Nebevî Eğitimin İlkeleri (8): “GÜZEL HİTAP ET!”
Nebevî eğitimin ilkelerinden biri de güzel hitaptır. Talim ve terbiyede üzerinde durulması gerekli olan bir husus da muhataplara hitap keyfiyeti ve tarzı; seçilen kelime ve sözlerdir! Zira hatip ile muhatabı buluşturan, kelime ve cümlelerdir. Bunun için bir konu anlatılırken, ders işlenirken, tepki ortaya konulurken ya da bir hakikat ve maksat ifade edilirken tercih edilen kelimeler kadar onların söyleniş tarz ve üslûbu da önemlidir. Bu manada kelimelere adeta ruh ve şekil verme özelliği kazandıran, onların zatî güzelliğinin yanında telaffuzundaki bu hassasiyetlerdir. Onun için sevgi, şefkat, saygı ve samimiyetten uzak, soğuk ve sunî hitaplar, iki taraf arasında iletişim köprüleri kuramaz, hakikatleri taşıyamaz ve muhataplar üzerinde, arzu edilen etkiyi meydana getiremez.
Hitap Ederken Samimi Ol!
Hitapta samimiyet, yani iyi niyet ve içtenlik yoksa sözün, duygular üzerinde tesiri olmayacaktır. Samimiyet, bu işin de ruhu mesabesindedir. Zaten muhatabın ihtiyacı, içerik kadar içtenliktir. Bundan dolayıdır ki Allah Resûlü, “Din, samimi nasihattir.” buyurur ve yürekten yapılan hitap ve nasihatlerin önemine dikkat çeker. “Kim için?” denilince “Allah ve O’nun Resûlü için, Müslümanların yöneticileri ve bütün Müslümanlar için.” Cevabını verir.1 Bu çerçevede Kur’ân, özü ve sözü başka münafıkları tarif ve tenkit ederken “…Dilleriyle, kalplerinde olmayanı söylüyorlar…”2 buyurur ve onların, iki yüzlülüğüne yani sözlerindeki samimiyetsizliklerine özellikle vurgu yapar.
Allah Resûlü, ashâbına hitap ederken samimiyeti esas alır; hitap ve konuşma esnasında yapmacık söz ve davranışlardan sakınır,3 samimi olmaya davet eder, bilgiçlik taslamak maksadıyla sözü uzatmayı, aşırılığa kaçıp haddi aşmayı yasaklar.4 O, tercih ettiği samimiyet dolu hitap sözcükleriyle daha söze başlarken muhataplarının gönlünü fetheder ve meseleyi çözerdi.5
Huneyn ganimetlerinin dağıtıldığı gün Efendimiz’in, kalplerini İslam’a ısındırmak istediği kimselere şahsi hissesinden bol bol vermesinin hikmetini, o an idrak edemeyen Medineli bazı gençler, dağıtımı sorgulamaya başlarlar. Bunun üzerine Ensar’ı bir vadiye toplayan Efendimiz, konuşmasına, “Ey Ensar topluluğu!” hitabıyla başlar. Ardından Allah’ın, kendilerine ihsan ettiği bazı nimetleri sayar, onları hem ikaz eder hem de yaptığı icraatin hikmetini açıklar. Fakat her seferinde “Ey Ensar topluluğu!” diye seslenir; misyonlarını tekrar tekrar nazarlarına verir ve bamtellerine dokunur. Konuşmasını, “İnsanlar deve ve davarlarla evlerine giderken, siz Allah’ın Resûlü ile yurdunuza dönmeye razı değil misiniz? Hicret olmasaydı Ensar olurdum. İnsanlar bir vadiye, Ensar da başka bir vadiye girecek olsa Ben Ensar’ın vadisine girerdim. Allah’ım! Ensar’a, çocuklarına ve çocuklarının da çocuklarına merhamet et!” cümleleriyle bitirir. Onların “ensar olma” vasıflarına özellikle vurgu yapan bu hitap ve konuşma karşısında Medineli Müslümanlar, çok duygulanır, pişmanlık içerisinde başlarını önlerine eğer ve ağlamaya başlarlar.6
Dolayısıyla hitapta seçilen kelime/ler ve o andaki samimiyet, en etkili bir keramettir. Zira her türlü iyilik ve güzellik ancak samimiyet ikliminde yeşerebilir. Samimiyetin ve samimâne hitapların olmadığı ortamda talim-terbiye faaliyeti tam olarak yapılamaz. Mevlana’nın ifadesiyle, samimiyet yoksa, bilgi, birikim, liyakat, ehliyet, tecrübe vs. hepsi aksesuardan ibaret kalır. Kaldı ki samimiyet, eksiklikleri telafi ve yanlışları izale eden hatta imkansızlıklar içinde bile yeni imkanlar doğuran önemli bir vesiledir.
