Mü’min Neye Benzer?

3.980

İslam’ın ilk muhatapları, farklı kimliklerden (mü’min, müşrik, münafık, münkir ve ehl-i kitap gibi) oluşuyordu. Ve bu kimliklerin karakterleri, zihin kodları, hayat ve hareket felsefeleri, psikolojileri, bakış açıları, niyet ve hedefleri, duygu ve düşünceleri, tavır ve davranışları, söz ve eylemleri, hadiseler karşısında duruşları, iş, muamele ve münasebet ahlakları arasında büyük ve önemli farklılıklar vardı.

Allah Resûlü, bu farklılıkların doğru anlaşılması ve inananların onlara benzememesi adına mü’minin farkını ortaya koyan birtakım tanımlamalarda, vasıf ve özellikleriyle ilgili açıklamalarda bulunur. Aradaki sınırları, kalın ve net çizgilerle çizer ve zaman zaman tespit ve değerlendirmelerini, daha rahat anlaşılması için birtakım temsil ve teşbihlerle de ifade eder. Bu çerçevede O (aleyhissalâtu vesselâm), hikmet dolu beyanlarında hem tarif hem takdir hem de ulaşmaları gereken ufku tayin noktasında hakiki mü’mini/Müslümanı, şu benzetmelerle nazarlara arz eder:   

Canlılıkta Yapraklarını Dökmeyen Ağaca

İman ile Allah’a bağlanan mü’minin ana hedefi, O’nun hoşnutluğunu kazanmak ve ebedi kurtuluşa nail olmaktır. Bundan dolayı o, irade, kalp, kafa, vicdan ve ruh itibarıyla hep canlıdır. Değişen şartlara rağmen asla renk atmaz ve dökülüp yollarda kalmaz; her zaman iman kıvamını, insanî kalitesini ve istikamet çizgisini korur. Darlık ve genişlik, sıkıntı ve saadet zamanlarında hep inandığı ve doğru bildiği değerlerle irtibat halindedir.

Asla Kur’ân ve Sünnet ile şekillenen karakterinden ödün vermez, sabır ve şükür aralığında sürekli hareket halindedir ve hiç heyecan yorgunluğuna düşmez. İmtihanda ve her anının hesaba tabi olduğu şuuruyla yaşar. Bu yönüyle o, âdeta dört mevsim meyve veren cennet ağaçları gibidir. Nitekim Allah Resûlü, onu, yaz kış “yaprağını dökmeyen ve sürekli yeşil kalan bir ağaca” benzetir1 ve onun bu yeşilliğinin ve canlılığının, çevresini de cıvıl cıvıl hale getirdiğine işaret eder. 

İş Ahlakında Bal Arısına

Temizlik, imandandır ve iman, “kalbi”, inkâr, nifak, şirk, şüphe ve batıl şeylerden temizler. Bu yüzden mümin, her yönüyle temiz insandır. O, habis duygu ve düşüncelerden, kirli emellerden, pis işlerden ve yerlerden uzak durur. Maddi manevî en saf, en duru ve en temiz kaynaklardan beslenir ve en yüce mefkureler peşinden koşar. Kendisinden iman, ibadet, ahlak, adalet, hayır, hasenat, iyilik ve takva gibi hep en safî şeyler hasıl olur. Sözleri, yazıp çizdikleri, yapıp ettikleri, yiyip içtikleri, hedefe giderken kullandığı yolları, işleri ve kazançları tertemizdir. Ömrünü temiz ve nezih ortamlarda, temiz ve nezih insanlarla birlikte ve salih ameller peşinde geçirir.

