UNUTULAN SÜNNETLERDEN: “SADELİK” 2
Allah Resûlü sade bir hayat yaşadığı gibi ezvâc-ı tâhiratı, evlatlarını ve etrafında bulunan ashabını da sade yaşamaya davet ve teşvik ederdi. Bunun hadis külliyatında pek çok örneklerini vermek mümkündür. Ancak biz bu makalemizde birkaç örnek vermekle iktifa edeceğiz:
Sadelikte Ezvâc-ı Tâhirâtı İkazı
Hicretin 5. yılından sonra, Müslüman toplumun maddî şartları nispeten iyileşti. Bunun üzerine ezvâc-ı tahirat da hayat standartlarının biraz daha iyileştirilmesini arzu ettiler. Allah Resûlü sahip olduğu konumu ve imkanlarıyla istese dilediklerini de onlara verebilirdi. Ancak gönüllü olarak daima sade bir hayat yaşamayı tercih eden Allah Resûlü onların bu talepleri karşısında çok üzüldü ve îlâ yaparak onlardan bir ay uzak durdu. Bu ayrılığın ardından nazil olan âyet, annelerimiz için de ağır bir imtihan oldu. Çünkü gelen âyetin talimatıyla boşanmayla yüz yüze kaldılar:
“Ey Nebi! Eşlerine de ki: ‘Eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzelce boşayayım. Yok, eğer Allah’ı, Resûlünü ve âhiret mülkünü isterseniz, haberiniz olsun ki Allah sizin gibi iyi hanımlara büyük mükâfat hazırlamıştır.”1
Gelen bu yönlendirme üzerine Allah Resûlü Hz. Âişe validemizden başlayarak: “Ben sana bir mesele arz edeceğim. Cevap vermede acele etme! Anne-babanla da istişâre ettikten sonra cevap verebilirsin.” dedi. Âişe annemiz: “O nedir ey Allâh’ın Resûlü?” diye sorunca, Efendimiz -aleyhissalatü vesselam- inen âyeti okudu. Bunun üzerine Hz. Âişe vâlidemiz hiç tereddüt göstermeden: “Sizi tercih meselesinde mi ailemle istişâre edeceğim? Buna gerek yok ki! Ben her zaman Allâh’ı, Resûlü’nü ve âhiret yurdunu tercih ediyorum.” karşılığını verdi. Diğer vâlidelerimiz de her türlü sıkıntıya katlanmaya razı olacaklarını belirterek sadeliği ve Efendimiz’i tercih ettiklerini/edeceklerini açıkça beyan ettiler.2
Sadelikte En Yakınlarını İkazı
Allah Resûlü kendisi sade bir hayat yaşadığı gibi aile çevresine de bunu öneriyordu. Sadeliği bozacak en küçük bir fazlalık gördüğünde ise o şey haram olmasa bile duyduğu rahatsızlığı hissettiriyordu. Bu konuda Resûlullâh’ın âzatlısı Hz. Sevbân’ın anlattığı şu vaka bunun en çarpıcı örneklerinden birisidir: “Allah Resûlü yolculuğa çıkacağında ailesinden en son, kızı Fâtıma’ya vedâ ederdi. Döndüğünde ise yanına ilk uğradığı kimse yine Fâtıma olurdu. O, yine bir yolculuktan dönmüştü. Hz. Fâtıma da kapısının üzerine bir perde asmış, ayrıca çocukları Hasan’la Hüseyin’e gümüşten iki bilezik takmıştı. Her zaman olduğu gibi Peygamber Efendimiz kızının evine gelmiş, ancak içeri girmemişti. Hz. Fâtıma, Resûlullâh’ın içeri girmeyişine hoşnut olmadığı bazı şeylerin sebebiyet verdiğini anladı ve derhal süslü perdeyi kaldırdı, çocukların koluna taktığı gümüş bilezikleri de çıkardı. Bunlardan birini iki çocuğuna paylaştırdı. Çocuklar da ağlayarak Efendimiz’in yanına gittiler. Allah Resûlü bu bilezikleri aldı ve: ‘Ey Sevbân! Bunları falan aileye götür. Hasan ve Hüseyin, benim Ehl-i Beyt’imdendir. Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine bahşedeceği güzellikleri dünya hayatında yiyip tüketmelerini istemiyorum. Şimdi git! Fâtıma’ya kemikten yapılmış bir gerdanlık ile çocuklar için yine kemikten yapılmış iki bilezik satın al, gel.’ buyurdu.”3
Allah Resûlü’nün bu açıklamalarından da anlaşılıyor ki O, ümmetine/insanlığa örnek olması gereken yakınlarına her zaman gösterişten uzak durmalarını ve sade bir hayat yaşamalarını ders veriyordu.
