Yeni bir saldırı ve Hendek

353

Yaklaşık bir yıldır Hicaz’da sulh ve sükûn hâkimdi; etrafta küçük çapta birileri hareketlenmeye başlamış olsa bile Allah Resûlü’nün feraset ve basiretiyle bunlar zamanında sezilmiş, kolluk kuvvetlerinin yerinde müdahalesi sonucu hepsi de etkisiz hâle getirilmişti. Ancak bu, aynı ortamın devam edeceği anlamına gelmiyordu.

Selâm İbn Ebi’l-Hukayk, Huyeyy İbn Ahtab, Kinâne İbn Ebi’l-Hukayk, Hevze İbn Kays ve Ebû Âmir gibi ileri gelen yirmi kadar Yahudi, kendi aralarında oturmuş yine kazan kaynatıyorlardı. Çok geçmeden bu ekip, soluğu Mekke’de almış ve Resûlullah’a karşı Kureyş’i kışkırtmaya başlamıştı. Şöyle diyorlardı:

– Muhammed’le savaşta biz sizinle birlikteyiz ve omuz omuza verip O’nun kökünü kazıyalım!

Teklif Kureyş’in hoşuna gitmişti; zaten böyle bir tepkiyi yıllardır onlardan bekliyorlardı. Hatta kaç defa mektup yazmışlardı ama bir türlü taleplerine cevap bulamamışlardı. Şimdi kendileri gelmiş, yıllardır arzu ettikleri teklifi bizzat kendileri talep ediyorlardı. Ebû Süfyân:

– Merhaba dostlarım! Hoş geldiniz! Bizim için en sevimli kişi, Muhammed’e düşmanlık konusunda bizimle birlikte hareket edip bize yardımcı olandır, diyordu. İçlerinden bir türlü atamadıkları Bedir’in intikamını almak için zaten fırsat kolluyorlardı.

Kureyş, Uhud sonrası meydan okuyarak “Buluşalım” dediği ikinci Bedir’e de gelememiş ve bu korkak tavrıyla dostları tarafından büyük tepkiyle karşılanmıştı. Şecaat ve kahramanlıklarındaki zaaf dilden dile konuşuluyor, gösterdikleri zaaf sebebiyle haklarında ileri geri laflar ediliyordu. En azından şimdi, sarsılan itibarlarını yeniden elde etme imkânları vardı; üstelik şimdi, Medine’deki Yahudiler de kendileriyle birlikte hareket etme sözü veriyorlardı. Birlikte hareket etmek iki taraf için de bulunmaz fırsattı, toplanacakları zamanı da aralarında anlaşarak ayrıldılar.

Bunun üzerine Ebû Süfyân, Kureyş’in her bir kolundan belli başlı kişileri seçerek toplam elli kişiyle birlikte Kâbe’ye geldi ve Kâbe örtüsünün altına girerek, kanlarının son damlasına kadar savaşacaklarına dair yemin üzerine yemin ettiler.

Kureyş’ten ayrılan Yahudi topluluğu, bu sefer de soluğu Gata­fan’da almış aynı teklifi onlara da yapıyordu. Hayber’in yıllık gelirinin yarısını kendilerine vereceklerini söylüyor ve Medine’ye saldırmaları durumunda kendilerini dünya malıyla zengin edeceklerini vadediyorlardı. Aynı zamanda Kureyş’in de kendileriyle birlikte savaşacağını haber verip, herkesin birlikte olduğu yerde sizler de bulunmalısınız mesajını iletiyorlardı; onlar da kabul etmişti.

Dur durak bilmeden bir tezgâh kuruluyordu. Kısa sürede Benî Süleym’e de gitmiş ve onları da ikna etmişlerdi. Bu gidiş, dikiş tutacak gibiydi ve sırasıyla bütün Arap kabilelerini dolaşmaya başladılar. Anlaştıkları her kabileye tarih veriyorlar ve o zamana kadar hazır olmalarını istiyorlardı. Neredeyse bütün kabileleri Allah Resûlü ve mü’minlere karşı savaşmaya ikna etmişlerdi. Bunun için Hendek Savaşı’na, kabilelerden toplama bir ordu olması yönüyle aynı zamanda Ahzâb da denilecekti.

Derken zaman gelmişti ve son vuruş için ilk hamle yapılmak üzereydi. Takvimler beşinci yılın Şevval ayını gösteriyordu. Dâ­ru’n-nedve denilen istişare meclislerinde sancak bağlayıp onu Osman İbn Talha’ya verdiler. Artık her şey tamamdı ve Ebû Süfyân kumandasındaki dört bin kişilik Mekke ordusu hareket etmiş, Medine’ye doğru yol alıyordu. Ordu içinde üç yüz at, bin beş yüz de deve vardı.

Bunu duyan kabileler de harekete geçmiş ve akın akın gelip Ebû Süfyân ordusuna katılmaya başlamıştı; Benî Süleym yedi yüz, Benî Fezâra bin, Eşca’ kabilesi dört yüz, Benî Mürre de dört yüz kişilik bir destek ile Ebû Süfyân’a destek çıkıyor ve Medine istikametinde yürüyen orduya katılıyordu. Çok geçmeden bu sayı, on bini bulacaktı. Neredeyse Medine’de bulunan ihtiyar, kadın ve çocuklar da dâhil herkese bir asker düşüyordu.

Yine geliyorlardı; kendilerini şerre kilitlemiş bu adamların uslanmaya niyetleri yoktu. Hâlbuki Medine ve Medenilerin onlara ne zararı vardı? Ancak küfrün mantığı yoktu ki! Öldürmeye kilitlenmiş ve beyinleri de kin ve nefretin esiri olmuştu. Ufukları sığ, dimağları da donuktu; kendi karakterlerinin gereğini yerine getiriyorlardı.

Yazar: Dr. Reşit Haylamaz/EFENDİMİZ isimli kitabından alınmıştır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.