Hitabında En Güzeli Seç!
Sözün, hitabın ve hitabetin, duygular üzerindeki tesiri küçümsenemez. Allah Resûlü, “Şüphesiz beyanda sihir vardır.”7 buyurur ve seçilen kelimelerin tesirini etkili bir şekilde dile getirir. Kur’ân’ın da “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır…”8 buyurması, hitapta en isabetli/hikmetli sözü bulmanın ve onu seslendirirken de hikmete yani en etkili/isabetli üsluba riayet etmenin önemini belirtir. İşte burada hitabın en güzelini seçmek ve söylemek ilk temel ilkedir. Kur’ân’ın “Kullarıma söyle daima sözün en güzelini söylesinler..!”9 emri, ailevî ve içtimaî ilişkilerin yanında eğitim-öğretim hayatında da temel düstur edinilmelidir. Zira müminlerin temel vasıflarından birisi de “güzel söz” söylemedir: “Allah yoluna çağıran, salih amel işleyen ve ‘Ben, Müslümanlardanım.’ diyen kimseden daha güzel söz söyleyen kim olabilir.”10
Dolayısıyla başkalarına yol gösteren ya da onların eğitiminden sorumlu olan kimseler, konuşmalarında daima hitabın/hitabetin inceliklerine ve güzelliğine dikkat etmeli, iletişimde her zaman terbiye ve nezaket kurallarına riayet etmelidir. Aksi takdirde kötü ve kaba hitap, insan fıtratına/ruhuna aykırı olduğundan hem anlatılacak hakikati perdeler hem de muhataplarda tepkiye sebebiyet verir. Kur’ân’ın beyanıyla kötü söz, “… gövdesi toprağın üstünden kolayca çıkarılabilen, kökleşip yerleşmeyen değersiz bir ağaca benzer.”11 Bu yönüyle kötü sözün, muhatabın gönlüne/duygularına girip ona bir değer kazandırma imkân ve özelliği yoktur. Güzel hitapta seçilen isabetli kelimeler ise “… kökleri yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe yükselmiş bir ağaç gibidir ki Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir…”12 O, daima gönüllere ve duygulara tesir etmeye, muhatabın hayatında ahlak ve fazilet meyveleri vermeye devam eder.
Allah Resûlü, “güzel hitabın” bu önemi ve değerinden dolayıdır ki -başka hikmetleri de mahfuz- kötü manalara gelen şahıs adlarını değiştirir ve çocuklara güzel isim konulmasını emreder. Bunu fiilen de uygulayan Efendimiz, birden çok isim ve künyesi bulunan şahıslara da en güzel isim ve künyeleriyle hitap edilmesini isterdi. Bir defasında isimlerde aradığı güzelliği açıklarken misal olarak “İsimlerin Allah katında en sevimli ve makbul olanı, Abdullah ve Abdurrahman’dır.” buyurur.13 Nitekim Allah Resûlü’nün hayatı incelendiğinde, O’nun hem ailevî hem de içtimaî hayatında sözlü ve fiilî sünnetinin daima bu istikamette olduğu görülür. Bundan dolayıdır ki O, “Müminin, kardeşi üzerindeki bir hakkı da onu, kendisine en sevimli gelen ismiyle çağırmasıdır.”14 buyurur ve bunun, aynı zamanda bir kul hakkı olduğu vurgusunu da yapar.
Hitabında Şefkatli Ol!
