Nebevî Eğitimin İlkeleri (15): “GÜZELLİKLERİ GÖR, MÜSPET DÜŞÜN!”

1.352

Nebevî eğitimin temel ilkelerinden birisi de muhatapların daima iyi tarafını görmek ve güzel vasıflarını seslendirmektir. Bu ilke muhataba iyilik yapmanın onu iyiliklerle tanıştırmanın, iyiliğe olan meylini güçlendirmenin ve “iyi/kâmil insan” olarak yetiştirebilmenin/geliştirebilmenin önemli bir dinamiğidir. İnsan, telkine açık ve hakkında söylenen güzel ya da çirkin söz ve yorumlardan etkilenmeye müsait bir fıtrata/psikolojiye sahiptir. Eğitim sürecinde muhatabın iyi ve güzel yönleri görülüp esas alınmalı; sahip olduğu iyilik ve güzelliklerinden yaklaşılmalı ve böylece içinde bulunduğu yanlışlardan, işlediği kötülüklerden ya da ihmallerinden kurtarılmaya çalışılmalıdır. Diğer bir ifadeyle muhatabı iyi ve güzel olan bir vasfıyla yakalayıp diğer iyiliklerle buluşturmaya gayret edilmelidir. Bu metot, hem muallim, anne-baba ve rehberleri motive edecek hem de muhatabı etkileyecek, sevindirecek, ümitlerini tazeleyecek, hak ve hakikatlere yaklaştıracaktır. 

Bediuzzaman’ın ifadesiyle “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen de hayatından lezzet alır.”1 Zira güzel olanı ya da güzelliği görenler, güzel ve olumlu duygu ve düşüncelere; daima kötüyü ya da kötülüğü görenler de olumsuz his, fikir ve bakış açılarına sahip olur. Muhataplarına menfi duygularla yaklaşanlar, çoğu zaman onların yanlışlarını terk edip iyi bir insan olamayacağını düşünür ve daha baştan ümit ve heyecanlarını kaybeder. Muhatabın eğitim ve öğretimine emek harcamayı, gereksiz görür; eğitimden ve realiteden koparlar. Olumsuz düşünceler ile kendilerini şartlandırır ve muhatabı, önyargılarının kurbanı yaparlar. İşte Allah Resûlü, talim ve terbiyesini üstlendiği insanlarla hem ilgilenirken hem de nasihat ederken onlara olumlu taraflarıyla yaklaşmış ve yapıcı bir üslupla onları hak ve hakikatle buluşturmaya çalışmıştır. Sahip olduğu bir güzelliği ya da iyi bir vasfı nazara vermiş, onunla eğitim ve öğretime zemin ve ortam hazırlamıştır. 

Allah, Kullarının İyiliklerine Değer Verir

İlahi ahlak ve takdir açısından meseleye bakıldığında insanların işlediği iyilikler ile Allah’ın hidayeti arasında doğru bir orantı söz konusudur. Bir diğer ifadeyle Allah, kullarının kalbine iman kıvılcımını atmayı takdir buyururken onların iradeleri yanında geçmiş iyiliklerine, tavır ve davranışlarına göre de ihsanlarda bulunur. Bu yönüyle Allah, iyiliklere değer verir ve zerre ağırlığınca iyiliği bile zayi etmez. Hakîm İbn-i Hizam, cahiliye döneminde cömertliği ile meşhur bir tüccardır. Kazancından hayırlar yapar; onlarca köleyi hürriyetine kavuşturur ve yüzün üzerinde deveyi de fakirlere bağışlar. Müslüman olduktan sonra da hayır u hasenata devam eder; bir hac mevsiminde yüz köle azad eder ve yüz deveyi kurban eder dağıtır. İşte bu cömert sahabî bir gün Allah Resûlü’ne şu soruyu sorar: “Ey Allah’ın Resûlü! Cahiliye devrinde sadaka vermek, köle azad etmek, tahannüsde bulunmak ve sıla-i rahim gibi yaptığım birtakım iyilikler var. Bana bunlardan bir sevap gelecek mi?” Onun bu sorusu üzerine Efendimiz, “Sen zaten daha önce yaptığın bu iyilikler vesilesiyle Müslüman oldun!” buyurur2 ve ona, “iyiliğin, insanı doğruluğa; doğruluğun da insanı cennete giden yola sevk eden güç ve özelliğini” hatırlatır.3