Hayat ve hareket felsefesinde, muamele ve münasebetlerinde, iş ahlakında çok duyarlı, dikkatli ve dengelidir. Asla bulunduğu konuma ve çevresine zarar vermez; vazifesini, kimsenin hak ve hukukunu ihlal etmeden yapar. Allah Resûlü, bu noktalarda onu, bal arısına benzetir ve şöyle buyurur:

“Mü’min, bal arısına benzer. Arı, daima temiz olan şeyleri yer, temiz olan şeyler ortaya koyar, temiz yerlere konar ve nazik davrandığı için konduğu yere zarar vermez, orayı kırıp dökmez.”2

Bela ve Musibetler Karşısında Yeşil Ekine

Mü’min, dünya hayatının bir gerçeği olan bela ve musibetler karşısında her zaman en doğru duygu ve düşüncelere yönelir ve o istikamette en isabetli duruşu sergiler. İmanı, karakteri, hadiselerin arkasındaki hak, hakikat ve hikmetlere odaklanışı, sünnetullaha saygısı, realitelerin farkında oluşu, kâinatta hiçbir şeyin abes ve Cenâb-ı Hakk’ın ilminin ve izninin dışında olmadığı gerçeği, onu teenniye sevk eder ve esnek hale getirir. Bu onu, olağanüstü durumlarda bile kendisini hayatta/ayakta tutan hatta sonunda kazançlı çıkaran bir güce sahip kılar. Fitne ve zulüm rüzgarları onu sağa sola yatırsa da tamamen deviremez; beslenme kaynaklarıyla irtibatını koparamaz ve büyümesine engel olamaz.

O, aktif sabırla göğüslediği bu sıkıntılar geçince tekrar doğrulur ve varoluş gayesini gerçekleştirme adına emin adımlarla yoluna devam eder. Allah Resûlü, bu yönüyle onu, yeşil ekine benzetir ve şöyle buyurur:

“Mü’min, taze, yeşil ekine benzer. Rüzgâr hangi taraftan eserse onu o tarafa yatırır, rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mü’min de böyledir; o, bela ve musibetler sebebiyle eğilir (fakat kökünden kopup devrilmez). Kâfir/münafık ise sert ve dimdik selvi/çam ağacına benzer; ki Allah onu dilediği zaman (bir defada) söküp devirir.”3

Birbirini Desteklemede Binaya ve Bedene

Mü’min, sevgi, şefkat ve merhamet insanıdır. O, Allah’ı ve Resûlü’nü bilen, ahirete ve hesaba inanan birisi olarak çevresine karşı çok hassastır. Kardeşlik ortak paydasında buluştuğu diğer mü’minlere karşı ise apayrı bir duyarlılığı vardır. Sevinçleriyle sevinir, dertleriyle dertlenir, elinden gelen maddi manevi her türlü desteği verir ve asla kardeşlerini yüzüstü bırakmaz. Allah Resûlü, mü’minlerin birbirleriyle olan bu sıkı dayanışmasını ifade sadedinde “Mü’minin mü’min karşısındaki konumu, parçaları birbiriyle sımsıkı kenetlenmiş bir binanın durumu gibidir.” buyurur ve bu hakikati ifade ederken iki elinin parmaklarını birbirine geçirerek kenetler.4 Bir başka zaman da gerçek mü’mini/mü’minleri, bu noktalarda bir bedene benzetir:

“Mü’minler birbirlerini sevme, karşılıklı şefkat ve merhamet etme ve birbirlerini koruma ve dertleriyle dertlenme hususlarında vücudun işleyişine benzerler. Nitekim onun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar uykusuzluk ve humma ile (vücut hararetini yükseltmekle) onun elemine iştirak ederler.”5

İmana Sadakatte Küheylana 

Mü’min, gönülden inandığı ulvi hakikatlere her zaman bağlı ve sadıktır. O, hayatı devam ettirme adına dünyevî şeylerin peşinde koşuyor olsa hatta bu esnada birtakım yanlışlara girse bile vakti gelince veya yaşadığı kopukluğun farkına varınca hemen imanının gerektirdiği işlere ve istikamet çizgisine geri döner. İbadet, dua ve tevbe ile O’na yönelir.

