Medine’de İlk Hutbe
Kuba’ya kurulan minbere İnsanlığın Hatibi çıkmış, ümmetine seslenmek üzereydi. Aynı zamanda bu, O’nun Medine’deki ilk hutbesiydi. Önce Rabbine hamdetti; lâyık olduğu şekilde O’nu bütün noksanlıklardan tenzih ediyor ve ardından da, övgü dolu cümlelerle Allah’ı senâ ediyordu. Ardından, cemaate yöneldi ve şunları söyledi:
– Ey insanlar! Kendiniz için, ahiretiniz adına istikbalinize yatırım yapın; yarın bunların hepsini görüp bileceksiniz! Allah’a yemin olsun ki, sizden biri yarın aklı başına gelip de koyunlarını çobansız olarak yalnız bıraktığında, Rabbiyle baş başa kalacak; arada hiçbir tercüman veya perde olmadan Allah (celle celâluhû), ona soracak:
– Sana peygamberim gelip de tebliğde bulunmadı mı? Ben de sana, bu kadar mal verip de onları önünde yığmadım mı? Peki, öyleyse sen, bugün için ne yatırım yaptın?
Bu hitaba muhatap olan insan, önce sağ ve soluna bakar; tutunabilecek hiçbir dal bulamaz! Sonra önüne bakar; bütün dehşetiyle birlikte önünde cehennem durmaktadır! Sizden her kim, yarım hurma dahi olsa cehennemden kendini sakındırabiliyorsa bunu mutlaka yapsın! Şayet, bunu da bulamıyorsa, en azından güzel söz söylesin! Çünkü burada her bir iyilik, en az on kat olarak karşılık görür ki bu, yedi yüz kata kadar çıkabilmektedir.
Allah’ın rahmet ve bereketi üzerinize olsun!
Bu hitabet, hutbenin ilk bölümünü oluşturuyordu ve minbere kısa bir müddet oturup ayağa kalkan Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), şöyle devam etti:
– Şüphesiz ki hamd, Allah içindir; Ben de O’na hamd eder ve yine yardımı da O’ndan dilenirim. Nefislerimizin şerrinden O’na sığınır, amellerimizin kötü olanlarından da yine O’nun rahmetine iltica ederiz. Şüphe yok ki, Allah’ın hidayet verdiğini dalâlete ulaştıracak yoktur; dalâlette ısrar edip de artık kalbine mühür vurulanı da hidayette tutmaya kimse güç yetiremez!
Ben şehadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur; O tektir ve şeriki yoktur. Sözün en güzeli, Allah’ın kitabıdır! Şüphesiz ki her kime Allah (celle celâluhû), küfürden sonra iman iklimini nasip etmiş; kalbini iman nuruyla tezyin edip de, insanların alımlı sözleri yerine Rabbin kalıcı ifadelerine râm olmayı nasip etmişse artık o, kurtulmuş demektir. Şüphe yok ki Allah kelamı, sözün en güzeli, en güzel ve ahenkli olanıdır.
Sizler, Allah’ın sevdiklerini sevin ve kalplerinize Allah sevgisini yerleştirin! Allah kelâmı karşısında asla usanma konumunda kalıp da zikir-i ilahiden uzak kalmayın ki, kalbiniz katılıkla baş başa kalmasın! Çünkü Allah (celle celâluhû), yarattıkları arasından bazılarını tercih edip diğerleri arasından onları seçer!
Amellerin en hayırlısını Allah bize bildirmiş ve önümüze koymuş, kulları arasından bazılarını seçerek rehber yapmış ve sözlerin içinden de en güzel ve salih olanları açıkça beyan etmiştir. İnsanlara verilen helal ve haram ne varsa artık bunlar, tebeyyün etmiş, gizli bir şey kalmamıştır.
Gelin, Allah’a kulluk yarışına girin ve asla O’na, başka bir şeyi şerik koşmayın! O’ndan, takvanın gerektirdiği gibi bir haşyet duyup rahmetine iltica ümidiyle şahlanıp azabı karşısında da titreyin! Ağzınızdan çıkanların en salih olanlarıyla Allah huzurunda sadakatinizi ispat edin! Allah’ın rahmet ve bereketiyle aranızdaki muhabbetinizi artırın! Şüphesiz ki Allah (celle celâluhû), ahdinin yerine getirilmemesinden hoşnut olmaz ve bunu yapanlara buğzeder.
Allah’ın selamı, hepinizin üzerine olsun!1
Ruh ve kalbi doyuran bu seslenişten sonra da Cuma namazını kıldırdı Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem). Namaz sonrasında ise, yeni bir yolculuk daha başlayacaktı; bu yolculuk, öncekine nispetle daha kısa ve hedeflenecek yer de, daha kalıcı bir yurttu. Neccâroğulları silahlarını kuşanmış ve Efendimiz’i almaya gelmişlerdi. Önde Efendimiz ve arkasında da Hz. Ebû Bekir’le birlikte yeniden yola çıktılar. Neccâroğulları, etrafında pervane olmuş; adeta etten bir duvar örmüşlerdi.2
Aradan dört gün daha geçmiş ve yine bir pazartesi günü Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), yanında Sıddîk-i Ekber’le birlikte Medine’ye yönelmişti. Artık bu yöneliş, on yıl devam edecek bir sürecin başlangıcı anlamına geliyordu.3
Dipnot:
- İbn-i Hişâm, Sîre, 3/30, 31
- Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre, 3/22-23
- Efendimiz’in Kuba’da kaldığı süreyi dört gün şeklinde anlatan rivayetler de vardır. Buna göre, Pazartesi günü geldiği Kuba’dan, Cuma namazını kıldıktan sonra ayrılmış ve Medine’ye gelmiştir. Başka bir rivayette ise, Efendimiz’in Medine’ye geliş zamanı, Rebîülevvel ayının son on iki veya son iki günü olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki Efendimiz (s.a.s.), Rebîülevvel ayının ilk pazartesi günü çıktığı hicret yolculuğunda, Rebîülevvel ayının sekizinci günü Kuba’ya gelmiştir. Burada dört gün veya bir hafta kaldıktan sonra yine aynı ayın on ikisi veya on dokuzu olan cuma günü Medine’ye girdiği söylenebilir. Bkz. İbn-i Hişâm, Sîre, 3/22,23; İbn-i Sa’d, Tabakât, 1/233