Dolayısıyla güzel işler ve iyilikler, insanı iman edecek bir kıvama getirir ve insana, mü’min olma liyakatini kazandırır. Bu yönüyle iyilikler, fiili bir dua gibidir. Allah, samimi kavli dualar gibi fiili duaları da cevapsız bırakmaz. Nitekim bunun bir sonucudur ki Allah, Hakîm İbn-i Hizam’a yaptığı iyiliklerin karşılığını daha hayırlı bir şekilde lütfetmiştir. Onun için insanların iyiliklerini görmek, sahip oldukları güzel vasıflarıyla onları takdir etmek ve onlara, bu özellikleriyle değer vermek, ihsanda bulunmak hem bir ilahî ahlak hem de talim ve terbiyenin olmazsa olmaz bir esasıdır. Kaldı ki Allah’ın değer verdiğine değer vermek ve O’nun ahlakı üzere hareket etmek, muhatabın kalbinin hakka ve hayra açılmasına önemli bir vesiledir.   

İçki İçen Kimseye Lanet Edene İkazı

Latifeleriyle zaman zaman Allah Resûlü’nü de güldüren Abdullah isimli bir şahıs vardır. Bir gün şarap içer ve kendisine had cezası uygulanır. O esnada hazır bulunanlardan biri dayanamaz ve “Allah sana lanet etsin! Ne kadar da sık içki içiyor ve her defasında böyle cezalandırılıyor ve bir türlü akıllanmıyorsun!” diye çıkışır ve onu kınar. Bu sözleri işiten Allah Resûlü, böyle sert ve gereksiz bir müdahaleyi doğru bulmaz; “Hayır onu (ve onun gibileri) asla lanetlemeyin! Zira Allah’a yemin olsun ki, Ben onu tanıdığım günden beri Allah ve Resûlü’nü sevdiğini biliyorum.”4 buyurarak o şahsın güzel bir hasletini dillendirir ve böylece muhatabın elinden tutup kaldırmak için işledikleri kötülüklere değil iyiliklere odaklanmak gerektiği dersini verir.

Görüldüğü üzere burada Allah Resûlü, günah işlemiş bir şahsı cezalandırdıktan sonra bile işlediği kötülüğe, ona uyguladığı hadde vs. takılıp kalmaz, bilakis sahip olduğu bir güzelliği seslendirip, insanların ona olan yanlış bakışlarını tashih eder ve onu tekrar topluma kazandırmanın ilk adımlarını atar. Bununla asıl ve değerli olanın muhatabı cezalandırmak değil gönlünü kazanmak olduğunu vurgular. Zira menfi söylemlerle duyguları rencide edilen, yanlışlarıyla ademe mahkûm edilen ve toplum dışına itilen bir kimse, tamamen kaybedilir. Onun için adeta tövbe kapısı kapatılır ve iyilerden/iyiliklerden tamamen uzaklaştırılır. Dolayısıyla menfi eylem ve söylemler, iter ve uzaklaştırır; sevgiyi ve iyiliklerini ifade ise uzak olanı ya da yanlışından dolayı uzaklaşma ihtimali olanı yakınlaştırır; onu muallimine/rehberine daha da samimi bağlar.    