Allah Resûlü, bu zaviyeden müminin halini şöyle anlatır: “Mü’min ve imanın misali şuna benzer; mümin ve imanı halkalı demir kazığa bağlanmış bir küheylan gibidir. Küheylan, gezer-dolaşır, otlar sonra bağlı olduğu yere döner. Mümin de iyilik yapar-günah işler, şaşar-yanılır ama sonunda imanına döner. O halde yemeğinizi iyilere yediriniz, iyiliklerinizi ve güzelliklerinizi mü’minlere yöneltiniz!”6 Diğer mü’minlere, mü’min kardeşi bir yanlış yaptığında onu terk etmeme ve ihsan ile yaklaşarak Allah ile buluşmasını kolaylaştırma, hızlandırma ve ona yardımcı olma misyonunu yükler.

Değerini Korumada Saf Altına

İnsan, mahiyeti, misyonu ve donanımı itibarıyla en mükemmel şekilde yaratılmıştır. Fakat bu konumunu koruması ve daha da ilerilere taşıması, kalbini “iman” ile doldurmasına ve hayatını, “salih amellerle” sürdürmesine bağlıdır. O, imanla kendisini insaniyetten düşürecek uçurumlardan kurtulur; özü itibarıyla saf ve değerli bir varlığa dönüşür. Artık onun yönü ve yüzü hep yüce duygu düşüncelere doğru çevrilidir. Bundan sonra Malik’i, zaman zaman onu birtakım imtihanlarla sınasa da o, bu süreçlerde iradesinden, imanından, ümidinden, azim ve gayretinden bir şey kaybetmez ve asla isyana/nankörlüğe düşmez. Yaşadıklarını, sabır içinde şükürle karşılar, kurtuluş adına ortaya koyduğu gayretler ilahi inayetle buluşacağı ana kadar kazaya rıza ve kadere teslim ile hareket eder ve gevşemez; onu Hak katında değerli yapan özelliklerini her zaman korur:

“Mü’minin misali saf altın parçasına benzer. Sahibi onu ateşe tutsa dahi özelliğini kaybetmez ve ağırlığı eksilmez.”7

Hakka İttiba ve Hayırlı İşlere Koşturmada Deveye

Allah ve Resûlü, “mü’mini” ilme, tefekküre, imana, ahlaka, ibadete, iyiliğe ve adalete davet etmiş ve ona, dünyası, ahireti, canı, aklı, sıhhati, malı, ruhu , bedeni, ailesi, akrabaları ve başkaları ile münasebeti noktasında hayrına ve saadetine vesile olacak hak, iyi ve güzel şeyleri emretmiş ve batıl, kötü, çirkin ve zulüm kapsamına giren şeyleri yasaklamıştır. Mü’min de bu hak ve hakikatlere gönülden teslim olmuş; onları hem görev ve ödev hem de ahlak edinmiştir. Bu yüzden o, Kur’ân ve Sünnet’in esaslarına uymaya çağrıldığında ne halde olursa olsun çok istekli ve uyumludur. Allah Resûlü, bu yönüyle onu, uysal bir deveye benzetir ve şöyle buyurur:

“Gerçek mü’min öylesine uyumlu ve yumuşak huyludur ki, o, gö­türülmek istendiğinde kayanın üzerinde olsa bile, (sahibine) itaat ederek çöken bir deveye benzer.”8

İnsanlığa Faydalı Olmada Hurma Ağacına

Mü’min, zerre ağırlığınca da olsa kendisinden sadır olan şeylerin uhrevi bir karşılığı olacağı şuuruyla hareket eder. Elinde kısa bir ömür, önünde büyük bir hesap vardır. Bundan dolayı o, her anını hep hayırlı iş ve uğraşılarla değerlendirmeye çalışır; zararlı ve malayani sözlerden, fiillerden ve işlerden uzak durur. Baştan ayağa hayır ve iyilik yüklüdür ve Allah Resûlü, onun duygu ve düşüncelerine, basiretine, hal ve hareketlerine, söz ve eylemlerine hatta sükutuna büyük önem atfeder. Mü’minin her yönüyle çevresine faydalı bir insan olduğunu haber verir ve onu, dalı, yaprağı, meyvesi, lifi, gövdesi ve gölgesi ile birçok açıdan kendisinden istifade edilen hurma ağacına benzetir:

