Karanlık Odakların Şerrinden, Rabbine Sığın!
Hz. Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) peygamberliğini ilan ettiği günden itibaren O’na düşmanlığa odaklanan Mekkeli müşriklerin ileri gelenlerinden Velid İbn-i Muğire, Ebû Cehil, Ebû Leheb ve Ümeyye İbn-i Halef gibi kişiler, bazen Darunnedve’de bazen de kendi evlerinde gece gündüz yaptıkları gizli toplantılarda O’nun davasını çürütme ve hezimete uğratma adına planlar yaparlar.
Karanlık kurul, risaletin başında kurulur ve hiç hız kesmez. Kur’ân’ın ve O’nun fert ve toplum üzerindeki tesiri kırma adına yapacakları ithamları ve atacakları iftiraları bu toplantılarda belirlerler. Alınan kirli kararları, kadınlara duyurma ve onlar arasında yayma görevini ise Ebû Leheb’in karısı Ümmü Cemil üstlenir.
Bu düşman ruhlar, hicret öncesi Allah Resûlü’nü öldürme planını da Darunnedve’de yaparlar. Onların bu haince planlarına karşılık Allah,”Ey Resûlüm! Hani o kafirler, İslam’ı tebliğinin önünü almak için Seni yakalayıp hapsetmek veya geceleyin ani bir baskınla öldürmek ya da öz yurdundan çıkarmak maksadıyla Sana karşı sinsice tuzaklar kuruyorlardı. Fakat onlar bu planlarla uğraşırken, Allah da onların bütün hesaplarını altüst edecek bir plan kuruyordu. Nitekim onlar hep tuzak kurmuşlar Allah da onların tuzağını sürekli boşa çıkarmıştır; zira Allah tuzakları boşa çıkaranların en hayırlısıdır.”1 buyurur; elçisini, düşmanlarının eline teslim etmeyeceğini ve onların tuzaklarını boşa çıkaracağını haber verir.
Plana göre evinin etrafını geceleyin gizlice kuşatacak ve O dışarı çıkınca da üzerine hep birden saldırıp öldüreceklerdi. Hem gecenin karanlığında hem de karanlık bir odak tarafından öldürülünce de fail-i meçhul bir cinayet olarak kalacak ve Haşimoğulları’ndan hiçbir kimse kan davası güdemeyecekti.
Planı haber alan Allah Resûlü, hicret için Hz. Ebû Bekir üzerinden gerekli hazırlıkları yapar ve ardından Hz. Ali’yi çağırır ve şu tembihatta bulunur: “Yatağımda bu gece sen uyuyacaksın. Şu yeşil hırkamı da üzerine ört. Bir de korkma! Sana hiçbir zarar veremeyecekler.”2 Gecenin en yoğun karanlığında Rabbine sığınarak kapıyı açıp evinden çıkar, evini kuşatan karanlık ruhlu kimselerin yüzüne serptiği kumların Allah’ın inayetiyle gözlerine isabet etmesiyle aralarından geçip gider ve hicret yolcuğu için yola koyulur.
Medine’ye hicretten sonra düşmanlıkta Mekkeli müşriklerin yerini alan münafıklar da gece gündüz boş durmaz; İslam toplumunun birbirine düşmesi ve dağılması için plan üstüne planlar yapmaya başlar. İman etmedikleri halde mü’min gözükmeye çalışır; Resûlullah’ın huzurundayken O ne söylerse kabul eder; ayrılıp gidince mü’minlere tuzak kurmak için geceleri gizlice bir araya gelirler.
Kur’ân, “Onlar yüzüne karşı ‘Emrindeyiz!’ diyorlar. Fakat içlerinden bir kısmı, senin yanından ayrılır ayrılmaz, gece sabahlara kadar toplanıyor ve önceki söylediklerinin tam tersi planlar yapıyor, tuzaklar hazırlıyorlar. Fakat Allah karanlıklarda/gizli ortamlarda kafa kafaya verip neler kurduklarını biliyor ve yazıyor. Sen onların bu ikili/tutarsız tavırlarından yüz çevir; onların bu tür faaliyetlerine karşı tedbir al, üzerine düşenleri yap. Sana zarar verirler diye de korkma, Allah’a güven! Zira güvenilir bir vekil olarak sana Allah yeter.”3
“Haydi onlar yaptıklarını/tuzaklarını insanlardan gizleyebilirler diyelim, fakat Allah’tan gizleyemezler ki! Çünkü zifiri gecede Allah’ın razı olmadığı bir söylemi/planı tasarladıkları an bile Allah onların yanı başındadır. Çünkü Allah onların yaptığı/işlediği her şeyi çepeçevre kuşatandır.”4 buyurur; onların iç yüzlerini ve gece toplantılarını Allah Resûlü’ne haber verir.