Had Cezası Uygulanan Kimseyi Kucaklaması 

Bir başka gün yine Allah Resûlü’ne içki alışkanlığını henüz terk edememiş bir şahıs getirilir. Kendisine had cezası uygulanırken hadde şahit olanlardan bazıları “Allah seni rezil u rüsvay etsin!” diye onu yerer ve beddua eder. Buna şahit olan Rehber-i Ekmel (aleyhissalatü vesselam) onlara “Hayır! Öyle söylemeyiniz! Kardeşinizin aleyhine şeytana yardımcı olmayınız!” buyurur.5  Görüldüğü üzere Allah Resûlü burada da had gerektiren bir günahı işleyen kimseye cezayı uygular fakat ondan sonra onu kınamaya kalkışanları susturur ve muhatabın bütünüyle uzaklaştırılmasına, şeytanın kucağına itilmesine mani olur. Bu müdahaleyi yaparken de muhatabının da duyacağı şekilde “kardeşiniz” diyerek hem onu duygularıyla tutup ayağa kaldırmayı ve o yanlışından tamamen vazgeçirmeyi hedefler hem de toplum içinde ona karşı kalıcı menfi bir duygu oluşmasına mâni olur. 

Adeta “O, bu günahı işlese de bizim kardeşimizdir. Onu yanlışıyla kınayarak şeytana teslim etmemeli, hakkında güzel sözlerinizle siz teslim almalı ve kardeşiniz olarak bağrınıza basmalısınız. Ta ki işlediği kötülüğe devam etmesin ve şeytanı değil sizi kardeş bellesin!” mesajını verir. Diğer taraftan ona beddua edilmesini de yasaklayarak dışlanmasını önler ve mevcut imanıyla onu İslamî dairede tutarak, kötülüklerden kurtulmasına rehberlik yapar. Aksi takdirde cezanın yanında bir de sözlü şiddet ya da beddua ve kınamalar, muhatabı dinden soğutur ve Müslüman toplumdan koparır. 

Ashabından Biri Hakkında Gelen Şikâyete Yaklaşımı

Hz. Abdullah İbn-i Huzafe’nin (radıyallahu anh) bazı arkadaşları, Allah Resûlü’ne gelir ve “Ey Allah’ın Resûlü! Abdullah, çok şaka yapıyor ve boş şeylerle uğraşıyor!” diyerek onu şikâyet ederler. Bunun üzerine Habib-i Ekrem, “Onunla uğraşmayınız. Çünkü o gerçekten Allah ve elçisini sever.” buyurur.6 Allah Resûlü yine hakkında şikayette bulunulan şahsın hatasına ya da bir eksiğine odaklanmaz, bilakis sahip olduğu önemli bir fazileti seslendirir ve hem ona mesaj gönderir hem de muhataplarına, hata yapanların yanlışına değil güzel vasıflarına odaklanmak gerektiği dersini verir. Nitekim Allah Resûlü’nün bu ikaz ve yönlendirmeleri meyvelerini verir hem sözün muhatapları hem de kendisi vesilesiyle hakkında açıklamalarda bulunulan kimseler bundan gerekli dersi alır; davranışlarını tashih eder hatalarından vazgeçer ya da eksiklerini tamamlarlar.

Mâlik İbn-i Duhşum Hakkında İddiaya Tepkisi 

Hz. Itbân İbn-i Mâlik kendi kabilesi olan Sâlimoğulları yurdunda imamlık yapar. Ancak eviyle mescid arasında bir vadi vardır. Yağmur yağdığı zaman o vadiyi geçip namazlara gidemez. Bu sebeple Hz. Itban, Allah Resûlü’ne gidip durumu anlatır ve Efendimiz’den evine gelip namaz kıldırmasını ve orayı mescid olarak ilan etmesini ister. Allah Resûlü de kendisine “İnşallah bu isteğini yerine getireceğim.” buyurur ve onu uğurlar. Ertesi sabah güneş yükseldiğinde Hz. Ebû Bekir’le birlikte onu evinde ziyaret eder ve daha oturmadan nerede namaz kılmasını istediğini sorar. Hz. Itbân kendisine yer gösterince de tekbir alıp namaza durur. Orada hazır bulunanlar da kendisine tabi olur. 