Eğitimin her seviye ve aşamasında dikkat edilmesi gerekli bir prensip de hitaba daima sevgi, saygı ve şefkati hâkim kılmaktır. Kur’ân, en zor ve olumsuz şartlarda dahi peygamberlerin çocuklarıyla iletişimlerinde kullandıkları, “Ey oğulcuğum! Yavrucuğum!” ifadelerini nakleder; sevgi ve şefkatle yapılan hitapların sağlıklı bir iletişim ve eğitim ortamı oluşturmadaki değerine dikkat çeker. Gemisi dağlarvâri dalgalar arasında yol alırken Hz. Nuh, kendisine isyan eden oğluna bile büyük bir sevgi ve şefkatle şöyle seslenir: “Yavrucuğum! Gel, bizimle birlikte bin gemiye; inkara gömülüp gidenlerden olma!”15 İnanmayan babasını İslam’a davet ederken Hz. İbrahim, her cümlesine “Ey babacığım!” hitabıyla başlar ve ona, sevgi ve şefkat dolu bir yürekle seslenir.16 Hz. Lokman da oğluna nasihat ederken yapacağı her öğütün başında “Ey oğulcuğum!” hitabını tekrar eder; sözlerinin, oğlunun duyguları üzerinde daha da tesirli olmasının zeminini hazırlar.17
Yine Hz. Yakub, oğlu Yusuf kendisine rüyasını anlatınca ona “Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa (haset damarları depreşir de) sana bir tuzak kurarlar…” diye şefkatle hitap eder ve onu korumak için tedbir alır. Güzel hitap hususunda şefkat/nezaket adına ilk derslerini babasından alan Hz. Yusuf da yıllar sonra Mısır’ın girişinde karşıladığı babasını tahtına oturduktan sonra “Ey babacığım!..”18 diye şefkatle hitap eder. Hz. İbrahim de oğlu İsmail’e, kendisini rüyasında kurban etmeye giriştiğini gördüğünü ifade ederken ona olan sevgi ve şefkatini “Ey oğulcuğum!” diye seslendirir. Babasından yeterli sevgi ve şefkat dersini alan Hz. İsmail de kurban olma konusunda babasına fikrini beyan ederken büyük bir saygıyla duygularını hitabına taşır ve şöyle der: “Ey babacığım! Hiç düşünüp çekinme, sana Allah tarafından ne emrediliyorsa onu yap. Allah’ın izniyle benim de sabırlı, dayanıklı biri olduğumu göreceksin.”19
Bütün bu örneklerden de anlaşılacağı üzere peygamberler, her ne olursa olsun tebliğ, talim ve terbiyelerinde muhataplarına hitap ederken daima sevgi, şefkat ve saygıyı koruyacakları kelimeleri seçmişlerdir. Allah Resûlü’nün de çocukları ve torunlarıyla iletişim kurarken “Yavrucuğum, kızcağızım, reyhanem (gülüm), (Hamîm) canım-ciğerim, (Seyyid) gençlerin efendisi” vs. gibi20 sevgi ve şefkat içeren, motive eden kelimeler seçmesi, hitapta kullanılan sözcüklerin eğitim açısından değerini/önemini açıkça gösterir.
Rıfkla Hitap Et!
Talim-terbiyede, söze hem değer hem de güç katan bir özellik de ona hâkim olan yumuşaklıktır. Yumuşak söz, gider ta duyguların kapısına dayanır ve bir şekilde onları açar ve içeriye yerleşir, zamanla meyvesini de vermeye başlar. Bundan dolayıdır ki Allah (c.c.), azgınlaşan ve zulmü yol olarak belleyen Firavun’a gönderdiği Hz. Musa ve Hz. Harun’a, “Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitap edin. Olur ki aklını başına alır yahut hiç değilse biraz çekinir.”21 buyurur ve tebliğde/talimde yumuşak üslubu tercih etmelerini emreder. Zira rıfkla söylenen söz, kucaklar, düşündürür, yakınlaştırır, sevdirir ve insan duygularını yumuşatarak anlamaya hazır hale getirir. Aksi takdirde sert ve kaba söz, beraberinde haşinliği getirir hatta kaba kuvvete başvurmaya da sebebiyet verir ki, hiçbir şiddet türünün eğitim değeri yoktur.