“Hakiki bir mü’min, hurma ağacına benzer. Hurma ağacından ne koparırsan sana faydası dokunur.”9 

Kur’ân İle İrtibatta Portakala

Kur’ân, müttaki mü’minler için bir hidayet, hakikat ve şifa kaynağı; iki cihan saadetine giden yolun, haritasıdır. Mü’min, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine uzattığı bu kopmaz ipe, sıkı sıkı tutunmuş haldedir. Bir taraftan onu kılavuz edinir, hayatını ona göre şekillendirmeye çalışır, eşya ve hadiselere onun sunduğu perspektiften bakar diğer taraftan ibadet, zikir ve tefekkür adına sürekli onunla irtibat halindedir. Onun atmosferine giren kendisinden inşirah duyar, ruh alır, manevi değerler adına bir canlanma hisseder, mutlu ve mutmain olur. Onunla konuşur, sohbet eder ve sözünü dinlerse lezzet alır. Allah Resûlü, onun Kur’ân ile kurduğu bu samimi, seviyeli, sağlam ve istikrarlı irtibatı bir misalle söyle anlatır: 

“Kur’ân okuyan mü’minin misâli turunçgillerden portakala benzer ki kokusu hoştur, tadı güzeldir!”10

İç Güzelliğinde İçi Mamur Eve

Mü’min, dışa bakan tarafıyla fakirlik vb. birtakım sıkıntılardan dolayı zahiren kırık dökük görülse de iç dünyası itibarıyla her zaman mamurdur. O, her an Allah’ın insanın iç dünyasına; onun duygu ve düşüncelerine, niyetine nazar ettiğini bilir ve hep bunun bilincinde hareket eder. İradesini, ruhunu, kalbini, kafasını, nefsini ve vicdanını, kibir, şirk, nifak, inkâr, kin, riya, ucub, hased, cehalet… gibi her türlü menfi şeylerden uzak tutar. İman, ibadet, ahlak, ilim, ihlas, Kur’ân, iyilik, sevgi, saygı, şefkat, adalet… gibi müspet değerlerle doldurur, donatır; bunlarla bayındır hale getirir ve her zaman bu halini korur ve geliştirir. Zira o bir irade insanıdır ve iradesini de hep hayır istikametinde kullanır. Allah Resûlü, bu yönüyle gerçek mü’minin iç dünyasını şöyle anlatır:

“Gerçek mü’min, içi mamur, dışı harabe olan bir eve benzer. İçine girdiğinde her yanı güzel bulursun. Münkir ise, dışı beyaz ve güzel olan bir kabre benzer. Dışı görende hayranlık uyandırır. Fakat içi aslında pis kokularla doludur.”11

Çevresine Yaydığı Şeyler Hususunda Güzel Koku Satana

Akraba, dost ve arkadaşlar başta olmak üzere çevrenin, insan üzerinde ciddi etkileri vardır. Bu yüzden mümin, yakın çevresine dikkat eder; kiminle oturup kalktığı, hareket ettiği ve iş yaptığı hususunda hassastır. Aynı şekilde müminin kendisi de başkalarının yakın akrabası, arkadaşı, dostu ve ortağı olabilir. Fakat o, karakteri, ahlakı, temiz duygu ve düşünceleri ve muameleleri itibarıyla bir emniyet ve güven insanıdır. Yeryüzünde hakkın, hayrın, müspet his ve hareketlerin temsilcisidir. İnsanın sahip olduğu her türlü imkânı ve donanımı, doğru zamanda, şekilde ve yerde nasıl kullanacağının canlı bir örneğidir. Bundan dolayı çevresine hep güzellik yayar ki onunla oturup kalkan asla pişmanlık yaşamaz. Allah Resûlü, bu yönüyle onu, attara benzetir ve şöyle buyurur:

“Mü’min güzel koku satan kimseye benzer. Onunla beraber oturursan sana faydası olur, beraber yürürsen sana faydası olur, beraber iş yaparsan yine sana faydası olur.”12