Namazdan sonra kendisine yapılan ikramları kabul eden Allah Resûlü, toplanan mahalle sakinleriyle bir müddet sohbet de eder. Sohbet esnasında birisi “Mâlik İbn-i Duhşum nerede? Onu göremiyorum!” diye sorar. Yanındaki ona “Boş ver onu! O, Resûlüllah’ı sevmeyen bir münafıktır.” der. Bu sözü duyan Rehber-i Ekmel Efendimiz, “Hayır! Öyle söyleme! Görmüyor musun o, Allah’ın rızasını dileyerek ‘Lâilaheillellah’ diyor.” buyurur. Bunun üzerine o şahıs, “Allah ve Resûlü daha iyi bilir. Ancak biz, onun münafıkları sevdiğini onlarla sık görüştüğünü görüyoruz.” der. Rahmet Peygamberi ise ona “Allahu Teâla, rızasını umarak, kelime-i tevhid getiren kimseye cehennemi haram kılmıştır.” buyurur.7

Allah Resûlü, münafıklarla bir şekilde fazla görüşmesinden dolayı hakkında menfi bir kanaat oluşan sahabisine sahip çıkar ve hakkındaki suizannı bertaraf eder. Bunu yaparken de onun samimiyetini ve sadece Allah’ın rızasına talip olduğunu özellikle dile getirir. Bununla hem halk arasında ona bakışları tashih eder hem hakkındaki dedikoduyu sonlandırır hem de kulağına gittiğinde Hz. Mâlik’in imanını ve sağlam duruşunu takviye edecek şekilde bir açıklama yapar. Nitekim bunu duyan Hz. Mâlik, daha dikkatli hareket eder ve töhmet noktalarından uzak durmaya başlar.

Kureyşlileri Zemmeden Katâde’ye İkazı 

Uhud savaşı sonrasında müşriklerin şehitlere yaptığı vahşilikleri gören Hz. Katâde, kendini tutamaz ve Kureyşliler aleyhinde söylenmeye başlar. Onu işiten Efendimiz, kendisine Kureyşlilerin bugün yaptıklarına takılıp kalmaması gerektiği dersini verir ve “Sakin ol ey Katâde! Kureyş hakkında kötü söz söyleme! Aslında onlar emanette ehil insanlar. Gün gelecek, onlardan öyle kimseler göreceksin ki onların yaptığı ameller ve iyilikler karşısında kendi amelini, iyiliklerini küçümseyeceksin. Şayet Kureyşliler şımarmayacak olsa Allah katında onlar için hazırlanmış olanları haber verirdim.”8 buyurur. 

Burada açıkça görüldüğü üzere Allah Resûlü, kötülük yapanları, yaptıkları o kötülüklere bağlı değerlendirmez, onların güzel yanlarını ve geleceklerini nazara alarak, kalplerine girmeyi hedefler. Bunun yanında onların gönülleri fethedilebilirse, şerde bu kadar ısrarlı ve gayretli olan kimselerin hayırda da ne kadar önde olacaklarını hesaba katar ve bu hususta ashabına yeni bir perspektif kazandırır. Bunun için Hz. Katâde’ye Kureyşililerin o an yaptıkları kötülüklere göre karar verirse yanılacağını açıkça belirtir ve ona, her an nazarlarını, geçmişe ve şu an yaşadıklarına değil geleceğe yönlendirmeyi teşvik eder. 

Böylece onu içinde yaşadığı şartlara bağlı karar verip yanılmaktan korumanın yanında istikballe ilgili önemli bir müjde de verir. Bu ifadeleriyle insanları iyiliğin teslim alması için onlar hakkında hayır düşünüp, güzel düşüncelerin seslendirilmesinin, önemli bir prensip olduğuna da uygulamalı olarak dikkat çeker. Nitekim sonunda Allah Resûlü’nün verdiği müjde gerçekleşir ve Mekke’nin fethiyle Kureyşliler Müslüman olur ve pek çoğu itibariyle İslam’ın bayraktarları haline gelirler. Mesela onlardan biri olan Hz. Halid İbn-i Velîd’in İslam’a hizmetleri herkesin malumudur.