Bir de sözün asıl güzelliği ve tesiri, doğruluğunun yanında yumuşaklığındadır. Bunun içindir ki hitabın bu vasfına dikkat çeken Allah Resulü, “Allah Refîk’dir. O, kullarına yumuşak ve nazik davranılmasını da sever. Yine hiç şüphesiz O, sert ve katı söz ve davranışa vermeyeceği sonucu, nazikçe söylenen söz ve gösterilen yumuşakça tavra (rıfk) verir.”22 buyurur. Dolayısıyla eğitim ve öğretimde istenilen başarı ve sonuçlar, sertlikle, nezaketsizlikle ve şiddetle değil “rıfk”la elde edilir. Bundan dolayıdır ki Rehber-i Ekmel Efendimiz, talim ve terbiyenin adeta külli bir kaidesini ifade sadedinde şöyle buyurur: “Bir kimse yumuşaklıktan/nezaketten mahrum ise o, hayrın tamamından mahrumdur.”23
Kötü Lakap Takma!
Eğitim-öğretimde, hitaplarda dikkat edilmesi gerekli bir husus da muhatapla alay etmemek ve ona, kötü lakap takmamaktır. Zira hem alay hem de lakap takma, muhatabı hafife alma, aşağılama manasına gelir ki bu tarz bir hitabın eğitime hiçbir katkısı olamaz.Kaldı ki böyle bir hitap muhatabın onurunu kıracağı için onu ilim ve eğitim ortamından da uzaklaştıracaktır. Kur’ân da ilişkilerde bu tarz hitap ve davranışları yasaklar:“Ey iman edenler! Sizden hiçbir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin. Ne malum? Belki alay edilenler, alay edenlerden daha hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki de alay edilenler, edenlerden daha hayırlıdır. Bir de kendi nefislerinizde ayıplar aramayın, birbirinizi de ayıplamayın ve birbirinize lakaplar yakıştırmayın, birbirinize lakaplarla hitap ederek yaralamayın!…”24 Dolayısıyla muhatabın sevmediği, hoşlanmadığı ve hakareti çağrıştıran bütün isim ve lakapla hitap bu yasağın sınırları içine girer.
Bu çerçevede ebeveyn/muallim/rehber/idareci, muhataplarına asla bir eksikliğini, kusurunu ve yanlışını ifade eden sıfatlarla da hitap etmemelidir. Bu anlamda fakir bir insana, fakirliğini ima ve ifade eden bir lakapla hitap etmek, özürlü bir insana sakatlığını nazara veren bir isimle/lakapla seslenmek ya da yanlış bir şey yapmış kimseye yaptığı hatayı yüzüne vuran bir vasıfla hitapta bulunmak asla insanî ve İslamî değildir: “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu mahcup etmez ve küçük düşürmez. Kişiye kötülük olarak Müslüman kardeşini küçük düşürmesi kafidir.”25
Efendimiz, müminin ne olmadığını tanımladığı bir hadislerinde, “Mümin, zem ve gıybetle insanların ırzlarını yaralayan, insanlara lanet okuyan ve başkalarına aşağılayıcı kötü sözler söyleyen kimse değildir.”26 buyurur ki bu da kötü/aşağılayıcı hitap ve sözlerle insanları rencide etmeyi açıkça yasaklar. Halbuki Efendimiz’in bu noktada tavsiye ettiği ölçü, muhataba, sevdiği ve sevineceği şekilde hitap etmektir. Zira O’nun beyanıyla, “Farzlardan sonra amellerin Allah’a en sevimli olanlarından biri de Müslüman’ı sevindirmektir.”27
Bu çerçevede Allah Resûlü, sahabilerine hitabıyla güzel örnek olmuş ve bunun en güzel misallerini de ümmetine sunmuştur. Mesela Efendimiz, Hz. Ebu Bekir’e, cehennemden azat olunmuş manasına “Atîk” ve çok sadık manasına “es-Sıddîk”; Hz. Ömer’e, hak ile batılı birbirinden ayırıp adaletle hükmeden anlamına “el-Fâruk” şeklinde hitap etmiştir. Hz. Osman’a iki kızını nikahladığı için “iki nur sahibi manasına “Zinnureyn” diye lakap takmıştır. Yine ilmin kapısı diye tarif ettiği damadı Hz. Ali’ye, “Haydar, el-Murtezâ, Esedullahi’l-Gâlib” ve onun tevazusunu da nazara vererek toprağın babası anlamında “Ebu Türab”; amcası Hz. Hamza’ya, Allah’ın aslanı anlamında “Esedullah” ve şehitlerin efendisi manasında “Seyyidü’ş-şühedâ”; Hz. Halid’e de Allah’ın kılıcı anlamında “Seyfullah” lakaplarını takarak, onlara sahip oldukları iyilik ve faziletleriyle hitap etmiş ve ümmetin nazarına vermiştir.
