Browsing tag

akıl

İman Esaslarının Özellikleri ve İtikatta Asimilasyon (2)

İman Esasları, Akla ve Fıtrata Uygundur! İnsan, donanımı ve tecrübeleri dolayısıyla inancını/imanını aklî ve mantıkî temellere dayandırma ihtiyacı duyar. Bu açıdan iman esasları, akıl ve fıtrata, en uygun muhtevaya sahiptir. Allah’ın dini, insan aklına ve fıtratına ters düşen; akıl ve mantığın temel ilkeleriyle çelişen prensipler içermez. Getirdiği esaslar, ortalama insan aklının kavrayabileceği, makuliyetini anlayabileceği ilkelerdir. […]

Mekkelilerin Mahalle Baskısı, Tecrit ve Hicret

“Yerleşik” olanın “yeni” ile kavgası, neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir. Zira fert ve cemiyetler, farklı duygu, düşünce ve fikirleri kabullenmede zorlanırlar. Özellikle örf, adet ve kabullerine ters; yaşadıkları günlük hayata dokunan gelişmeler karşısında hemen teyakkuza geçerler. Mesafeli yaklaşım, çok geçmeden yerini tahammülsüzlüğe bırakır. Geleneklerine zıt gördükleri yeniliklere hayat hakkı tanımadıkları gibi onu temsil edenlere de […]

“Akîl bize ev mi bıraktı ki!” (4 Zilhicce 10 Hicrî)

Hac yolculuğunun son gününde Mekke’ye ulaşan Allah Resûlü, Zî Tuvâ’da konaklamıştı. Akşamın bir vakti huzura giren Hazreti Üsâme, “Yarın nerede kalacaksınız yâ Resûlallah?” diye bir soru sordu. O, Allah Resûlü’nün konaklayacağı yeri hazırlamakla vazifeliydi. Ancak bu sefer durumu kendisine sorma ihtiyacı hissetmişti. Zira Peygamber Efendimiz, Fetih günlerinde yerleşim alanının dışında konaklamıştı. Resûlullah’ı duygulandıran bir soruydu […]

“Akîl Bize Ev mi Bıraktı?”

İnsanlık tarihine baktığımızda çile, sıkıntı, ızdırap.. adeta Allah’a ve davasına gönül veren bütün insanların değişmez kaderi olmuştur. Başta Peygamberler olmak üzere, onlara tabi olan insanlar her türlü imtihanla yüz yüze gelmişlerdir. İşte karşılaşılan bu imtihan ve sıkıntılardan birisi de tarih boyunca hiç eksik olmayan gasplar, müsadereler, alın teriyle kazanılan mala mülke el koymalardır. İktidar ve […]

Nübüvvetin Çehresinde Okuduklarımız

Allah, varlık ve eşya ile Kendinin tanınıp bilinmesini dilediği gibi, vahyin lisanıyla da, tekvînî ve tenzîlî emirlerinin iç içe mütalaa edilmesini; gözlerden kalbe akan mânâların, kulaklar yolu ile gelip ruhları saran nefehatla desteklenmesini; zât, sıfât ve esmâsı itibarıyla “min haysü hüve hüve” bir ulûhiyet anlayışının ortaya konmasını ve tabiî buna karşılık da kullarının sorumluluklarını, bu […]