Münafıklar sadece müşriklere yardım etmez aynı zamanda Yahudi ve Hıristiyanları da Müslümanlara karşı kışkırtmak için geceli-gündüzlü koştururlar: “Kalplerinde inkâr hastalığı bulunanların Yahudi ve Hıristiyanlara yardım etmekte yarıştıklarını ve ‘Başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz.’ diyerek onların tarafını tuttuklarını görürsün. Ama Allah müminler için bir bir zafer takdir ettiğinde veya kendi katındaki planlardan birini gerçekleştirdiğinde, o iki yüzlüler kendi içlerinde gizledikleri düşüncelerden dolayı vicdan azabı duymaya başlarlar.”5
1) Allah, Resûlü’nü İlticaya Yönlendirir
Allah Resûlü, ömrünü İslam’a düşmanlığa adayan bu karanlık kurullara karşı bir taraftan fiili tedbirler almaya öte yandan geceleri dahi boş durmayan bu gürûha karşı özellikle “gece ibadetine ve Rabbine sığınmaya” yönlendirilir:
“Ey peygamberlik elbisesine bürünen/tebliğin meşakkatlerini yüklenen Nebi! Gece biraz ilerleyince namaz için kalk. Gecenin yarısı kadar yahut ondan biraz eksilterek ibadet et. Yahut o yarının üzerine ilave edip arttır. Gece kulluğunda Kur’ân’ı da açık açık, tane tane oku. Gerçekten biz sana ağır sorumluluklar yükleyen bir mesaj vahyedeceğiz. Muhakkak ki geceleyin kalkıp ibadet etmek daha tesirlidir ve Kur’ân okuyuşu bakımından daha düzgün daha etkili ve daha sağlam bir tilavet sağlar.”6
Gündüzün farklı meşgalelerinin olduğunu da dile getiren vahiy, O’na Hakk’a adanmışlığı ders verir: “Ama hem gece hem gündüz Rabbinin adını an ve bütün varlığınla kendini O’na ada!”7
Bu ilahi emirler ile gece-gündüz kendisine karşı kurulan komploları ve yapılan saldırıları savmak için Allah ile irtibatının sağlam olması ve manevi donanımını yüksek tutması gerektiği kendisine öğretilen Nebi (sallallahu aleyhi vesellem)’e teheccüd namazı da farz kılınır: “Sana mahsus bir ibadet olmak üzere gecenin bir kısmında kalkıp Kur’ân oku, teheccüd namazı kıl. Böylece Rabb’inin Seni makam-ı mahmuda (övülmüş bir konuma) eriştireceğini umabilirsin.”8
Bir taraftan bu ibadetleri eda eden Allah Resûlü, diğer taraftan Rabbine sığınmaya da dikkat eder; akşam ve sabah dualarında İhlas, Felak ve Nâs sûrelerini de üçer defa okuyarak Rabbin’e sığınır. Bununla da yetinmez bu üç sûreyi gece istirahate çekilmeden önce üçer kez okuyup avuçlarına üfler ve vücudunda ellerinin ulaştığı her yeri sıvazlar; insî-cinnî karanlık çetelerin plan ve tuzaklarından; tasallutundan Rabb’ine yönelir, O’nun havl ve kuvvetine iltica eder. Nitekim Felak sûresinde de kendisine sığınılması gereken şerlerden birisi de karanlık ve karanlık güçlerdir.