Sonuç
Allah Resûlü’nün hayatında bunun daha pek çok örneklerini göstermek mümkündür. O bu çeşit hitaplarıyla hem sahabilerini takdir hem de motive etmiştir. Onlar da O’nun bu hitaplarından çok memnun olmuş, Kendisine büyük bir medyûniyet duymuş ve bu güzel lakapların hakkını vermeye çalışmışlardır. Dolayısıyla ebeveyn-evlat ve muallim-talebe arasındaki sevgi, saygı ve samimiyeti güçlendirmede, eğitim-öğretimdeki başarıyı artırmada bu sünnet asla ihmal edilmemelidir. Çünkü güzel hitap, en doğru hitaptır. Doğruluktan maksat da hitabın hem vakıaya hem de Kur’ân ve Sünnet’in hitaplaşmada verdiği temel ilkelere uygun olmasıdır. İçinde sevgi, saygı, ihlas ve samimiyet barındıran, riya, sum’a ve ucuptan uzak yapılan hitaptır. Hep iyilik ve hayır gözetilerek rıfkla, mülayemetle, nezaketle ve dostça yapılan; dilden dökülen değil gönülden kopup gelen hitaptır. Müminleri birbirine yaklaştıran ve aralarındaki kardeşlik bağlarını güçlendiren; anne-babayı evlada, muallimi öğrencilerine, rehberi talebelerine sevdiren hitaptır. Hasılı, güzel hitap sahibinin bakışlarında sıcaklık, sohbetinde huzur, yüzünde sevgi ve şefkat, davranışlarında ise daima saygı nümâyandır.
Dipnot:
- Müslim, İman 95
- Bkz. Âl-i İmran Sûresi, 3/167; Fetih Sûresi, 48/11
- Tirmizî, Edeb 72
- Bkz. Müslim, İlim 4 (2670)
- Bkz. Buharî, İlim 11
- Bkz. Vâkıdî, II/353-355
- Buharî, Nikah 47; Ebû Dâvud, Edeb 95; Tirmizî, Edeb 63
- Nahl Sûresi, 16/125
- İsra Sûresi, 53
- Fussılet Sûresi, 41/33
- İbrahim Sûresi, 14/26
- İbrahim Sûresi, 14/24
- Müslim, Adab 2
- Bkz. Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, IV/13 (3499)
- Hûd Sûresi, 11/42
- Bkz. Meryem Sûresi, 19/42-45
- Bkz. Lokman Sûresi, 31/13-19
- Bkz. Yusuf Sûresi, 12/100
- Bkz. Sâffât Sûresi, 37/102
- Bkz. Buharî, Sulh 9; Müslim, Fedâil 54; Ebu Davud, Hatem 8; Tirmizî, Menâkıb 46, İlim 16; Heysemî, Zevâid, IX/181, 187
- Tâhâ Sûresi, 20/44
- Müslim, Birr 23/77 (2593)
- Müslim, Birr 23/74 (2592)
- Hucurât Sûresi, 49/11
- Tirmizî, Birr 18
- Tirmizî, Birr 48
- Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr (10923)
Allah razi olsun.çok guzel hazirlanmis.
sitedeki makaleler ismini birazcık düzeltip, sıralı yazı dizilerini art arda okumaya kolaylastirabilirseniz çok güzel olur. Iyi calismalar, Allah razı olsun
Allah razı olsun çok faydalı bir yazı daha. Allah, bizleri beyanlarını her zaman en güzel hitap sekliyle sunan kullarından eylesin inshallah.