Yine bir gün Fatıma bint-i Hübeyre Allah Resûlünü ziyarete gelmişti. Kolunda bilezikler vardı. Allah Resûlü bileziklere vurarak onu uyarmıştı. Efendimiz’in bu uyarısını tam anlamayan Bint-i Hubeyre hemen huzurdan ayrılmış ve Hz. Fatıma’nın yanına gelmişti. Durumu kendisine anlatınca boynundaki altın zinciri çıkarıp “Bunu bana Hasan’ın babası Ali hediye etti ve ben bunu kullanıyorum.” dedi. O esnada içeriye giren Allah Resûlü kızının elinde altın zinciri görünce kendisine “Ey Fâtıma! Halkın, “Resûlüllah’ın kızının elinde ateşten bir zincir var!” demesi seni hoşnut eder mi?” buyurdu ve oturmadan hemen çıktı. Babasından bu uyarıyı alan Hz. Fatıma ise zinciri çarşıya gönderdi ve sattırdı. Parasıyla da bir köle satın aldırıp azad etti. Onun bu yaptıkları Allah Resûlü’ne anlatılınca Efendimiz “Fatıma’yı ateşten kurtaran Allah’a hamd olsun!” buyurdu.4
Sadelikte Ashabını Uyarması
Allah Resûlü, Ebû Ubeyde İbn-i Cerrâh’ı vergi tahsîli için Bahreyn’e gönderdi. Ebû Ubeyde topladığı vergilerle geri döndü. Ensâr, Ebû Ubeyde’nin geldiğini duyunca sabah namazının ardından Efendimiz’in yanına yaklaştılar. Allah Resûlü onları bu vaziyette görünce gülümsedi ve “Ebû Ubeyde’nin Bahreyn’den mal getirdiğini duydunuz herhâlde?” dedi. Ensâr “Evet, yâ Rasûlâllah!” dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz “Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler ümit ediniz. Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin de önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden ve bu yüzden dünyanın onları oyaladığı/helâk ettiği gibi sizi de oyalayıp helâk etmesinden korkuyorum.” buyurdu.5
Yine bir defasında Ensar’dan bir topluluk gelip Allah Resûlü’nden bir şeyler istediler; O da verdi. Ancak onlar kendilerine verilenle yetinmeyip tekrar talep ettiler. Efendimiz de elindekiler bitinceye kadar onlara dağıttı. Artık verebileceği hiçbir şey kalmayınca kendilerine sadelik ve azla yetinmeyi şu ifadelerle ders verdi:
“Yanımda bir şeyler olsaydı, onları sizden yine esirgemezdim. Ancak kim insanlara el açmaktan sakınır, iffetli davranırsa, Allah onun iffetini arttırır. Kim elindekiyle yetinir, tok gözlü yaşarsa, Allah onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır. Kim de sabretmeye gayret ederse, Allah da ona sabır verir. Hiçbir kimseye, sabırdan daha hayırlı ve daha büyük bir lütufta bulunulmamıştır.”6
Yine bir gün Allah Resûlü’nün yanına bir sahabisi gelir ve kendisine “Yâ Resûlâllah! Bana öyle bir amel söyle ki onu yaptığım zaman beni Allah da sevsin, insanlar da.” der. Allah Resûlü ona sade yaşamı tercih etmenin bunu beraberinde getireceğini şöyle ifade buyurur: “Dünyaya karşı zahit ol, sade yaşa ki Allah seni sevsin. İnsanların ellerinde bulunan şeylere karşı zahit ol/onları isteme ki insanlar da seni sevsin.”7