2) Bastıran Karanlığın Şerrinden
“De ki, ey Resûlüm! Bastıran zifiri karanlığın/gecenin şerrinden de, şafağın Rabb’ine sığınırım.” ومن شر غاسق اذا وقب9 Halbuki karanlığın/gecenin bizatihi kendisi şer değildir. Aksine gecenin bereketi belki de şerrinden daha fazladır. Bunun içindir ki gece ibadeti, seher vakitleri Allah katında farklı değere sahiptir. Dolayısıyla gecede şer/kötü olan, karanlıktan istifade ederek iş çeviren; insanlara maddi-manevi zarar vermeye çalışan şer odaklarıdır. Onun için burada bastıran ya da çöken karanlık, tabiattaki fiziki bir hadiseyi açıkladığı gibi insanlığın üzerine kara bulutlar gibi çöken tüm karanlık odakları, düşünceleri, planları, fitneleri; her çeşit şirk ve cehaletten kaynaklanan kötülükleri/şerleri de ihtiva eder.
Bütün bunlar karşısında Allah Resûlü ve mü’minler “Felak’ın/sabahın Rabb’ine” sığınmaya davet ve teşvik edilir. Niçin şafağın Rabb’i? Zira Allah Resûlü ve inananlar, insanlığı karanlıklardan aydınlağa çıkarmaya taliptir. Vahiy, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gönderilmiştir. Karanlıkta yaşamaya meftun ruhlar ise insanlığı aydınlıklardan nice karanlıklara mahkum etmek isterler.10
Onun için Kur’ân’ın nuruyla aydınlığa eren her mü’min, ne yaşarsa yaşasın ümitsizliğe düşüp, yeis bataklığına/karanlığa saplanmanın şerrinden, şafağın Rabb’ine sığınır. Çünkü o meselelere/olaylara bakarken Allah’ın nuruyla bakar11 ve değerlendirmelerini karanlıkta değil daima şafağın/ümidin aydınlığında yapar.
Aklını, iradesini, cesaretini, imanını ve teslimiyetini bastıracağı zaman cehaletin ve şehvetin şerrinden ve onların vereceği zararlardan da yine safağın Rabb’ine sığınır. Karanlık üstüne karanlıkların yaşandığı fitne dönemlerinde, gözlerin kör kulakların sağır olmasından, kalplerin ise hakikate karşı perdelenmesinden, onu koruyup aydınlıklara çıkaracak şafağın Rabb’ine iltica eder.
Böylesi kaos/imtihan dönemlerinde ağzını açtığı zaman yılan gibi zehir akıtan ve insanların içini karartan ruhların hem kendisini hem de toplumu zehirlemesine karşılık, sabahı ortaya çıkardığı gibi gerçekleri de en kısa zamanda ortaya çıkarması için “Fâliku’l-isbâh” Rabb’ine yalvarır/yakarır. Karanlık odak ve kurullar, büyük bir kin, nefret ve düşmanlık duygularıyla üzerlerine gelip kendilerini bitirmek istediğinde o, bu zalim güruhun oyunlarından sabah aydınlığını yaratan Rabb’ine sığınır. Belini büken bela ve musibetler karşısında karamsarlığa kapılıp batıla teslim olmanın, zalime beyat edip zulmü alkışlamanın şerrinden yine sabahın ve “Fâliku’l-habbi ve’n-neva” olan baharın Rabb’ine sığınır.
Zira “Fâliku’l-isbâh” Allah, “arz ve semâvâtın nurudur…”12 İnsanoğlunu, cehalet karanlıklarından ilim aydınlığına çıkaran, dalaletten kurtarıp hidayete erdiren O’dur. O, güneş ve ay gibi ışık saçan cisimleri yaratmak suretiyle semaları ve yeryüzünü karanlıktan kurtarıp aydınlattığı gibi, göklerde ve yerde olanları da Kur’ân ile sapkınlıktan kurtarıp aydınlığa erdirendir. Dolayısıyla mü’minleri üzerlerine çökecek bütün karanlıklardan koruyacak ve kurtaracak olan O’dur. Fakat onlara düşen bu istikamette kavli duaların yanında fiili gayret göstermektir. O, yarattığı geceyi güneş ile gündüze çevirip maddi dünyalarını aydınlatmakla kalmaz; gönderdiği kitaplar ve elçiler ile manevi dünyalarını da nurlandırır.
