile içi huzur mükemmele doğru gider. Böyle bir ortamda çocuk ebeveyninden kusursuz olmalarını beklemez. Böylece çocuk hata olarak gördüğü ebeveyninin bazı davranışlarını normal karşılar. Onların olumlu tutum ve davranışlarım benimser. Ailesini başka ailelerden sevimli ve yuvasını da sıcak görür.

Çocuk genelde deneme-yanılma yoluyla öğrenir. Anne ve babanın buna sabredip oyununda, arkadaşlığında, uğraşmalarında ona hürriyet tanımaları gerekir. Her yerde her zaman onu koruyup kollamak onun hürriyetini kısıtlar. Bu kısıtlama deneme-yanılma yoluyla öğrenmesine engel olur. O davranışlarının sonuçlarını kendisi gördüğü zaman yaptığı hatalardan daha çabuk uzaklaşır. Burada rehberlik önemlidir. Çocuğun öğrenmeye en açık olduğu zaman soru sorma anıdır. Bu anda onu iyi dinleyip, sorularına kısa ve anlamlı cevap vermek öğrenmesini kolaylaştırır. Öğrenmesini kolaylaştıran bir başka faktör de beş duyusunu işin içine katmaktır. Böylece öğrenilenin kalıcılığı da sağlanmış olur. Bir konuyu iyi öğretmedikçe başka konuya geçmek zararlıdır. Kulakta uğuldayan öğrenilmemiş sözler anlayışı bozar. Çocuk okuldan geldiğinde veya evde bir şeyler öğrenirken yorulduğunda ihtiyacı olan ve yormayan dinlendirici oyunlar oynatılmalı. Oyunun faydalı bir yanı da ona zekâ jimnastiği yaptırmasıdır. Bu da zekâ gelişimine yardımcı olur. Anlama kabiliyetini artırır. Oyunun bence en önemli boyutu oyunda çocuğun ilgi alanının tesbit edilebilir oluşudur. Mimar Sinan’ın çocukluğunda bahçelerde su arkları ve minik binalar yapıp oynaması ve büyüdüğünde yaptığı eserlerle bütün dünyanın haklı takdirini kazanan meşhur bir mimar olması; Fatih Sultan Mehmed’in küçükken Edirne’de saray bahçesinde harp oyunlarıyla meşgul olması, büyüdüğünde de İstanbul’u fethetmesi örnekleri, çocukta oyunun ilgi alanının keşfinde ne denli faydalı olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak çocuğun nelerle oynadığı gözlenmeli, onu öğretici oyunlara meylettirmeli, dinlendirici olanı seçtirmeli, çocuğun hayal gücünü kuvvetlendirecek oyunlar seçilmeli, çocuğun hantal ve atıl olmaması için hareketli oyunlar oynatılmalı. Oyunun bir diğer boyutu da oyundaki arkadaştır. Bilhassa oyun arkadaşlığı çocuğun vazgeçemeyeceği bir mefhumdur. Arkadaşsız büyüyen çocuklar kendilerini hep büyüklerle mukayese ederler. Neticede çocuk zararlı çıkar. Bu da şahsiyetinin gelişmesinde, atılganlığında menfî rol oynar. Burada ölçü şu olmalı: Çocuğa herhangi bir arkadaş değil, yararlı arkadaş buldurtmak. Buldurtmak tabirini kullanıyorum, çünkü çocuğun kendi işlerinde kendisinin karar vermesi ona haz verir. Hamleci bir karakter gelişimini başlatır.

İletişim Eğitimi

İnsanın dışındaki canlıların kendi aralarında konuşma, anlaşmaları mevcuttur. Ancak insan gibi konuşma, akıl yürütme işlemi sadece insana hastır. İnsanın bu özelliğini yerinde kullanması ayrı bir hassasiyete bağlıdır. Çocuk sözünü bilmesi, yerinde ve gerektiği kadar konuşması, ses tonunu işittirecek frekansta ayarlama alıştırmalarını ilk defa aile içinde öğrenir. Harun Reşid’den sonra halife olan oğlu El-Emin’in çocuğunun terbiyecisine bu konuda söylediği pedagojik muhtevalı şu güzel prensipleri zikretmeden geçemeyeceğim. “Çocuğuma sözün baş-lama ve bitiş yerini göster. Yersiz gülmesine ve bağırarak konuşmasma engel ol. Yaşlılara hürmet etmeyi bellet. Vaktini boşa geçirmekten sakındır. Bunları verirken de onu usandırma. Yoksa zihnini harap edersin. Aşırı müsamaha da gösterme. Sonra avarelik tatlı gelir. Yumuşak davranarak ikna yoluyla otoriteyi kur. Bundan nasiplenmezse biraz sertlikte fayda var.”3 Görülüyor ki çocuk terbiyesinde en güzel metod şefkat-korku veya hürriyet-disiplin arası dengeli bir yolun takip edilmesidir ki, bu yol Rabbani terbiye metodudur. Kâinattaki hayat kanunun özüdür.