Abdullah İbn-i Amr anlatıyor: “Bir gün toprak evimizi tamir ediyor, yıkılan taraflarını yeniden onarıyorduk. Derken Allah Resûlü çıkıp geldi ve ‘Bu nedir? Ne yapıyorsunuz?’ diye sordu. Biz de ‘Bu bizim kerpiçten yapılmış küçük bir evimiz. Bunu tamir etmeye çalışıyoruz!’ dedik. Bunun üzerine Allah Resûlü ‘Ben, -ölümün, kabrin kıyametin ve haşrin- insanı, ihtiyaçtan fazla kendisi için yapacağı şeylerden daha hızlı gelip yakalayacağını görüyorum.’ buyurdu.”8
Ashabın Hayatından Bazı Sadelik Örnekleri
Allah Resulü’nün verdiği bu ölçülere göre hayatını dizayn eden ashab-ı kiram sadeliğin en güzel örneklerini ortaya koymuşlardır. Mesela sade ve mütevâzi yaşamayı, şatafattan uzak kalmayı seven Hz. Ebû Zer el-Gıfârî‘ye beytü’l-mâlden dört bin dinar tahsis edildiği hâlde, o hayatında sadeliği esas aldığından dolayıdır ki kendisine verilenin pek azıyla yetinir, çoğunu ise fakirlere dağıtır.9 İki dirheme sahip olan kimsenin, bir dirhemi olana göre hesabının daha çetin olacağını söyleyen bu sadelik kahramanı sahabi, kendisine Şam valisi tarafından gönderilen üç yüz dinarı kabul etmez ve şöyle diyerek geri çevirir: “Vâli, bizden daha garip bir kimse bulamadı mı? Bizim en azından başımızı sokacağımız bir evimiz, istifade edeceğimiz koyunlarımız ve bir de çobanımız/hizmetçimiz var. Bundan daha fazlasına sahip olmaktan korkarım.”10
Bir gün Hz. Ebû Bekir’e (r.a) bal şerbeti ikrâm edilir. Ancak o, şerbeti ağzına yaklaştırdığında ağlamaya başlar. Bunu gören arkadaşları da çok duygulanır ve gözyaşlarını tutamazlar. Kendisine ağlamasının sebebi sorulunca şu cevabı verir: “Bir defasında Allah Resûlü ile bulunuyordum. O esnada “Uzaklaş benden, uzaklaş benden!” diyerek, bir şeyi yanından kovmaya çalıştığını gördüm. Fakat ben bir şey göremiyordum. Ne olduğunu öğrenmek isteyince, bana şunları söyledi: “Dünya bütün varlığıyla bana gösterildi. Ona, ‘Benden uzaklaş!’ dedim. O da uzaklaştı ancak şöyle seslendi: Allah’a yemin olsun ki, benden kaçıp kurtulsan da, Sen’den sonra gelenler benden kaçamayacaklar!” İşte ben de dünya sevgisine kapılıp gidenler arasına girmekten korktum ve bu sebeple ağladım.”11
Hayatının sonuna kadar sadeliğe dikkat eden Hz. Ebû Bekir, halifeliği sırasında da oldukça dikkatli bir hayat yaşar. Vefat etmeden önce kendisine ait bir arsanın satılarak hilâfeti müddetince maaş olarak devlet hazinesinden kendisine ödenen miktarın geri verilmesini vasiyet eder.12
Hz. Ömer’e Yapılan Maaş Teklifi
Hz. Ömer‘in (r.a) hilafeti döneminde Sûriye, Filistin, Mısır ve İran gibi beldeler fethedilir ve İslâm devletinin sınırlarına dahil edilir. Şam bölgesinin ve İran’ın hazineleri Medîne-i Münevvere’ye akmaya başlar. İslâm toplumunun refah seviyesi yükselir. Fakat mü’minlerin emîri Hz. Ömer, devletin bunca zenginlemesine rağmen sadeliği ve mütevazi bir hayatı tercih eder; eski ve yamalı elbiselerle yetinir. Hazineden kendisine yetecek kadar çok az bir ücret aldığı için maaşı kendisini ve ailesini geçindirmeye yetmez; bundan dolayı bazen de borca girer.
