Sevr’de İlk Gün ve Hz. Ebu Bekir’in Hassasiyetleri (28 Safer Hicrî 1)
Arkadaşı Hz. Ebû Bekir’i de yanına alan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Sevr’in zirvesine gelince zirvedeki mağaraya önce Hz. Ebû Bekir girmek istedi. Zira, karşılaşabilecekleri her türlü olumsuzluğu, önce kendi sinesinde söndürüp Habibine herhangi bir zararın gelmesine engel olmalıydı. Hz. Ebû Bekir’ce bir hassasiyetti bu. Bütün telâşı, İnsanlığın Emîni’ne bir tozun dahi konmasını istememesinden kaynaklanıyordu. Bu yüzden, üstündeki libasını parçalamıştı; zararlı hayvanların Allah Resûlü’ne ilişmemeleri için deliklerini kapatıyordu. Kapatamadığı iki delik kalmıştı; bunlar için de bir çözüm üretmiş, ayağının biriyle birini, diğeriyle de öbürünü kapatarak Efendisi’ni buyur etmişti. Hz. Ömer’in yıllar sonra, “Mağaradaki o gecesine bütün amelimi verirdim.” diyerek gıptayla baktığı Hz. Ebû Bekir’i, ayağıyla kapattığı delikten yılan sokmuş; ama o, Efendimiz’i rahatsız etmemek için dişini sıkıp, bir kez olsun “ah” etmemişti. Nihayet, gözünden akan yaş ve alnından dökülen soğuk terler, Efendimiz’in dikkatini çekip de:
– Sana neler oluyor yâ Ebâ Bekir, diye sebebini sorduğunda:
– Anam-babam Sana feda olsun yâ Resûlallah! Yılan soktu, diyebilmişti. Bunu söylerken de, üzerinde olabildiğince bir mahcubiyet hâkimdi; kendisine ait bir durumdan dolayı Efendimiz’in üzülmesini ve kıymetli zamanını böyle bir meseleyle meşgul etmeyi istemiyordu. Bunun üzerine Efendiler Efendisi, yaranın üzerine hafifçe tükürüğünü serpecek ve ardından da, şifa bulması için Rabbine dua edecekti. Bir anda her şey, yeniden normale dönüvermişti; sanki bu hadise, hiç olmamış gibiydi. Çünkü Ebû Bekir’de, acı adına hiçbir şey kalmamıştı.1
Onlar Sevr’deyken Hz. Ebû Bekir’in ailesi de üzerlerine düşen görevi yapmaya başlamışlardı. Zira;
Kızı Esmâ’ya da evden ayrılırken tembih etmişti Hz. Ebû Bekir; Sevr’de kalacakları günlerde arkadan azık hazırlayıp gönderecekti. Esmâ, hassasiyetle yiyecek ve içecek hazırlıyor, hazırladıklarını da küçük bir torbanın içine koyarak ağzını bağlayıp öyle gönderiyordu. Hatta, torbanın ağzını bağlayacak ip bulamamış ve annesinin de talimatıyla belindeki kuşağı çözerek ikiye ayırmış ve her iki torbayı da bu iple bağlamıştı. Ve, bundan dolayı da kendisine, iki kuşak sahibi mânâsında ‘zünnitakayn’ denilecekti.2
Bir başka tedbiri daha vardı Hz. Ebû Bekir’in; koyunlarını otlatan çoban Âmir’i yanına çağıracak ve yol alırlarken arkalarından koyunlarını sürüp, böylelikle geride bıraktıkları izleri yok etmesini söyleyecekti.3 Zira biliyordu ki Mekkeliler, iz sürmekte mahir idiler ve böyle bir tedbire müracaat edilmediği yerde, sebepler açısından kendilerini fark ederler ve başlarını zora sokarlardı.
Hz. Ebû Bekir’in oğlu Abdullah da, çoban Âmir’le münavebeli olarak yanlarına gelecek ve Esmâ’nın hazırladığı azıkla birlikte, burada kaldıkları süre içinde kendilerine Mekkelilerin haberini getirecekti. Akşamları mağaraya gelen Abdullah, sabahın erken saatlerinde yine buradan ayrılacak ve bu süre içinde de Âmir, koyunlarıyla birlikte gelip onları Sevr’de otlatmaya başlayacaktı. Ve bu, orada kaldıkları her gün için yaşanacak bir hadiseydi. Aynı zamanda bu vesileyle, bu mübarek ve kutlu yoldaki en değerli yolcularının süt ihtiyaçları da karşılanmış olacaktı.4
Dipnot:
- Bkz. Muhibbuttaberî, er-Rıyâdü’n-Nadıra, 1/450. Hatta Hz. Ömer (radıyallahu anh), bu rivayetinde Hz. Ebû Bekir’in (radıyallahu anh) bu sebepten dolayı öldüğünü de vurgulamaktadır.
- Bkz. Buhârî, Sahîh, 3/1087 (2817). Bu tavrını sonradan duyduğunda Allah Resûlü (s.a.s.) kendisine iltifat edecek ve “Senin o iki kuşağına bedel Allah, cennette iki kuşak verecektir.” buyuracaktı.
- Buhârî, Sahîh, 3/1419 (3692)
- Bkz. İbn Hişâm, Sîre, 3/12