İdeal Eğitim

Çocuğun iyiyi kötüden ayırmaya başlamasıyla (bu başlangıç çocukta ar, utanma duygusunun kendisini hissettirmesidir ki; İ. Gazâlî’ye göre çocuğa akıl bu devrede saçılır. Millî kahramanların, ilim ve fazilet sahibi insanların hayatları ve menkıbeleri öğretilmeli, boş hikâyeler atılmamalıdır. Bu yaşlarda arkadaş grubu, oturup kalktığı çevresi çok önemlidir. Sürekli sövüp kötü sözler söyleyen çevreden onu uzak tutmalı, büyüklere saygılı olmayı öğretip, ister yalan ister doğru olsun çocuğu yeminden men’ etmelidir. Çocuğa yeminin kötü olduğu imajı verilmezse olur olmaz her vak’ada yemine sığınacaktır. Bu da iyi bir haslet değildir. Bu dönemde çocuğa verilmesi gereken önemli bir özellik, alma duygusu yerine verme duygusunu kuvvetlendirmektir. Verirken şahsiyetinin kibirle yoğrulmaması için vermenin fazilet olduğu, insan vasfının özü olduğu işlenmeli sahip olunan servetle övünmenin kötü olduğu teması işlenmeli. Anne-babanın hiç unutmamaları gereken bir konu da çocuğun çok iyi bir taklitçi olduğudur. Taklit yoluyla kazandığı davranışları hayat boyunca kolay kolay bırakamaz. Hayatında kötü imajlar bırakmamak için yanında daima ölçülü davranışlarda bulunmak gerekir. Faydalı, olmayan işler yapıp çocuğu bundan men’etme telkini boşunadır. Böyle bir telkini duymaz bile. Burada öğüdün faydası yoktur, demek istemiyorum. Yapmadığımız, yapamadığımızı ondan istemenin yanlışlığını vurgulamak istiyorum. Bu ko-nuda İbn-i Utbe’nin çocuğunun terbiyecisinden istedikleri çağdaş pedagojinin temel prensiplerinden biridir. “Evlatlarıma iyi yol göstermeden evvel kendi nefsini ıslah et. Çünkü onların kusuru senin taksirine bağlıdır. Çocuklara göre sizin yaptığınız şeyler iyi, yapamadıklarınız fenadır.”

Öğüdün en iyisi büyüklerin davranış ve tutumlarındaki tutarlılıktır. Çocuğun sevip benimsediği telkin ve nasihat şekli yumuşak ve kesin olanıdır. Bağırıp çağırarak yapılan nasihatler onda ters tepki yapar. Onun için öncelikle olumsuz sözler ve teklifler yerine yumuşak, olumlu aynı zamanda şahsiyetini rencide edici olmayanın seçilmesine dikkat edilmeli. İstenilenin emir şeklinde değil motive edici bir mahiyette olmasına özen gösterilmelidir.4 Bir başka husus da aile büyüklerinin birbirlerini rencide edici tavırlarıdır. Çocuk bundan çok rahatsızlık duyar. Karamsar bir ruh yapısına bürünür.

Çocuk mu Küçük İnsan mı?