Sonuç 

İnsanın eğitim ve terbiyesinde sevgi, saygı ve samimiyetle verilen sistemli ve planlı emeklerin yanında önemli olan hususlardan birisi de öncelikle muhatabın iyi/güzel taraflarını görme ve hakkında daima hayır düşünüp güzel sözler sarf etmektir. Zira Kur’ân’ın beyanıyla güzel söz, toprağını bulmuş ve zemine sağlam yerleşmiş her mevsim meyvesini verebilecek bir ağaç gibidir: “… Güzel söz/güzel yorum kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir ki Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir…”9 Nitekim bu sırdandır ki Allah Resûlü, “Güzel söz sadakadır.”10 buyurur; güzel söz ve değerlendirmelerin muhatabın önemli bir ihtiyacı olduğuna ve bunun onun gönül dünyasında sıdk ve sadakati mayalayacağına dikkat çeker. 

Eşya zıddıyla bilinir fehvasınca Kur’ân, kötü/çirkin söz ve yorumun faydasızlığını da yine bir ağaç benzetmesiyle şöyle anlatır: “Çirkin söz ise, gövdesi toprağın üstünden kolayca çıkarılabilen, kökleşip yerleşmeyen değersiz bir ağaca benzer.”11 Onun için insanları eğitmek, onlara kalp ve ruh güzelliği kazandırmakla görevli kimseler, yanlış yapan kişilere karşı sert ve aşağılayıcı bir tutum takınarak haklarında kötü beyan, lanet, beddua ve yargıda bulunmamalıdır. Zira bunun muhataba kazandıracağı müspet hiçbir katkı yoktur.  

Eğitimci ve terbiyeciler, muhataplarını herhangi bir kötülükten kurtarmada, bir yanlışını tashih etmede ya da bir eksiğini telafi etmede onlara rehberlik yapmak istiyorlarsa işe onun sahip olduğu iyilik ve güzellikleri görerek ve gündeme getirerek başlamalı, onu bir faziletinden yakalamalı daha sonra birçok faziletle donatmalıdır. Yoksa mesele muhatabı işlediği kötülük ya da kötü bir huyu ile baş başa bırakmak değildir. Bu açıdan eğitimci muhataplarını çok iyi tanımalı, kusur, kabahat ya da eksiklerinin farkında olmalı ancak bunlara odaklanmayıp sahip olduğu güzellik ile ona yaklaşarak kötü huy ve kötülüklerden onu uzaklaştırmalı ve iyiliklerle buluşturmalıdır.

Dipnot:

  1. Said Nursî, Mektûbât, Hakikat Çekirdekleri
  2. Buharî, Zekât 24 (1436); Buyu’ 100 (2220); Itk 12 (2538); Edeb 16 (5992); Müslim, İman 55/194-196 (123)
  3. Bkz. Buharî, Edeb 69 (6094); Müslim, Birr 29/103-105 (2607)
  4. Buharî, Hudûd 5 (6780)
  5. Buhârî, Hudûd 4 (6777)
  6. Muhammed Nâsır el-Elbânî, İrvâu’l-Ğalîl, VIII/157
  7. Buharî, Salat 46 (425); Teheccüd 36 (1186); Et’ıme 15 (5401); İstitabetu’l-Mürteddîn 9 (6938); Müslim, İman 10/54 (33)
  8. Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr 14745
  9. İbrahim, 14/24, 25
  10. Buharî, Cihad, 128 (2989); Müslim, Zekat 17/56 (1009)
  11. İbrahim, 14/26
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.