Hastalıklar Karşısında Kor Ateşe Sokulan Demire

İnsan için bu dünyada bir imtihan unsuru da hastalıklardır. Mü’min, bu türlü imtihanlarla karşılaşınca sabır gösterir, afiyet ve sıhhat nimetine tekrar kavuşma adına tedavi yolları arar ve derdine şifa ihsan eylemesi için Allah’a dua eder. Fakat asla şikâyet ve isyan etmez; nankörlükte bulunmaz. Süreci, sabır ve teslimiyetle göğüsler. Bu selim ve güzel duruşundan dolayı Cenab-ı Hak, onu ödüllendirir; çektiği acı ve sıkıntıları, günahlarına kefaret ve mağfiretine vesile kılar. Kul hakları hariç onu manevî olarak tertemiz hale getirir ve manevi derecesini yükseltir. Allah Resûlü, tam bu noktada hastalığa yakalanan mümini, ateşe sokulan demire benzetir ve şöyle buyurur:

“Hastalıklara veya hummaya yakalanan mü’min, ateşe sokulan demire benzer. Ondaki bütün habis şeyler giderde geriye sadece temiz öz kalır!”13

Sonuç

Örneklerde de görüldüğü üzere Allah Resûlü, mü’mini değişik açılardan sürekli yeşil kalan ağaca, arıya, saf altına, yeşil ekine, binaya ve bedene, küheylana, uysal deveye, hurma ağacına, portakala, içi mamur eve, güzel koku satana/yayana, kor ateşe sokulan demire benzetir; olması ya da durması gereken yer ve yön ile alakalı açıklamalarda bulunur. Ona her hususta ve her halükârda kendisine yakışanı, hak ve doğru olanı yapmaya yönlendirir. Bunu gerçekleştirme adına nelere dikkat etmesi ve nasıl hareket etmesi gerektiğini, rahatlıkla anlayabileceği ve hatırlatıcı olması adına hayatın gündelik akışı içerisinde sıklıkla karşılaşabileceği birtakım misal ve benzetmelerle de dile getirir. Ayrıca ona, hal, hareket, duygu, düşünce ve duruş noktasında diğer kimliklerin içine düştüğü boşluklara yuvarlanmaktan alıkoyacak incelikleri de haber verir.

Dipnot:

  1. Bkz. Buhârî, İlim 4, 5, 50; Müslim, Sıfâtu’l-Münâfikîn 15 (63)
  2. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned (6724); Hâkim, Müstedrek 4/558 (8566); Beyhakî, Şuabu’l-Îmân 5/58 (5765, 5766); İbn-i Hibbân, Sahîh 1/481 (247); Taberânî, Kebîr 19/204 (459); Nesâî, Kübrâ 6/376 (11278)
  3. Buhari, Tevhid 31; Tirmizî, Emsal 4; Edeb 79; Müslim, Sıfâtu’l-münafikûn 14 (58-62); Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, 12, 16/118, 452
  4. Buhari, Salât 88; Müslim, Birr 65
  5. Buhari, Edeb 27; Müslim, Birr 66
  6. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, 18/86 (11526); Ebû Ya’lâ, Müsned 2/492 (1332); İbn-i Hibbân, Sahîh 2/381 (616); Beyhakî, Şuabu’l-Îmân 7/452 (10964); Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid 10/204
  7. Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, 11/457, 458 (6724)
  8. İbn-i Mâce, Sünnet 6. Ayrıca bkz. Ebû Dâvud, Sünnet 5
  9. Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 1/88; Bezzâr, el-Ahkâmu’ş-Şeriyyetu’l-Kübrâ, 3/138; İbn-i Hacer, Fethu’l-Bârî, 1/177
  10. Buhari, Fedâilu’l-Kur’ân 17; Et’ıme 30; Müslim, Salâtu’l-musâfirîn 243
  11. Suyûtî, Câmi’ 19/377; Deylemî, Firdevs 4/132 (6410)
  12. Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 12/418 (13541); Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid 2/15 (273)
  13. Bezzâr, Müsned 8/379; Heysemî, Keşfu’l-Estâr 1/362 (756, 757)
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.