Onun bu durumunu yakından bilen ashabın ileri gelenlerinden bir grup, nafakasını/maaşını artırmak isterler. Fakat bunu teklif etmekten çekindikleri için önce düşüncelerini kızı Hz. Hafsa’ya açarlar. Kimliklerini vermeyerek, babasına bu teklifi götürmesini isterler. Hz. Hafsa validemiz de babasına bu konuyu aktarır. Hz. Ömer ise bu teklif karşısında “Kızım! Sen Resûlüllah’ın hanımısın. Onun yeme-içme ve giyinmede temel ölçüsü nasıldı?” diye sorar. O, “Ancak hayatını devam ettirecek kadar idi.” diye cevap verince Hz. Ömer, “İki dostum (yani Resulullah ve Hz. Ebû Bekir) ve ben, aynı yolda giden üç yolcuya benzeriz. İlk yolcu hedefine vardı. İkincisi de (Hz. Ebû Bekir) aynı yoldan giderek O’na kavuştu. Üçüncü yolcu olarak ben de hiç çizgi değiştirmeden onlara ulaşmak isterim. Eğer istikametimi bozar fazla yükle gidersem onlara yetişemem. Yoksa sen, bu yolun üçüncüsü olmamı istemez misin?” der.
Sonuç
Ashab-ı kiramı örnek bir nesil konumuna yücelten değerlerin içinde sadelik de vardır. Onların sadelik anlayışı ve sade yaşantıları hem inandıkları gibi yaşamalarına hem de örnek alınmalarına vesile olmuştur. Bugün insanlığa yeni bir renk ve güzellik katmak isteyenler de onları örnek almalı; sade ve mütevazi bir hayatı tercih etmelidirler. Aksi takdirde “dünyevîleşme” yani dünyaya dalıp gitme mukadderdir ki Kur’ân ve Sünnet de bu tehlikeye karşı mü’minleri özellikle uyarır.
Yazar: Selim Koç
Sitemizin yazarlarından Selim Koç, 1987 yılında Uludağ Ünv. İlahiyat Fakültesinde lisans eğitimini tamamladı. 1992. yılında aynı fakültede hadis ilimlerinde yüksek lisansını bitiren yazarımız, 2002 yılında Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tefsir alanında doktorasını tamamladı. Yazar, aynı yıllarda Tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf alanlarında özel dersler almaya da devam etti. Yıllardır siyer alanında da okumalar yapan ve makaleler kaleme alan yazarımız sekiz yıldır sitemizde düzenli olarak yazmaktadır. Yazarımız, 1,5 yıl kadar Mekke ve Medine’de ikamet etmiş ve Allah Resûlünün hayatıyla ilgili pek çok mekanlara gitmiş ve özel araştırma ve incelemelerde de bulunmuştur.
Dipnot:
- Ahzâb Sûresi, 33/28, 29
- Müslim, Talâk 4/29-35 (1478)
- Ebû Dâvûd, Tereccül 21 (4213)
- Nesâi, Zinet 39 (5140)
- Buhârî, Rikâk 7 (6425); Müslim, Zühd 1/6 (2961)
- Buhârî, Zekât 50 (1469); Müslim, Zekât 43/124 (1053)
- İbn-i Mâce, Zühd 1 (4102)
- İbn Mâce, Zühd 13 (4160)
- Ebû Nuaym, Hilyetül-Evliya, I/163
- Ahmed İbn Hanbel, Zühd, s. 147
- Ebû Nuaym, Hilye, I/30-31
- İbn-i-Esîr, el-Kâmil, II/428-429