Bunun bir şükrü olarak Allah Resûlü sabah akşam mü’minlere bu nimeti ilan ile O’ndan af dilemeyi öğretirken “Göklerin ve yeryüzünün kendisiyle parıldadığı/aydınlandığı, Zat-ı ecelli a’lânın nuru hürmetine, Senin olan her bir hak hürmetine ve Senden isteyen kulların hürmetine, Senden beni bu sabah ve bu akşam affetmeni ve kudretinle ateşten korumanı istiyorum.”13 buyurur ve meseleyi yine zatının arz ve semaları aydınlatan nuru üzerinden seslendirir. Nitekim Allah Resûlü de her akşam yaptığı dualarında karanlığın/gecenin getireceği maddî-manevî tehlikelere karşı Rabbine sığınır ve gecenin nurunu, hidayetini ve bereketini talep eder.14
Bunun yanında fiili dua olarak da çeşitli tavsiyelerde bulunur: “Gece olmaya başladığı zaman çocuklarınızı dışarı salmayın! Çünkü şeytanlar yeryüzünde o saatlerde dağılırlar. Yatsıdan bir miktar geçtikten sonra ise onlara da müsaade edebilirsiniz. Bir de geceleyin kapılarınızı kilitleyip Allah’ı zikretmeyi, lambaları kapatıp yine Allah’ı anmayı, kaplarınızın ağzını bağlayıp Allah’ı zikretmeyi, tencerelerinizin kapaklarını örtmeyi ve yine Allah’ı zikretmeyi ihmal etmeyin.”15 Yine gecenin getireceği yangın tehlikesine karşı da yakılan ateşlerin söndürülmesini emreder.16 Buna göre, gecenin getireceği her türlü şer ve tehlikelere karşı alınacak fiili tedbirler sünnet kapsamında değerlendirilmelidir.
3) Karanlık İşlere Düşkün Kimselerin Şerrinden
Sûrede üzerinden durulan ve Felak’ın Rabb’ine sığınmamız istenilen şerli ve tehlikeli ilk zümre sihir, büyü ve politika gibi gizemli, karanlık işlerle meşgul olanlardır. Bu kimseler, farklı yöntemlerle ya da çeşitli plan ve karanlık hücre faaliyetleriyle insanoğlunun kalp, duygu ve beynini kontrol altına onları yığına dönüştürmek isteyen; böylece onu istediği gibi her türlü emellerine alet etmeye çalışan sahtekâr ve düzenbazlardır: “De ki, ey Resûlüm! Karanlık işlere düşkün tüm insanların şerrinden, şeytanî bir takım tılsımlar okuyup düğümledikleri iplere üfleyen büyücülerin/üfürükçülerin şerrinden, ilişkilere fesat karıştırarak insanları birbirine düşürmeye çalışan fitnecilerin şerrinden sabahın Rabb’ine sığınırım” ومن شرالنفاثات في العقد 17
Ayette geçen “en-Neffâsât” kelimesi Arapça’da, sadece büyücülüğü değil bütün esrarengiz uğraşları tanımlamak için kullanılan bir ifadedir.18 Ayetteki, النفاثات kelimesini, sadece tek manasıyla ele alıp “düğümlere üfleyen falcı ve büyücü kadın ya da kişilere” hasretmek doğru değildir.
Buna göre meali, kelimenin farklı manalarını da gözeterek vermek daha isabetlidir. Dolayısıyla ayet, kelimenin geniş manasıyla ele alındığında, içtimâi hayatta pek çok karşılığını göstermek mümkündür. Mesela politika anlayışlarını yalan üzerine kuran siyasetçiler aslında büyücü ve üfürükçüleri aratmaz hatta onlardan daha tehlikelidirler. Üfürükçünün zehrinden günde yüz kez Allah’a sığınmak gerekirse bu tür menfaatperest idarecilerin/politikacıların şerrinden bin kez sabahın Rabbine sığınmak gerekir.