Bazı anne ve babalar çocuktan yaşının üzerinde bir olgunluk beklerler. Ama bunun aksine çocuk daha ufak yaşların davranışlarını sergileyebilir. Ebeveynin bunu normal karşılayıp ona daima çocukmuş muamelesi yapmamaları gerekir. Yoksa her zaman çocuk kalmak ister. Bunun sonucunda takvim yaşma göre şahsiyeti az gelişmiş olur. Çocuğa güven, yerine göre önemlidir. Ona güven duyulursa onun da kendine güveni artar. Kendine güvenini artırmak için başarabileceği görevler vermek önemlidir. Ona iş yapma zevkini ve başarma sevincini tattırmalı. Aile içindeki adaletli bir işbölümü onda iş yapma arzusu ve iş ahlâkını geliştirir. Çocuğa iş yaptırmanın farklı bir boyutu da mantıklı düşünmesini sağlamaktır. İş verilirken lüzum görüldüğünde olayları ve sebepleri açıklayarak sebep sonuç ilişkisini bulmada yardımcı olunması, çocuğun mantıklı düşünme kabiliyetini geliştirip sebeplere riayet etmesini sağlar. Dünyanın sebepler dünyası olduğu imajı kuvvetlenir. Düşünme ve araştırma vetiresini kazanır. Gücünün üzerinde verilip başaramadığı işten dolayı onda hayal kırıklığı imajının yerleşmemesi için gayreti mutlaka takdir edilmelidir.

Çocuk Suçluluğu

Çocuk suçlarına gelince, kanaatime göre temelinde terbiye eksikliği ile çocuğun mutsuz oluşu yatmaktadır. Bunun da temelinde ona bütün kuralların bir anda verilmeye çalışılması, seçme hakkına sahipken bu hakkın kullandırılmaması, değerinin ve hakkının küçümsenmesi, küçük yanlışlarının büyük birer suçmuş gibi başına kakılıp kötü ilan edilmesi, suçluluk baskısıyla köşeye sıkıştırılması, yanılabileceğinin hesaba katılmaması, başkasının yanında azarlanması, cezanın aşın olması gibi faktörler yatmaktadır. Halbuki bütün kuralları birden vermeye kalkışıp ona zaman tanınmaması, yanılabileceğinin hesaba katılmaması hatadır. Hele hele suçluluk psikolojisine itip baskı yaparak köşeye sıkıştırmak, telafisi mümkün olmayan arızalar meydana getirir. İ. Gazâlî’ye göre çocuğun ruhu ve kalbi saf bir cevherdir. Ona her ne verilirse alır. Her nereye çevrilirse oraya meyleder. Eğer fenalığa alıştırılıp kötü kişi olursa günahı ebeveynine ait olur. Zihnini, fikrini alçak şeylere kaptırmamak ve ona kötülük yapma zemini hazırlamamak çok önemlidir. Çocuğun yalana sığınmaması için yukarıda zikredilen pedagojik prensiplerin yanında ciddi bir aile telkinine ihtiyaç vardır. Burada Abdülkadir Geylânî Hazretlerine atfedilen ibret verici şu hâdiseyi nakletme zaruretini görüyorum. Annesi, kocasından kalan altınları oğlunun elbisesinin içine dikerek oğlunu “Oğlum git ilim öğren. Her ne olursa olsun sakın yalan söyleme” diyerek, Bağdat’a gitmekte olan bir kervana katar. Kervan eşkıyalar tarafından soyulur. Abdülkadir, küçük olduğu için aramazlar. Bütün kervan arandıktan sonra eşkıya başı sorar. “Kimsede para kaldı mı?” Abdülkadir “bende var” deyip altınları verir. Eşkıya başı “bu altınların sende olduğunu bilmiyorduk. Niçin çıkarıp verdin?” Abdülkadir terbiyecisi olan annesinin nasihatini nakleder. Gözleri kararan eşkıyabaşı “küçük bir çocuk annesinin sözünü böyle dinlerse ben nasıl Yaratıcımın ikazını tutmam” diyerek kötülükten vazgeçer.5 Bu hadise bize ana terbiyesinin fazileti hakkında çok önemli bir kanaat verir. Anne diliyle yeri ve zamanı gelince çocuğa dinî kavramların verilmesi çok önemlidir. Çocuğun yedi yaşından sonra zihinsel gelişmesi dinin soyut kavramlarını anlamaya müsaittir. Bu dönemde dinin soyut kavramları verilmeli.

Kötü Söz mü… Kat’iyyen..

