Ehline Verilen Emanet: Kâbe’nin Anahtarları
Kâbe’nin anahtarları hâlâ elindeydi; onları Sultanlar Sultanı’nın elinde gören Hz. Ali:
– Yâ Resûlallah, diye seslenecekti. “Kâbe’nin örtüsüyle ilgili hizmetler yanında anahtarları taşıma vazifesini de bize verseniz!”
Belli ki Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) aynı kanatte değildi; aynı zamanda böyle bir talep karşısında hoşnut olmadığı anlaşılıyordu! Ona dönerek:
– Ben size, nimetlerinden istifade edeceğiniz bir şeyi değil, aksine kendi cebinizden harcayarak eda edeceğiniz bir vazife veriyorum, buyurdu. Belli ki, yakınında olanlardan daha fazla fedakârlık bekliyor ve ücretlerin paylaşıldığı yerde kendi yakınlarını en arkalarda görmek istiyordu. O’nun dünyasında zaten vazife, isteyene değil, vazifeden müstağni olana verilirdi.
Kâbe’nin avlusunda dolaşan nebevî nazarlar, yine Osman İbn Talhâ’yı arıyordu ve onlara:
– Osman İbn Talhâ nerede, diye sordu. Allah Resûlü’nün kendisini aradığını duyar duymaz huzura gelen Hz. Osman’a önce:
– Yâ Osman, diye seslendi. “Daha önce olduğu gibi yine onu alın ve ebedî olarak bu görevi yerine getirmeye bakın! Bundan sonra sizden bu anahtarları kim alırsa alsın zulüm işlemiş demektir! Ey Osman! Allah (celle celâluhû) sizi, Beytullah’a emanetçi kılmıştır; öyleyse bu vesileyle size ulaşanlardan, ma’rûf çerçevesinde istifade edin ve onu iyi saklayın!”
Yeniden anahtarları alan Hz. Osman’ın sevincine diyecek yoktu; tam arkasını dönmüş gidiyordu ki, Allah Resûlü yeniden:
– Yâ Osman, diye seslendi. “Ne diyorsun; bu, daha önce sana söylediklerimin gerçekleştiğini gösteriyor mu?”
Yeniden Efendimiz’e dönen Osman İbn Talhâ’ya bu sözlerin hatırlattığı şeyler vardı; zira daha Mekke döneminin yaşandığı bir gün Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ona:
– Bir gün bu anahtarların Benim elime geçeceğini sen de göreceksin; o gün onları Ben, dilediğim kişiye vereceğim, demişti. Zaman ne kadar da hızlı geçip gitmiş ve gerçekten de o gün söylenilenler bugün gerçekleşmiş, Allah Resûlü de, o anahtarları eline alarak dilediği kişiye veriyordu. Kısa bir düşüncenin ardından Hz. Osman:
– Evet, diye seslendi. “Ben şehâdet ederim ki Sen, Allah’ın Resûlü’sün!”
Elbette anahtarları Osman İbn Talhâ’nın elinden alacak değildi; zira Cibril-i Emîn’in getirdiği mesaj da, emanetleri ehline vermeyi emrediyordu1 ve Allah Resûlü de, anahtar mevzuuna son noktayı şu cümleleriyle koydu:
– Anahtarlar senin olsun; ne de olsa bugün, iyilik ve vefa günüdür!
Bu arada Huzâa kabilesi ile Hüzeyl arasında anlaşmazlık çıkmış ve Hüzeyl’e saldıran Huzâalılar, yine kan akıtmışlardı. Bunu duyar duymaz Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), sırtını Kâbe’ye vererek insanlara döndü ve önce Allah’a hamd ü senâda bulunduktan sonra:
– Ey Huzaa cemaati, diye seslendi. Artık adam öldürmekten elinizi çekin; vallahi de bu kadarı fazla! Sizin şu öldürdüğünüz adamın diyetini de vallahi Ben ödeyeceğim! Şu Hırâş, ne kadar da katilmiş! Şâyet ben, bir kâfire mukabil bir mü’mini öldürecek olsaydım, bugün Hırâş’ı öldürürdüm!
Ey insanlar! Allah (celle celâluhû) Mekke’yi, daha semavât ve arzı, güneş ve ay ile şu iki dağı yaratmadan önce haram kılmıştır; onu insanlar haram kılmamıştır; bilakis haram kılan Allah’tır ve bu haramlık da, kıyamet gününe kadar devam edecektir! Allah ve ahiret gününe iman eden biri için burada kan dökmek, buranın ağacını kesip koparmak asla helal değildir. Bunlar, Benden önce de kimseye helal değildi ki Benden sonra birisine helal olsun! Sadece istisnâî olarak Bana bir saat –ki o da Mekkelilere olan buğz-u ilâhî sebebiyledir– helal kılındı! Şimdi ise bu hurmet, dün olduğu gibi yeniden eski hâline geri döndü! Bunları burada bulunanlar, bulunmayanlara da tebliğ etsin! Her kim, “Burada Resûlullah da savaştı” diyecek olursa, siz de onlara, “Allah Teâlâ, Resûlü’ne bunu geçici bir müddet helal kıldı; ancak bu helal kılma sizin için yoktur!” deyin.
Ey insanlar! Allah hukukuna karşı insanlar arasında en çok tecavüzkâr olanlar, Harem’de adam öldüren veya katilinden başkasının hayatına kasteden yahut da, Câhiliyye duygularıyla intikam hırsına bürünüp birilerini öldürme yarışına girişenlerdir!
Şâyet Benim bu hitabımdan sonra artık her kim bir diğerini öldürürse onun velisi, şu iki şeyden birisini tercihte muhayyerdir; şâyet isterlerse diyetini tam olarak alır, dilerlerse katili kısas olarak öldürürler!”
Resûl-ü Kibriyâ Hazretleri bu hutbesiyle insan hukukunu hiçe sayan anlayışa karşı tavrını net bir şekilde ortaya koyuyor ve bundan sonraki aşamada, toplumun selameti adına suç işleyenlere karşı daha sert yaptırımlar uygulayacağını ilan ediyordu. Ve o gün Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem), hiç dahli olmadığı hâlde kendisini bu kadar hiddetlendiren söz konusu cinâyetin bedelini yüz deve olarak ödeyecek, böylelikle kabileler arasında devam etmesi muhtemel kan davalarının önünü almış olacaktı.
Hatta o gün Allah Resûlü, benzeri ihtiyaçları karşılamak için Abdullah İbn Ebî Rebîa, Safvân İbn Ümeyye ve Huvaytıb İbn Abdiluzzâ’dan borç isteyecek ve onlar da Efendiler Efendisi’ne toplam yüz otuz bin dirhem borç vereceklerdi. Hâlbuki o gün bunların hiçbiri henüz Müslüman olmamıştı. Buna rağmen onların Allah Resûlü’ne güvenleri sonsuzdu ve sonra kendilerine geri ödeneceğini bilerek Gönüller Sultanı’na, Abdullah İbn Ebî Rebîa ile Huveytıb İbn Abdiluzzâ dört yüz, Safvân İbn Ümeyye’de beş yüz dirhem olmak üzere borç vermişlerdi!2
Dipnot:
- Bkz. Nisâ, 4/58
- Efendimiz (s.a.s.) bu borçlarını, Hevâzin dönüşünde ödeyecektir. Öderken de:
– Muhakkak ki alınan borcun karşılığı, teşekkür etmek ve onu geri ödemektir, diyecek ve borç aldığı şahısların mallarında bereket ihsan etmesi için de Allah’a dua edecektir. Bkz. Vâkıdî, Meğâzî, 1/863; Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, 5/258