Zira onlar basın-yayın organlarını da kullanarak uyduracakları yalanlar ve yapacakları iftiralar ile insanları büyücülerden daha fazla büyüler ve beyinlerini yıkayıp düşünme melekelerini öldürür; insanları dilleriyle/telkinleriyle zehirler; adeta hipnoz edip sürü haline getirip istediği istikamete sevk ederler. Bunlar ellerindeki iktidar gücünü de kullanarak yapacakları algı operasyonlarıyla bir değil bin büyücünün içtimai bağlara veremeyeceği zararları verirler. Onun için toplumsal bağları hedef alan, hukukî sözleşmelere ve ahlakî değerlere sadık kalmayan, sosyal ve siyasî hayatın içine yılan gibi zehir akıtan, hain/sinsi tiplerin şerrinden ve onların hileli tuzaklarından sabahın Rabb’ine sığınmak bir korunma ve kurtuluş vesilesidir.
Yine insanların akıllarını ve duygularını hedef alan bu politik büyücüler/üfürükçüler, toplumsal vahdeti hedef alır; aynı milletin evlatlarını çeşitli etnik yapı ya da mezhepler üzerinden kamplara böler, böylece bütün yakınlık bağlarını zayıflatarak tefrika/çatıştırma üzerinden hakimiyetlerini sürdürmek isterler.
Halbuki bu bağlar, birkaç büyücünün okuyup üflemesiyle bozulacak kadar zayıf ve yüzeysel değil köklü bağlardır. O zaman bu ayette asıl tanıtılmak ve şerrinden sakınılması ders verilen şahıslar sadece büyü yapan üfürükçü kadınlar/erkekler değil; bunun yanında yazılı ve görsel medya üzerinden dedikodu, gıybet, yalan, iftira ve çeşitli karalamalarla harekete geçip topluma fesat tohumları ekmeye çalışan ve bunun üzerinden, dostluk ve sıla-i rahim bağlarını tamamen ateşe vermeye çalışan politik büyücüler de düşünülmelidir.
Şayet bunlar kötü ve karanlık emellerine ulaşmaları için yeterli olmazsa “kara güçlerinin” yanında “hava gücünü” de devreye sokarlar. Nitekim ayetteki “en-neffâsetü” kelimesinin bir manası da jet uçaklarıdır. Karanlık planlarının bir parçası olarak havalandıracakları uçaklarla bombardımana tabi tutacakları mekanlar üzerinden insanlık, dostluk, arkadaşlık, akrabalık ve hatta annelik-babalık ve kardeşlik bağlarını dahi altüst ederler.
Bu açıdan bin büyücü bir araya gelse bu politika cambazlarının kararlarıyla havalanan jet uçaklarının ya da atılan füzelerin insanlığa, medeniyete ve çevreye verdiği zararları veremezler. Bu açıdan savaşlar, terör faaliyetleri, kimyasal patlamalar, füzeler, nükleer silahlar vb. insanlığı ve yeryüzünü tehdit eden tehlikeler de şafağın Rabb’ine sığınılması gerekli büyük şerlerdendir. İnsanlığı, hayatı ve dünyayı tehdit eden bu tür felaketlere karşı dünya çapında -din, ırk ve mezhep farkı gözetmeden- ortak fiili tedbirler almanın yanında birlikte dua ve istiâzeler de asla ihmal edilmemelidir. Zira duaların/istiâzelerin külliyet kesbetmesi, kabulü adına önemli bir vesiledir.
Yazar: Dr. Selim Koç
Dipnot:
- Enfal Sûresi, 8/30
- İbn Hişam, es-Sîre, II/96
- Nisa Sûresi, 4/81
- Nisa Sûresi, 4/108
- Maide Sûresi, 5/52
- Müzzemmil Sûresi, 73/1-6
- Müzzemmil Sûresi, 73/7, 8
- İsrâ Sûresi, 17/79
- Felak Sûresi, 113/3
- Bakara Sûresi, 2/257
- Bkz. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân 15
- Nûr Sûresi, 24/35
- Bkz. Heysemî, Zevâid, X/187; Taberânî, Mucemu’l-Kebîr, (10455)
- Müslim, Zikir ve Dua 18/74-76 (2723)
- Buhârî, Bed’u’l-halk 11; Müslim, Eşribe 12/96-99 (2012)
- Bkz. Buhârî, İsti’zân 49; Müslim, Eşribe 12/100 (2015)
- Felak Sûresi, 113/4
- Bkz. Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, İlgili ayetin mealinde.