Çocuklar yaramazlık yaptıklarında veya suç işlediklerinde bazı ebeveynlerin “Allah seni kahretsin” şeklinde veya bazı hayvan isimleriyle itapta bulunmaları yanlıştır. Bu gibi sözler çocuğu huysuzluk ve kötülük atmosferine iter. Çocuk birinci defa kötü bir hareket yapar ve bunu gizlemeye çalışırsa, yapılacak en iyi hareket yaptığını görmemezlikten gelmektir. Suçunu hemen yüzüne vurmak onu yüzsüzlüğe itebilir. Aynı suçu çok kere işleyebilir. Aynı suçu bir daha işlerse o zaman gizlice o işin fena olduğu anlayacağı ve ikna olacağı şekilde kendisine anlatılmalıdır. Çocukta iyi hareket görülürse hoşuna gidecek mükâfatlar verilmeli. Başkasının yanında övülmeli. Başkasının yanında onurunu kırmak azarlamak şahsiyetini zedeler. Çocuğa ceza verilecekse önceden çocuğu güzelce dinleyip anlamak çok önemlidir. Verilecek cezanın suçunu aşmamasına dikkat edilmelidir Çocuklarına haksızlık yaptıklarını idrâk eden ebeveynler onlara tatmin edici açıklamalarda bulunmalıdırlar. Bu davranış çocuğun gözünde ebeveyni daha iyi görmede yararlı olur. Anne babanın kendilerini çocuğa yanılmaz göstermeleri, yanıldıkları zaman çocuğun üzüntüsü ve sarsılması şiddetli olur. Onun için büyüklerin de yanılabileceği normal, yanılgıda ısrar etmeleri anormal olduğu imajını çocuğa işlemek şarttır. Doğru ile yanlışın arasındaki ayırımın açık bir biçimde gösterildiği, cezalandırmayla mükâfatın âdil bir biçimde uygulandığı ailelerde çocuk kendini kontrol etmeyi başarır.

Âsi ve İnat İse…

Çevrecilere göre hiçbir çocuk doğuştan inatçı ve âsi değildir. Asilik ve inatçılık çocuk için çevre olan sosyo-kültürden gelir. Burada inatçılığın menşe’ini araştırmıyorum. Bu haslet çocukta varsa ıslâhı konusunda düşüncelerimi dile getireceğim. Bazen çocuk bir davranışında inatçı olur. Anne-babanın onun bu inatçılığında önemli rolü vardır. Onu kırmak isterler. Bu davranış yanlıştır. Bu, çocuktaki inadı daha da kuvvetlendirir. Daha fazla baskı yapıldığında çocuğun benliği zedelenir. Çocukta kibir ve gurur gibi iyi olmayan hasletler de bazen görülebilir. Anne ve babanın bunu müspete, başka bir deyişle asalete kanalize etmeleri gerekir. Çocuğu ailesinin makamı ve serveti konusunda iyi eğitmek gerekir. Bunların öğünülecek şeyler olmadığı, aile-millet için faydalı bir şekilde kullanılması gerektiği, fakirliğin de yüz kızartıcı olmadığı imajları verilmelidir. Çocuk terbiyesinde çok önemli bir husus da onları gerek insanlara, gerekse mahrukata karşı daima şefkat, merhamete ve cömertliğe alıştırmaktır. Birçok şeyde olduğu gibi, bu konuda da çocuk ebeveynini taklit eder. Bunun için anne ve baba herkese iyi muamelede bulunmalı güleç ve tatlı dilli olmalıdır, muhtaçlara yardımda bulunmalı, bunları yaparken de çocuklarını bu işlere alıştırmak için kullanmalı. Son olarak dile getirmek İstediğim konu da anne ve babanın çocuk üzerindeki otoritesidir. Bazı annelerin babayı sert gösterip çocuğu bazı işlerden men’etmek için “baban gelirse söylerim ha!…” uygulamaları yanlıştır. Bu tutum anneyi pasif duruma düşürür. Bu konuda şunu söylemek istiyorum. Babanın otoritesinin kullanımı babaya, anneninki ise anneye ait olmalıdır.


Yazar: Mikail Söylemez/Yeni Ümit Dergisi’inden alınmıştır.

Dipnot:

  1. Dr. Hüseyin AKYÜZ. Pedagojik Ders Notları. (Basılmamış) Atatürk Ün. Fen-Edb. Fak. Erzurum
  2. Pof. Dr. Y. Hikmet CELKAN, Pedagojinin Metodları. T. D. V. Yay. 1995-Ankara.
  3. AKYÜZ. A. g. e.
  4. Dr. Hüseyin AĞCA, Ailede Eğitim, T.D. Vakfı Yay. s. 29. 1993-Ankara.
  5. İnci BEŞOĞUL. Çocuk Bakımı ve Terbiyesi, Tuğra Neşriyat, 1993-İstanbul/AYDIN. Selim. Eğitime Farklı Bir Bakış, T.Ö.V. Yayınlan. 1993-İZMİR
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.